5 yaşlarındaydım daha tek odalı evlerde Bab-Sur’da yaşadığımız günlerdeydi. Her şey siyah beyaz ve her şeyden mutlu olduğumuz zamanlardaydı. Bir sonbahar günü annem beni elimden tuttuğu gibi Mardin Bab-ı Sur Melik Mahmut Cami arkasındaki Abbaralardan büyük çarşı dediğimiz Ulucami arka sokağında bulunan tuhafiyeciler çarşısına götürdü. Diğer kardeşlerim için almış olduğu eşyalar dışında eve de öteberi almıştı. Sıra bana gelmişti. Kışın giyebileceğim bir kaban mont bakmıştı benim için. Ama istediğimizi bulamamıştık. Taki çokça seveceğim ve onun içinde çokça üzüleceğim paltoyu bulana kadar.
Bir dükkan da çocuk palto çeşitleri görmüştük ve sırayla üstüme denemiştik. Denediğimiz paltolardan biri tam bana göreydi. Babamın ve yetişkinlerin giydiği palto tarzına benzediği için çok beğenmiştim. Çünkü bana büyük kocaman erkek hissi veriyordu. 5 yaşında değilde büyümüş yetişkin olmuş bir erkek hüviyeti kazandırdığı hissini veriyordu.
“-İlla bunu alalım” dedim anneme Annem de beğenmişti bu paltoyu. Sevdiğim bu paltoyu almıştı bana. Paltoyu aldıktan sonra çarşıdan eve doğru dönerken yaşadığım sevincin tarifi mümkün değildi. Aklımda bu vardı; artık ben bu paltoyu giyerek büyümüş, büyük bir adam olma halim olmuştu. Yetişkindim artık.
Arkadaşlarım benim bu halimi görünce bana imreneceklerdi. Ve ben onlardan daha büyük ve yetişkin görünecektim.
Bu duygular içinde çarşıdan eve kadar yolu nasıl katettiğimizi fark edemeden eve varmıştık.
Eve varır varmaz tekrar paltoyu giydim ve sağa sola dönmeye başladım. Tabi ilk paltoyu giydiğimde bütün kardeşlerim çok beğenmişti.
Palto kardeşlerimin de beğenisinden sonra artık ruh dünyamda da tescillenmiş bir giyisi olmuştu. Onu giyip arkadaşlarıma gösterme günlerini ip ile çekiyordum.
Kış gelip çatmıştı ve soğuklar başlamıştı. Annem dışarı çıkacağım zaman artık paltomu bana giydirmeye başlamıştı. İlk paltoyu giyip çıktığımda mahalledeki akran arkadaşlarım;
“-Oooo ne güzel palto nerden aldın” şaşkınlığı ve hayranlıklarını ifade etmişlerdi.
Tabi bu beni diğer arkadaşlarımdan farklı kıldığı ve yetişkin hissi verdiği İçin doğrusu çok keyiflendirmiş ve bana mutluluk hissi vermişti. İçim içime sığmıyordu.
Bu mutluluk hissi fazla uzun sürmedi arkadaşlarımla oyun oynarken çamur deryası bir çukura düşüp başımı, üstümü ve ellerimi çamur etmiştim. O zamanlar her yer beton veya parke taşı olmadığı İçin ufak bir yağmur yağışında toprak olan bütün ara sokaklar çamura deryasına dönüşüyordu. Düştüğüm yerden kalktığımda ellerimi çamurdan temizleyeyim derken yeni aldığım cicili paltomu tamamen çamur içinde bırakmıştım. Tabi bir yandan yeni palto ile çamura düşme ve bunun kirlenmesi durumu diğer taraftan sevincimin uzun sürmemesi, beri taraftan yeni paltoyu kirletmemden dolayı anneme vereceğim hesap, benim bu ruh halim dramatik bir travmaya dönüştürmüştü. Bu durum epeyce üzmüştü beni.
Çamura düştükten sonra eve giderken bir adım ileri iki adım geri geri gidiyordum. Hesap verme ve yeni paltomu kirletme sebebiyle ne cevap vereceğimi bilemiyordum.
Eve geldiğimde annem o halimi görünce celal’i yüz ifadesi ve ses tonuyla ne yaptığımı sordu. İkinci büyük travma ve şoku yaşamıştım o ara. Neyse çamura batmış paltomu annem üstümden çıkardı ve bu arada da söylenmeye başladı;
-“Yarın bir akrabanın düğünü var düğüne giderken sana ne giydireceğim” sitemi ile paltoyu kirli elbiselerin arasına bıraktı.
Ben içimdeki gel gitlerle bir taraftan yeni paltoyu kirletmenin hüznünü yaşarken diğer taraftan da yarın ne giyeceğimin telaşını yaşamaya başlamıştım. Bütün bunları birer travma dizisi şeklinde ruh dünyamda yaşıyordum.
Eskiden çamaşır makinası olmadığından kış aylarında soğuktan da korunmak için evin giriş kapısının hemen arkasında sobaya yakın yerde çamaşırlar leğende elle yıkanırdı.
Gece annem evin giriş kapısının arkasında koyduğu yıkama leğeniyle bir yandan soba üstünde ısıttığı suyla çamaşırları eliyle yıkayıp çitilerken diğer taraftan bir önceki geceden fırından getirttiği yakılmış odun külleri ile oluşturduğu sodalı suyla çamaşır ve elbiselerin daha çok temizlenmesi için bu suyu da yıkamada kullanırdı. Bu yıkamada annem paltomu da kirli elbiselerle birlikte yıkamıştı. Tabi annem her yıkadığı elbiseyi ablam dışarıdaki çamaşır ipine asar ve mandal ile tuttururdu.
Çamaşırların yıkandığı gece hava soğuk ve nemliydi. Ben paltomun sabaha kadar kuruyabileceği ve ertesi gün bunu giyerek düğüne gidebileceğim umudu içerisinde uyudum.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımda soğuk havanın buz gibi olduğunu gördüm. Umudum geceden asılan paltomun kurumuş olduğuydu. Ablam dışarı çıkıp elbiseleri toplayıp getirdiğinde hepsinin geceden asıldığı şekliyle buz tuttuğu ve hiç birisinin kurumadığını görünce doğrusu büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Ağlamaya başladım. Bir yandan annem beni teselli ederken diğer taraftan paltomun buzunun çözülmesi için ablam paltomu bir sandalyenin üzerinde sobaya doğru kuruması için bırakmıştı.
Soba sıcaktı ve paltoma sıcaklık değdikçe ısınma sebebiyle paltomdan buharlar çıkmaya başlamıştı. Bu beni umutlandırdı ve sevindirdi. Paltomun kuruyabileceği fikrini içime doğurdu. Tabi bu ara düğüne gidiş hazırlık işleri yapılırken diğer taraftan ablam diğer kardeşlerimin elbiselerini ütülüyordu. Eskiden ütü masası olmadığı için sert yastıklara geçirilen kılıflar üzerinde ütü yapılırdı.
Soba önünde sıcağın temasından dolayı buharlarlaşan paltomun kuruma durumu bana bir fikir daha verdi. Ütülersem daha çabuk kuruyacaktı.
Annem ve ablamın bir anlık boşluğunu yakaladığım anda paltomu sobanın yanından kaptığım gibi ütünün yapıldığı yastığın yanına götürdüm ve paltomu yastığa koyduğum gibi ütüyü alıp paltomun üstünde dolaştırmaya başladım. Tabi soba karşısındaki buharlaşma durumu burada daha fazla oluşmaya başladı ve her ütüyü sürüşümde kurumanın daha çok olduğunu gördüm. Artık ütüyü uzun süreli paltoya sürmeye başladım. Paltoya uzun süreli ütüyü tuttuğum için farklı buhar ve koku çıkmaya başladı ben bu durumun doğal olduğunu düşünüyordum. Bunu gören ablam;
“-Ne yaptın paltonu yaktın” dedi. Tabi ütüyü elimden aldı. Paltoya baktığımda ön tarafında kocaman bir sarı yankı lekesi olduğunu gördüm. Bunu görünce bir suç işleme psikolojisi içerisinde bu suç unsurunu tekrar ortadan kaldırma ümidiyle, paltomu kaptığım gibi dışarda bulunan ve abdest alınıp ellerimizi yıkadığımız varilin yanına götürüp orada bulunan musluğu açtığım gibi yanmış ve sararmış paltomun o kısmını bulaşık deterjanı mintax sürerek yıkamaya başladım. Buradaki mantığım mintax deterjanın beyaz renginin sarı lekeyi temizleyeceği inancıydı.
Mintaxı sürüp köpürtükçe yanan yerin eski haline dönüşeceği umudu içerisinde tam gaz yıkayıp temizlemeye çalıştım. Ama nafile sararan yer olduğu gibi duruyordu. İçeri geldiğimde annem ve kardeşlerim bu halime gülerken ben yeni paltomun kurumamasından ve üstüne üstlük ütü ile kurutmak isterken yaktığımdan dolayı büyük bir üzüntü ve travma yaşıyordum. Karşımdakilerin bu halime güldüklerini gördükçe de sinir katsayım daha çok artıyordu.
Paltomun yeni olduğuna mı üzüleyim, kurumadığına mı, yoksa yaktığıma mı? Düğüne ne giyeceğime mi? Bütün bu dramatik ve hüzünlü travmalarımın atlatılması için annem beni yine kucağına aldı ve gerekirse yeni bir palto alacağı müjdesini verdi. Annem bunları dedikçe ben daha çok ağlamaya başlamıştım. Çünkü kendi hatam yüzünden ailemin bütçesine ek bir yük yüklecek ve belki de aile bütçesini sarsmış olacaktım.
Bu hengame içerisinde paltom kurutulmuş ve ön tarafı sararmış olduğu halde giyinip düğüne gittim. Paltomun sararan ön taraftaki yerin görünmemesi için düğün boyunca elim ile hep orayı kapatmaya özen göstermiştim.
Artık ufak da olsa yanık lekesi olan bir paltom vardı ve ilk giydiğimde vermiş olduğu o mutlu haz durumunu artık bana vermiyordu.
Netice de çocukluk dönemimde yaşadığım böyle bir olayın ruh dünyamdaki travmasını bu şekliyle yaşıyordum.