Mardin kalesi hakkında bilgi veren seyyahlardan biri de Venedikli Tüccar Josaphat Barbaro’dur. XV. asır hakkında kıymetli bilgiler veren bu seyyah, Mardin kalesinden bahsederken Türklerin ve Arapların sözlerini aktararak “bu şehir o kadar yüksektir ki halkı şehrin üzerinden uçan kuşları asla göremezler” demektedir (Barbaro, 2009: 53). Bir başka seyyah Danimarka uyruklu Alman Carten Niebuhr ise 1766 yılında geldiği Mardin’i yüksek ve oldukça dik bir kayalığın üzerine kurulu, bir zamanlar kalesinin sağlamlığıyla ünlü bir şehir olarak tasvir etmektedir. Mardin Kalesi’nin bir yıkıntı halinde olduğuna işaret eden Niebuhr, dar ve uzun olarak inşa edilen kalenin, şehrin hemen sırtındaki dik ve yüksek bir kayalığın üzerinde bulunduğunu, en sağlam yerinin ise en yüksekte bulunan köşesi olduğunu belirtmiştir. Kalenin oldukça sağlam olduğunu kaydeden Niebuhr, bunun temel nedeninin kayaların çok dik olarak inmesi olduğunu yazmıştır. Kalede aynı zamanda su kaynağının bulunduğu, bunun yanında yağmur sularını biriktirmek için su sarnıçlarının da yapıldığı seyahatnamesinde kayda almıştır (Niebuhr, 1792). 1782 yılında Mardin’e uğramış olan Domenico Sestini, Mardin kalesine hayranlığını “Mardin kentini çevreleyen, tüf ve kireç taşından oluşan bir dağın tepesinde, erişilmesi imkânsız kadim bir kale” sözleriyle belirtmiştir. Sestini, kalenin Yunan İmparatorlarından kaldığını iddia ederek, Mardin kelimesinin Marde isminden geldiğini söylemiştir (Sestini, 1786: 113). Seyyahların tasvirlerinin yanında birçok vekâyinamede de Mardin Kalesi’nden bahsedilmektedir. Nitekim Ebu Bekir Tihrânî, Kitab-ı Diyarbekiriye adlı eserinde Mardin Kalesi’nden bahsederken “sağlam duvarlara ve müstahkem bir sura sahip kale” şeklinde kayıt düşmüştür (Tihrani, 2001: 47). Memlük devri vekâyinamelerinden olan Bezm u Rezm’in yazarı Aziz bin Erdeşir-i Esterbâdî, Mardin Kalesi’ni kartalların burçları üzerinde uçmayı göze alamadığı bir yer olarak tasvir etmiştir (Esterbâdî, 1999: 33). Yine Nizameddin Şâmi, Zafername adlı eserinde “Bu kale çok sarp ve metindi, delik açmak, mancınıkla dövmek fayda vermezdi. Bir netice elde etmek için uzun zaman muhasara etmek icap ediyordu” demektedir (Şami, 1990: 296).
Görüldüğü üzere seyyahların ve tarihçilerin birleştiği nokta Mardin Kalesi’nin ihtişamlı ve büyüleyici manzarasıdır. Çoğu zaman abartmalarla ifade edilse bile bugün dahi, çok az bir bölümü kalmış olmasına rağmen Mardin Kalesi ihtişamını muhafaza etmektedir. Mardin şehrinden bahseden tüm eski kaynaklar, kalenin ihtişamından söz etmeden şehri anlatmaya geçmemişlerdir.
“Şarkiyat’ta XVIII. Yüzyılda Mardin Kalesi Üzerine Bazı Tespitler”
XVIII. Yüzyılda Mardin Kalesi:
2.1. Kaledeki Onarım Faaliyetleri:
Mardin Kalesi’nin Osmanlılara ne şekilde intikal ettiği bilinmemektedir.
Diyarbekir’in fethinden sonra Osmanlı ordusu Bıyıklı Mehmed Paşa’nın kumandanlığında, Mardin’i almakla görevlendirilmiştir (Hoca Sadettin, 1990: 269). Kalenin Osmanlı kuvvetleri tarafından top ve tüfeklerle dövüldüğü bilinmekle beraber, bunun kalede yapmış olduğu tahribat hakkında bir malumat yoktur.2 Bununla birlikte kalenin fethini müteakiben (954/1518) şehre bir kadı ve kaleye de dizdar tayin edildiğini dönemin tarihlerinden öğrenmekteyiz (Celâlzâde Mustafa, 1990: 171).
Mardin Kalesi’nin daha önceki dönemlerde, özellikle Timur istilası, Artuklu, Akkoyunlu, Safevi mücadeleleri ve Osmanlı fethi sırasında aldığı darbeler sonucu birkaç defa tadilata uğradığına dair bilgiler mevcuttur. Bunlardan ilki XVI. yüzyılda 956/1549 tarihinde, yaz mevsiminde Avlonya Sancakbeyi Hızır Bey tarafından yaptırılmıştır.
2.2. Kalede İskan:
Mardin Kalesi’nin eskiden meskûn bir yer olduğu bilinmektedir. Kale, muhtemelen XVIII. yüzyılın ortalarında yavaş yavaş terk olunmaya başlamıştır. Bu konuda 1471 tarihinde Mardin’i gezen J. Barbaro, kale içerisinde yaklaşık olarak 300 kadar evin meskûn olduğunu söylerken (Barbaro, 2009: 54), daha sonraki dönemlerde gitgide kalenin bir iskân yeri olmaktan çıktığı, 1766’da Mardin’e gelen Niebuhr’un verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Niebuhr, kalede zamanında 200 kadar evin bulunduğunu ancak şuan sadece 80 kadarının oturulabilecek vaziyette olduğunu belirtir (Niebuhr, 1792: 136). Bu durum artık kalenin terk olunmaya başlandığını ve halkın büyük bir çoğunluğunun kaleyi terk ettiğini göstermektedir. Burada oturan halk zamanla kalenin dışında bulunan şehre inmiş, böylece kale içerisindeki cami ve konak ise harabe haline gelmiştir.
Seyyahların bu gözlemleriyle birlikte Osmanlı şer’iye sicillerindeki mülk satışı kayıtlarında kalede bulunan evlerin hala alım satımının yapıldığı, bunların çoğunun kullanılır olduğunu, bazılarının ise harabe halde olduğunu anlıyoruz. Nitekim 1689 tarihinde Ayşe binti Ramazan vekili aracılığıyla içerisinde 2 adet mahzen ve avlu bulunan, güneyi yol, doğusu alıcının mülkü, kuzeyi sur, batısı Hacı Şeyh Musa veresesi mülküyle sınırlı kaledeki evini 30 kuruşa satmıştır (Mardin Şer'iye Sicili [MŞS] 248, b. 74). Yine aynı tarihte Ali bin Şeyh Musa ile Hacı Murtaza bin Hacı Murtaza arasında borç nedeniyle çıkan anlaşmazlıkta Ali bin Şeyh Musa borcuna karşılık kalede bulunan evini vermiştir.
(MŞS 248, b. 75). Bu olay kale Dizdarı Mustafa Ağa’nın şehadetiyle karara bağlanmıştır.
Görüldüğü üzere seyyahların bahsettiği gibi kalenin dışına çıkış olmakla birlikte yine de kaledeki iskân tam anlamıyla sona ermiş değildir. Nitekim satışların yoğunluğu ve kaledeki evlerin hâlâ alıcı bulmaları günlük hayatın orada da sürdüğüne delalet etmektedir.
Yine 1727 tarihinde Yusuf bin Süleyman içinde avlu, su kuyusu ve mutfak bulunan kaledeki evinin yarısını 20 kuruşa satmıştır (MŞS 252, b. 68). Aynı tarihte Zeytun Mahallesinde satılan bir evin fiyatı ise 70 kuruştur (MŞS 252, b. 69). Her iki evin içerisindeki müştemilat da (su kuyusu, tuvalet (Kenif), mutfak ve avlu) aynıdır. Kaledeki evin düşük fiyatı şunu göstermektedir ki kaledeki iskân durumu o tarihlerde devam etmektedir, ancak şehrin dışarıya taşıp gelişmesi nedeniyle kaledeki evler cazibelerini yitirmişlerdir.
Nitekim XIX. yüzyıl ortalarından sonra kale tamamen terk olunmuş, buradaki binanın taşları sökülerek başka inşaatlarda kullanılmıştır.
Kaledeki evlerle ilgili mülk alım-satımı belgelerinde evlerin bölümleri ayrıntılarıyla verilmiştir. Ev yerine dâr veya cemiü’l-beyt, oda yerine beyt ya da hücre, tek katlı evler için tahtani, iki ve ikiden fazla katlı evler için fevkani ifadeleri kullanılmıştır. Bunun yanında matbah (mutfak), kiler, mahzen, neccari, beyt-i freş evin diğer kısımların gösterirken, ahur, havş, eyvan, çardak, cübbü’l-mâ, kenif ise ek müştemilatı göstermektedir. Evin bazı bölümlerine ait isimler Mardin’e özel adlandırmalardır. Örneğin yatak odası yerine beyt-i freş, misafir odası yerine manzara, dikdörtgen şeklinde tavanı kemerli oda manasına gelen odaya beyt-i ezec, düz ve basık tavanlı oda manasına gelen beyt-i enbub, tuvalet yerine kenif, su kuyusu yerine cub’ul mâ, odunluk yerine neccari ve avlu yerine havş kullanılmaktadır.
Manzara ismiyle anılan misafir odası evin en büyük odasıydı. Gelen misafirler bu odada ağırlanırdı. Genel de ovayı gören bu odalar güzel manzaralarından dolayı isim olarak da manzara ismiyle anılmıştır. Evin müştemilatı sayılırken ilk sıralarda yer alan bu odaya her evde rastlanmayabiliyordu. Evlerde genelde bir yatak odası bulunmaktaydı ancak bazı evlerde beyt-i kebir-i freş, beyt-i sağir-i freş ismiyle büyük ve küçük olmak üzere iki yatak odası da bulunabiliyordu. Mardin evlerinde genelde ayrı bir banyo bulunmuyordu. Mutfağın perde yardımıyla ayrılan bir bölümü banyo olarak kullanılmaktaydı. Temizlik ihtiyacı genelde hamamlarda karşılanırdı. Neccari ismiyle ifade edilen odunluk genelde eve dâhil bulunurdu.