Bir yerde okumuştum. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fetih ettikten sonra, Avrupa'da 5.000 kişilik bir istihbarat grubu vardı. Bu durumda Avrupa'da ki gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmasını sağlıyordu. Kendi memleketine yani Osmanlıya gelince, bazen kendi vezirleri ile, bazen de vezirleri tek başına halkın içine girerlerdi. Bu hareketleri halkın nabzını tutmak. Kendi icraatlarını kamuoyuyla paylaşmak, yaptığı hizmetlerin halk gözünde nasıl göründüğünü belirlemek açısından çok önemliydi.
Halk onu tanımadığı için onu sade bir vatandaş bellediği için, rahat konuşuyordu. Her hangi bir takiye, yağcılık, ikiyüzlülük, gibi kulvarlara gitmiyordu. Halk ne düşünüyorsa aynısını söylüyordu. Buda kamuoyunun nabzını tutmak açısından çok önemli bulgulardı...
Yine Fatih kendi sarayında ona karşı her hangi bir ayaklanmanın yapılmaması için gereken tedbirleri alırdı. Tüm krallar istisnalar hariç, kendi, yakınları tarafından zehirlenmiş suikaste kurban gitmiştir.
Zaman değişti, teknoloji gelişti, artık uzayımı desek, bilgisayarımı desek, atomu desek çağımızın adı ne olursa olsun, çağımız çok gelişti. Şimdi bizim Fatih'in kullandığı yöntemleri kullanmamız belki abestir ama yaptığımız hizmetlerin, kamuoyunda nasıl izlendiğini, algılandığını bilmek yine her zaman tarihte olduğu gibi ciddiyetini koruyor ve koruyacak. Peki bizim bürokratlar yöneticiler bu işi nasıl yapıyorlar?.
Şimdiki bizim yöneticilerin en büyük hataları kendi çevrelerine fazla güvenmeleridir. Bir başbakanı, bir siyasi parti liderini, bir milletvekilini, bir bakanı bir valiyi bir yöneticiyi halkın gözünden düşüren çoğunlukla etrafındaki insanlardır. Yakınındaki insanlar eğer bu konuda becerikli iseler, işinin ehli olan insanlarsa genelde onu yükseltirler. Ama işin ehli değillerse o kişi ne kadar hizmet yaparsa yapsın her zaman halkın gözünden onu düşürürler. Şirketlerde durum biraz daha değişiktir. Tüm sorumluluk genel müdüründür. Genel müdür gelir gelmez kendi sistemini kurar. Ve insanları tanımaya başlar sonra gerekli gördüğü her yerde deşikiklik yapar.
Bürokraside durum tam tersidir. Genelde bizim yöneticilerde hazır kadrolarla çalışırlar. Bir yere tayin olur, ve oradaki mevcut personelle çalışmaya başlar. Okullarda öyledir..
Şimdi bir hikaye anlatmanın zamanı geldi. Bir köylü kızını başka uzak bir köyden gelin isterler. Kızı verirler, kız evlenir. Dünürler arasında bir soğukluk başlar. Aşağı yukarı on yıl birbirleri ile görüşmezler. Bir gün köye bir attar gelir. Gelin hanımın köyündendir. Attara köylüler "nerelisin" diye sorarlar. O da "filan köydenim" der. Köylüler senin burada bir akraban var bizim gelinimizdir derler. O da kalkar o eve gider. Gelinin kayınbabası adamı karşılar yerler içerler sohbet ederler. Gelinin kocası gelir. Gelin hanım eee amcağolu köyde ne var neyok. Kim ölmüş, kim kalmış, kim evlenmiş diye sorular sormaya başlar. Hani uzun süre köyünden uzun süredir haber almamış.
Attar efendi şu böyle oldu. Filan kişi vefat etti. Filan kişilerde evlendiler derken. Senin kel kardeşinde köye muhtar oldu der. Gelin bunu duyunca feryadı figan etmeye başlar. Dizlerine vurmaya başlar. Ağıtlar yakmaya başlar. Kayınbaba, damat attar bu işe bir anlam veremezler. Geline ne oldu, adam bir şey demediki niye kendini böyle paralıyorsun. Gelin can alıcı cevabı verir. Valla atar bana eksik anlatıyor. Köyde adam kalmamış. Kalsa benim kel kardeşim muhtar olmaz der. Şimdi gelin hanım kardeşinin ne olduğunu biliyor. Ona göre yorum yapıyor.
Yöneticilere şöyle bir önerimiz olacak bir anket hazırlayın ve kurumunuzda çalışan personele dağıtın. Kimi başarılı görüyorsunuz?. Kim becerikli değildir.? Okullarda hangi öğretmen başarılı hangisi başarısız. Hangi personel dürüst? Hangisi dürüst değil? Kendi ailemizde oturup kendimizi eleştirelim. Farkındalığı yaşayalım. Personelimizi çevremizdekileri daha iyi tanıyalım. İnsanı en iyi çevresindekiler bilir. Yani gerçeği söyleyen aynalar. Ona göre radikal tedbirler alalım çevremize, sistemimize biraz motor gücü katalım. Ayakta uyuyup otele para vermeyelim. Selamlar