İnsanlık tarihi, ne Marx’ın dediği gibi güçlülerle zayıfların ekmek kavgası, ne de Carlyl’ın dediği gibi bir kaç büyük adamın büyük adamın iktidar mücadelesidir. İnsanlık tarihi hak-batıl mücadelesinin tarihidir.
Hak aydınlıktır ve kaynağı vardır. Kaynağı olmayan olmaz. Hak kendisini izleyeni ışığın kaynağına götürür. Aydınlığı takip eden herkes mutlakta o kaynakta buluşur. Çünkü ışığın kaynağı tektir.
Hakta olmanın bir bedeli vardır. Bırakınız hakta olmanın, batılda olmanın, batılı savunmanın bile bir bedeli vardır. Günah işlemenin, cehennemin bir bedeli varken, cennetin bir bedeli olmasın mı? Hak ehli olmanın bedelini ödemeye yanaşmayanlar, hakta sebat edemezler.
Hakkı savunuyor olmanın bedelini en yüksek düzeyde ödeyenlerin başında peygamberler gelir. Onlar Kur’an'ın sabrı emreden her ayetini 'direniş' olarak algılıyorlardı. Çünkü sabır kelime olarak da direniş anlamına geliyordu. Tıpkı şu ayette olduğu gibi:
"Ey iman edenler! Direnin ve kazanın. Mevzilerinizi kaybetmeyin. Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki, başarıya ulaşasınız." (Al-i İmran 200) Peygamberin direnişini hatırlayalım. Puta tapanlar kadın, makam, para, mal vaadiyle peygamberin amcası Ebu Talîb'e geliyorlar. Ebu Talib, onların bu teklifini peygambere ilettiğinde, onun verdiği cevap şudur; “Amca vallahi, güneşi sağ elime koysanız, ayı sol elime koysanız, ben bu davadan vazgeçmem, ta ki, Allah’tan bir emir gelinceye dek.”
Eğer hak yolda olduğunu biliyor ve inanıyorsan, bakma arkana ve yürü. Kimin gelip gelmediği önemli değil. Hiçbir zaman çokluk, doğrulukta oluşun delili değildir.