El âlem ne der?
Hayatımıza, yaşam biçimimize ve hatta psikolojimize etki eden ve yön veren virüs içerikli bir cümle bu bana göre.
Kılığımızdan, kıyafetimize; bindiğimiz arabadan tutun, yaptığımız işten; seçeceğiniz eşe kadar her şeye etkisi var…
El âlem ne der?
Genç kız tesettüre girecek, aklına gelen ilk soru “el âlem ne der?”
Tesettürlü bir genç kız tesettürünü bir adım öteye taşıyacak; tesettürünü en mükemmel ve en kâmil seviyesine çıkarıp “çarşaf” giyecek, aklına gelen ilk soru “el âlem ne der?”
Genç adam kendinden birkaç yaş büyük ama takvalı, ciddi ve çocuk gelişimi ve eşler arasındaki hukuklar ve haklar üzerine eğitimli bir hanımefendi ile evlenme niyetine girecek, aklına gelen ilk soru “el âlem ne der?”
Daha önce hiç namaz kılmamış ve kılanlar arasında bulunmamış ve dolayısıyla arkadaşları da kılmamış olanlardan olmuş biri namaz kılmayı öğrenip namaz kılmaya başlayacak, aklına gelen ilk soru “el âlem ne der?”
Sakal bırakacak, sarık saracak, cübbe giyecek aklına gelen ilk soru “el âlem ne der?”
Küçükken Kuran-ı Kerim okumayı öğrenmemiş, yaşı ilerleyince öğrenme isteği olmuş, tam bir hocaya müracaat edip Kuran-ı Kerim okumayı öğrenecek, aklına gelen ilk soru “el-âlem ne der?”
El-âlem ne der de el-âlem ne der?
Hiç “Allah ne der”i düşünmüyoruz.
Düşünsek de el âlem ne der den sonra düşünüyoruz.
Ya Peygamber efendimiz ne der, bunu aklımıza getiriyor muyuz?
Peygamber efendimiz hayatta olsa “ne der” i aldığımız kararların kaçta kaçında düşünüyoruz?
Varsa yoksa el âlem ne der de el âlem ne der?
Biliyor musunuz? “Allah ne der” in değil; “el âlem ne der” in derdinde olduğumuz için bu haldeyiz!
Bırakalım insanların bizler hakkında düşündüklerini ve düşüneceklerini.
Bizi yoktan var eden, kendine muhatap kabul eden, günahlarımızı tövbe ile affeden “Allah ne der” in derdinde olalım. Olalım ki Allah bizden belki razı olur, kulum benim rızamı kullarımın ayıplamasından, küçük görmesinden, yadırgamasından ötede tuttu, öyleyse ben de ondan razıyım desin.
Bırakalım fanilerin dediklerini yada diyeceklerini.
Annenin evladından kaçtığı, herkesin kendi derdine düştüğü, hatta peygamberlerin bile “nefsim, nefsim!” dediği mahşer meydanında “Ümmetim, Ümmetim!” diye dua eden Peygamber efendimiz ne der onu düşünelim, onu dert edinelim ki şefaat dilemeye yüzümüz olsun.
İnsanlar ne derse desin, asıl mühim olan, asıl düşünülmesi gereken, asıl derdinde olmamız gereken mesele “Allah ne der” olmalıdır.
Siz istediğiniz kadar el âlem bir şey der kaygısı ile yapacaklarınız el âleme göre şekillendirin; aman bir şey demesinler diye gayret gösterin, çaba sarf edin, el âlem illa diyecek bir şey bulacaklardır. Onlar diyedursunlar siz “Allah ne der?” onu düşünün, ona göre amel edin, ona göre hareket edin, ne yapacaksanız öncesinde “Allah ne der?” onu düşünün. Yapacağınızdan Allah razı olacaksa yapın ve yapılmasını da teşvik edin; yok eğer Allah razı olmayacaksa yapmayın; yılandan kaçar gibi kaçın.
Üstad Bediüzzaman Said NURSİ (r.a.) hazretlerinin bu hususta gösterdiği yol şu şekilde;
“Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.
Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.
Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.
O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.”
Selam ve dua ile…