Ne hazindir ki, Hz. Peygamberin vefatından 20-25 yıl sonra Arap kültürünün bir yönü olan kavmiyetçilik, kabilecilik yeniden hortlamış, silahlar çekilmiş, binlerce Müslüman birbirini gereksiz yere öldürmüştür. Cemel, Sıffin ve Kerbela olayları somut örneklerdir. Maalesef İslam net bir şekilde ‘haksız ve gereksiz yere savaşmayı’ engellediği halde (Nisa:93) Arapların kavmiyetçilik kültür ve anlayışı çok güçlü bir şekilde etkili olmuş, binlerce Müslüman’ın ölmesine neden olmuştur. Oysaki Hz. Peygamber veda hutbesinde de Kuran’ı teyiden “cahiliye döneminden kalma ve İslam’a aykırı ne varsa hepsini ayağının altına aldığını” duyurmuştur. Birbirini öldüren bu insanlar Kuran’ın bu prensibini çok iyi biliyorlardı. Allah Elçisini de duymuşlardı. Ama inanılmaz güçlü olan Arap kültürünün önüne geçememişlerdir. Birçok toplumun kültüründe olduğu gibi burada da Arap kültürü galip gelmişti.
Bu olumsuz gelişmelerin ardından gelecek Müslümanları derin bir şekilde etkileyecek siyasi ve itikadi mezheplerin doğmasına zemin hazırlanmıştır. İslam Dünyası maalesef bugüne kadar Şii ve Sünni olarak ayrılmasına neden olmuştur. 25-30 yıl uygulanan hilafet sanata dönüştürülmüş, fethedilen ülke halkları toplu halde İslam’a girmiştir. Burada tuhaf olan şudur ki, İslam’a girdiklerini beyan eden topluluklar henüz girdikleri dini bilmedikleri için eksik kaldıkları yerlerde eski mensup oldukları din ve kültürlerinde ne varsa İslam’a sokmuşlardır. Türkiye Müslümanlarının çokça kullandığı “ne olursan ol, yine gel” mantığı doğru değildir, İslami değildir. Saltanat sahipleri de tevhidi temele dayalı dinin öğretilmesine yanaşmadıkları gibi zaman zaman engel olmuşlardır. Çünkü Müslümanların gerçek tevhidi kabullenmeleri siyasi otoriteleri için tehdit oluşturacaktı. Bu nedenle sonradan İslam’a girenlere ikinci sınıf Müslüman muamelesi yaparak onlara “Mevali” dediler.
Sonraki süreçlerde oluşan ve birçoğu İslam’a aykırı olan kültürler bir ahtapot gibi dinin etrafını sarmış, kalın bir tabaka oluşturmuştur. Bu tabakayı yarmak ve oradan çıkmak Müslümanlar için neredeyse imkânsız bir hal almıştır. Bir Müslüman düşünürün de veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “Emeviler Kur’an’ı rafa kaldırdı, Abbasi ve Fatımiler oradan indirmedi, Selçuklu ve Osmanlılar ise O’nu rafta tanıdı ve hala orada durmaktadır”
Hâsılı kelam: Kendisini İslam’a mensup olarak tanımlayan Müslümanların kahir ekseriyetinin yaşadığı din halis İslam değildir. Bu durumu İslam’ın saf ve asli kaynağı olan Kur’an ile kıyaslayarak anlıyoruz. Çünkü yaşam tarzı, örf, adet, gelenek ve kültürler İslam’a uygun olmalıdır. Kuran’a uygun değilse uydurmadır. Kur’an bu durumu şöyle açıklıyor : “Yoksa sizin bir kitabınız var da (bu verdiğiniz hükümleri) onda mı okuyorsunuz?” Tekraren şunu hatırlatmakta fayda var, İslam, vahiy kaynaklıdır ve tamamen Allah’a aittir. Kimsenin O’na ekleme yâda eksiltme hakkı ve yetkisi yoktur. Kültür ise; insan kaynaklıdır; artar, eksilir, başka toplumlardan etkilenir, başkalaşır ve değişebilir. Dolayısıyla her şeyi ait olduğu yere koymak gerekir. Bunun aksi zulümdür. Vesselam.