Dünyaya gelişimizden itibaren büyük bir kaos ve çelişki yaşıyoruz. Daha bebek iken elimiz yanmadan sobanın sıcak olduğunu anlamıyoruz. Acı yerken ağzımızın yanacağını kaç kişi söylese denemeden öğrenemiyoruz. Sıcakta terleyeceğimizi, kışın üşüyeceğimizi hep hayatı yaşayarak öğreniyoruz. Kitaplar tabii ki çok önemlidir. Ama bizim için lazım olan birçok şeyi yaşayarak öğreniyoruz ki bunu hayat diye anlamlandırıyoruz. Dostlardan kazık yemeden dostun ne anlama geldiğini bilmiyoruz. İnfak etmeden vermenin mutluluğuna varamıyoruz. Merhamet duygularımız kabarmıyor. Evlenmeden kadının ne anlama geldiğini bilmiyoruz Para kazanmadan paranın kıymetini bilmiyoruz. İşte biz buna hayat diyoruz.
Dünyadaki yerimizi dünya haritasını gördükten sonra anlamlı buluyoruz. Türkiye'nin dünyanın en güzel yerinde olduğunu ancak böyle biliyoruz. Yemekleri önce görüntüsüne göre önyargı ile değerlendirirken, daha sonra tatlarına göre belirliyoruz. Geçmişte savunduğunuz birçok düşünceden vazgeçiyoruz. Karşı çıktığımız birçok düşünceyi de savunur hale geliyoruz. Hayat böyle devam ederken, sözlerimize "bizim zamanımızda" diye söze başladığımız an yaşlandığımızı bilelim. Yaşlanmamışsak bile en azından zamanın gerisinde kaldığımızın bir göstergesidir. Demek ki zamanımızı çağımızı sentezleyememişiz. Hayatın gerisinde kalmışız. "bizim zamanımızda" bu cümle karşıdakine karşı peşinen yenilgimizin bir göstergesidir. Çünkü şöyle diyecek "kardeşim bana ne senin zamanından senin zamanın seninle gitti şimdi bizim zamanı yaşıyoruz"
Efendim dindardır şöyle yapıyor böyle yapıyor diye çok kelimeler duyuyoruz. Dindarlık günahsızlık mıdır? Dindarlık hata yapmazlık mıdır? Dindarlık kendi çıkarlarından vaaz geçip başkalarının çıkarına hizmet etmek midir? O dindarken niye sen dinsizmisin? Bu din o şahsın tekelinde mi? Bu din ona indiği gibi bize de inmedi mi? Dindarlık zulme rıza göstermek midir? Aslında çıkar çatışmasının kamufle olmuş halinde bir çok sebep bulunur. İşte hayatı yanlış okurken yanlış yerlere de gidiliyor.
Tam hayatı öğrendim, onu sorguladım, hayatı anlamlandırdım diyorsunuz, başınızdan öyle bir olay geçiyor, diyoruz ki "valla hayattan hiçbir şey anlamamışım" İnsanın hayat karşısındaki acziyeti fakirliği, küçüklüğü budur. İnsan ne kadar hayattan acı çekerse hayatı o kadar çabuk ve hızlı öğrenir. O zaman hayatta daha başarılı olur. Bugün Türkiye'nin ilk yüz firmasının patronları arasında üniversite mezunu beş kişi ancak vardır. Diğer doksan beş kişiye sorsanız. Hayatı nasıl yaşadıklarını nasıl hırpalandıklarını sine sinema senaryosu gibi anlatırlar. Peygamberler, büyük bilim adamları büyük veliler, büyük insanların tümünün ortak noktası hayatta çok çalışmaları, çok efor harcamaları, hayatın içinde yoğrulmalarıdır. Büyük insan dünyanın neresinde bir zulüm yokluk varsa bunu kendine sorun eder. Büyük insanlar evrensel vatandaştır. Diğer insanlar ise ulus vatandaş işte fark budur. Hüzünlerimiz nispetinde insanız.
İşte tüm yukarıdakilere baktığımızda ortak bir nokta görüyoruz. 1.önce her şeye bir önyargı yada cehaletle yaklaşıyoruz. 2.olayın ve bilginin iç yüzünü öğreniyoruz. 3. Öğrendiğimiz bilgilerin başkalarına pazarlamaya çalışıyoruz. Onların hayat denen değirmende buğday öğütmeden onlara un vermeye çalışıyoruz ki, onların değirmenin içine sokmuyoruz.
Halbuki hayatın dışına kimseyi itmeye hakkımız yok. Eğer hayatın dışına kimseleri itersek, onlar bizi hayatlarının dışına iterler. Herkes bu hayatın içindedir. Herkes bu hayattan tecrübeleri nispetinde bir şeyler öğrenecek. Zaman en iyi öğretmendir ki ne yazık talebesini öldürüyor. Olayları kişileri hayatı olduğu gibi okuyamazsak, yanlış kişilik ve düşüncelere kapılınız ki bu da bizim toplumda hastalıklı bir virüs olmamızın kaçınılmaz sonucu olacaktır. Selametle.