ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Dinimiz İSLAM hayat tarzımızdır!

Fikir ve düşünceden ziyade, olaylar konuşulduğu için konuşulanlar; tefekkür meseleleri değil, basit mantık oyunlarıdır. Gündemi onlar oluşturur. Değer ölçülerine ve hükümlerine bağlılık hassasiyeti kalktığı için, tefekkürün ve uzlaşmanın yolları tıkanır, nefsani iddialaşmanın ve kavgaların kısır hırçınlıkları yaşanır. Kavramların asliyeti gider, istismarı kalır. Yuvarlak masanın yuvarlak adamlarınınotuz defa baş başa görüşüp beş, altı defa da yuvarlak masa etrafında buluşmaları, başındakilerin halleri de bunun ispatı.  İnsanımız nerede, nerede hata yaptık? Devlet-iktidar-güç-parti-sosyal medya-dernek-vakıf-cemaat- sivil toplum kuruluşları-medya vs.  Bütün bunlar insan için vardır. İnsandan önce bunları tercih edenlere doğru adresi göstererek ‘Önce insan!’ demek durumundayız. O halde insanımız için, onun yetişmesi, gelişmesi ve şahsiyet eğitimi için var olan (okullar, yüksekokullar, üniversiteler, vb.) bu kurum ve kuruluşlardan mezun olanların bizim (kendi değerleriyle donanımlı, kutsallarıyla irtibatlı, kendi kavramlarıyla konuşan, yazan, okuyan) kurumlarda yetişen gençlerimizin durumu içler acısı. Kanayan yaramız bizim.  İnsana hizmet için kurulan bu müesseselerde ‘insana hizmet’ deyince ne anlaşıldığı üzerine mesul ve mükellef olanlar kafa yormalı. Aksi takdirde insan; şahsa, kuruma, lidere, teşkilata, nefsine arzu ve isteklerine kısaca “hız-haz-hırs”ına feda edilir. İnsanların kurallar için değil, kuralların insanlar için olduğunu da unutmayalım. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. İnsanımızın çektiği ruh ve kültür ızdırabına göz mü yumuluyor. “Dertsiz insan” yetiştiriliyor. Asıl derdimizin “dertli insan” yetiştiremeyişimiz. Kendi medeniyetinden habersiz Batı uşağı olarak kendi yurdundan, yuvasından gitmek istiyor. İnsanlığımız azalmış, farkında değiliz. İnsanı maddeye köle yapan, madde uğruna insanların ruhunu, sıhhatini, mutluluğunu tahrip eden bir yapının içindeyiz.  Sevgi-saygı, şefkat ve merhamet duygularıyla insanileştiremediğimiz her sosyal münasebet, toplumun bir tarafını mutlaka sızlatacak, acıtacak, kanatacaktır. Modern insan araçlara sahip oldukça amaçlarını kaybetmeye hatta araçları amaç sanmaya başladı. Böyle olunca; bilimin, siyasetin, ekonominin, teknolojinin kölesi oldu.  Görünen, yaşanan huzursuzlukların aslî sebebi budur. Kendisine emanet olarak verilen maddi manevi imkânların asıl sahibinin unutulması. “Emanet şuuru” verilmemesi.  Dert ‘insanlığımızın azalması’ derdidir. Egoizmin, hedonizmin, kariyerizmin hâkim olduğu, araçların amaç halini aldığı böyle bir devir görülmemiştir. Zamana hâkim olamadığımız gibi zemin (ortam da) kaygan olduğu için kaygan zamanda patinaj yapıyoruz.   Asla unutulmamalıdır ki hayır ile şer arasında, doğru ile yanlış arasında, ihanet ile sadakat arasında, nur ile zulmet arasında, gaflet ile basiret arasında, istikamet ile dalalet arasında, hak ile batıl arasında, izzet ile zillet arasında, maruf ile münker arasında tarafsız olunamaz. Tarafsızlığı mesuliyetten kaçışın vasıtası olarak kullanmak vebaldir. ‘Herkesin iyi taraflarına yakın ve dost; herkesin kötü taraflarına uzak ve soğuk durmak ama kimseyi tamamen hatalı yahut tamamen hatasız görmeme’ düşüncesini uygulayıp yaşasaydık toplumun yüzü farklı olurdu. Kimliklerle uğraşılıyor.  Asıl derdimiz ‘kişilik’ problemidir. Bizi “Biz” yapan bütün değerlerimize topyekûn saldırıldığı bir dönem yaşıyoruz. Küresel saldırı bu!  Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Hatasız tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu unutmadan okuyalım, düşünelim, dikkat ve hassasiyetimizi kaybetmeyelim. Ölçülü ve dengeli olmayı, makul ve mutedil bir hal içinde bulunmayı içimize yerleştirelim. Değersiz, kutsalsız, insansız bir dünya olmaz. Yaşama, inanma ve kendi hayat tarzlarını kendi değerleri üzerine kurmanın çabasını da her hal ve şartta gösterelim.   Okuma faaliyetimiz, hayatımızda önemli bir yer teşkil etmeli. İster gözle okuyalım, ister zihinle, isterse gönülle… Ama okuyalım! Kitabı okuyalım, tabiatı okuyalım, kâinatı okuyalım, hâdiseleri okuyalım! Ama okuyalım! Okuyarak bilgiyi, düşünerek hikmeti, yaşayarak tecrübeyi ve hâli, duyarak irfanı elde ederiz. Nasıl ki, midemize her yemeği koymuyor, seçmeci davranıyorsak, zihnimize, kalbimize, gönlümüze de her bilgiyi sokarak ‘bilgi hamalı’ olmayalım. Okuma yazma faaliyeti, şevki, gayreti yoksa okuma yazma bilmenin ne faydası, ne manası olur. (Faydasız ilimden Allah’a sığınalım.)   Gayretlerimizin asli gayesi nedir? Kulluk vazifemizi, yaradılış özelliklerimizin farklı nasiplerine göre geliştirerek yerine getirmektir. Biz ebediyet planında yaşıyoruz. Her şey ölümle bitseydi, hiçbir şeyin değeri ve manası olmazdı. Nitekim öyle zannedenlerin hayatında değerli ve manalı olan hiçbir şey yoktur. Hepimiz bu hayatın içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Yiyerek, içerek, üreterek, tüketerek, evlenerek, çoluk çocuk sahibi olarak, kavga ederek, yardımlaşarak, okuyarak, düşünerek, ibadet ederek. Bu yuvarlanış istesek de istemesek de bize bir şeyler katarak ve bizden bir şeyler götürerek devam ediyor. Biz de her şeyini kaybetmiş, kaybettiklerinin dahi farkında olmayan ama çöktürülememiş, yıkılmış ama yok edilememiş durdurulmuş bir medeniyetin çocuklarıyız. Görülmemiş bir duruşu ve dirilişi de 15 Temmuz da göstermiş bir milletiz. Ruh köklerimizi tanıyalım, tanıtalım. Nefs muhasebesi yapalım. Özgürlüğün “Allah’a kulluk” olduğunu, özgürlüğün Allah’a kullukla başladığını canlı tutalım. Peygamber Efendimiz; “güvenilir, güven verir, güven yayar” olduğuna göre ümmeti de bu özellikleri taşımalı. Makam mevki sarhoşluğuna, nisaya, (kadına, şehvete) kasaya (dünyevileşmeye) olan zaaflarından kurtulmalı. Barışa, güvenin yaygınlaşmasına, iyiliğe ve insanlığa-kendimize-etrafımıza; huzur-sükûn dağıtalım. Müslüman olma coşkusu taşıyalım. Çağ’ı dine uyduralım. (Kur’an-ı Kerim ile sünneti seniyye ile) Dini çağa, kafamıza, düşüncemize cemaate uydurmayalım. Dinimizin sâbiteleri ile değişkenlerini bilelim öğrenelim. Değişkenleri ile sâbiteleri (değişmezlikleri) karıştırmayalım. Girdiğimiz yerde İslâmî kimliğimizi gösterelim. Oralara uyma değil, şeklini ve ruhunu veren; kaliteli, vasıflı, farklı Müslümanlar olarak kişiliğimizi şahsiyetimizi gösterelim. Dinin hayata girmediği hayat; hayat değildir. Dinimiz İSLAM, hayat tarzımızdır! 
Ekleme Tarihi: 18 Ocak 2023 - Çarşamba

Dinimiz İSLAM hayat tarzımızdır!

Fikir ve düşünceden ziyade, olaylar konuşulduğu için konuşulanlar; tefekkür meseleleri değil, basit mantık oyunlarıdır. Gündemi onlar oluşturur. Değer ölçülerine ve hükümlerine bağlılık hassasiyeti kalktığı için, tefekkürün ve uzlaşmanın yolları tıkanır, nefsani iddialaşmanın ve kavgaların kısır hırçınlıkları yaşanır. Kavramların asliyeti gider, istismarı kalır. Yuvarlak masanın yuvarlak adamlarınınotuz defa baş başa görüşüp beş, altı defa da yuvarlak masa etrafında buluşmaları, başındakilerin halleri de bunun ispatı. 

İnsanımız nerede, nerede hata yaptık? Devlet-iktidar-güç-parti-sosyal medya-dernek-vakıf-cemaat- sivil toplum kuruluşları-medya vs. 

Bütün bunlar insan için vardır. İnsandan önce bunları tercih edenlere doğru adresi göstererek ‘Önce insan!’ demek durumundayız. O halde insanımız için, onun yetişmesi, gelişmesi ve şahsiyet eğitimi için var olan (okullar, yüksekokullar, üniversiteler, vb.) bu kurum ve kuruluşlardan mezun olanların bizim (kendi değerleriyle donanımlı, kutsallarıyla irtibatlı, kendi kavramlarıyla konuşan, yazan, okuyan) kurumlarda yetişen gençlerimizin durumu içler acısı. Kanayan yaramız bizim. 

İnsana hizmet için kurulan bu müesseselerde ‘insana hizmet’ deyince ne anlaşıldığı üzerine mesul ve mükellef olanlar kafa yormalı. Aksi takdirde insan; şahsa, kuruma, lidere, teşkilata, nefsine arzu ve isteklerine kısaca “hız-haz-hırs”ına feda edilir. İnsanların kurallar için değil, kuralların insanlar için olduğunu da unutmayalım. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. İnsanımızın çektiği ruh ve kültür ızdırabına göz mü yumuluyor. “Dertsiz insan” yetiştiriliyor. Asıl derdimizin “dertli insan” yetiştiremeyişimiz. Kendi medeniyetinden habersiz Batı uşağı olarak kendi yurdundan, yuvasından gitmek istiyor. İnsanlığımız azalmış, farkında değiliz. İnsanı maddeye köle yapan, madde uğruna insanların ruhunu, sıhhatini, mutluluğunu tahrip eden bir yapının içindeyiz. 

Sevgi-saygı, şefkat ve merhamet duygularıyla insanileştiremediğimiz her sosyal münasebet, toplumun bir tarafını mutlaka sızlatacak, acıtacak, kanatacaktır. Modern insan araçlara sahip oldukça amaçlarını kaybetmeye hatta araçları amaç sanmaya başladı. Böyle olunca; bilimin, siyasetin, ekonominin, teknolojinin kölesi oldu. 

Görünen, yaşanan huzursuzlukların aslî sebebi budur. Kendisine emanet olarak verilen maddi manevi imkânların asıl sahibinin unutulması. “Emanet şuuru” verilmemesi. 

Dert ‘insanlığımızın azalması’ derdidir. Egoizmin, hedonizmin, kariyerizmin hâkim olduğu, araçların amaç halini aldığı böyle bir devir görülmemiştir. Zamana hâkim olamadığımız gibi zemin (ortam da) kaygan olduğu için kaygan zamanda patinaj yapıyoruz.  

Asla unutulmamalıdır ki hayır ile şer arasında, doğru ile yanlış arasında, ihanet ile sadakat arasında, nur ile zulmet arasında, gaflet ile basiret arasında, istikamet ile dalalet arasında, hak ile batıl arasında, izzet ile zillet arasında, maruf ile münker arasında tarafsız olunamaz. Tarafsızlığı mesuliyetten kaçışın vasıtası olarak kullanmak vebaldir. ‘Herkesin iyi taraflarına yakın ve dost; herkesin kötü taraflarına uzak ve soğuk durmak ama kimseyi tamamen hatalı yahut tamamen hatasız görmeme’ düşüncesini uygulayıp yaşasaydık toplumun yüzü farklı olurdu. Kimliklerle uğraşılıyor. 

Asıl derdimiz ‘kişilik’ problemidir. Bizi “Biz” yapan bütün değerlerimize topyekûn saldırıldığı bir dönem yaşıyoruz. Küresel saldırı bu! 

Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Hatasız tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu unutmadan okuyalım, düşünelim, dikkat ve hassasiyetimizi kaybetmeyelim. Ölçülü ve dengeli olmayı, makul ve mutedil bir hal içinde bulunmayı içimize yerleştirelim. Değersiz, kutsalsız, insansız bir dünya olmaz. Yaşama, inanma ve kendi hayat tarzlarını kendi değerleri üzerine kurmanın çabasını da her hal ve şartta gösterelim.  

Okuma faaliyetimiz, hayatımızda önemli bir yer teşkil etmeli. İster gözle okuyalım, ister zihinle, isterse gönülle… Ama okuyalım! Kitabı okuyalım, tabiatı okuyalım, kâinatı okuyalım, hâdiseleri okuyalım! Ama okuyalım! Okuyarak bilgiyi, düşünerek hikmeti, yaşayarak tecrübeyi ve hâli, duyarak irfanı elde ederiz. Nasıl ki, midemize her yemeği koymuyor, seçmeci davranıyorsak, zihnimize, kalbimize, gönlümüze de her bilgiyi sokarak ‘bilgi hamalı’ olmayalım. Okuma yazma faaliyeti, şevki, gayreti yoksa okuma yazma bilmenin ne faydası, ne manası olur. (Faydasız ilimden Allah’a sığınalım.)  

Gayretlerimizin asli gayesi nedir? Kulluk vazifemizi, yaradılış özelliklerimizin farklı nasiplerine göre geliştirerek yerine getirmektir. Biz ebediyet planında yaşıyoruz. Her şey ölümle bitseydi, hiçbir şeyin değeri ve manası olmazdı. Nitekim öyle zannedenlerin hayatında değerli ve manalı olan hiçbir şey yoktur. Hepimiz bu hayatın içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Yiyerek, içerek, üreterek, tüketerek, evlenerek, çoluk çocuk sahibi olarak, kavga ederek, yardımlaşarak, okuyarak, düşünerek, ibadet ederek. Bu yuvarlanış istesek de istemesek de bize bir şeyler katarak ve bizden bir şeyler götürerek devam ediyor. Biz de her şeyini kaybetmiş, kaybettiklerinin dahi farkında olmayan ama çöktürülememiş, yıkılmış ama yok edilememiş durdurulmuş bir medeniyetin çocuklarıyız. Görülmemiş bir duruşu ve dirilişi de 15 Temmuz da göstermiş bir milletiz. Ruh köklerimizi tanıyalım, tanıtalım. Nefs muhasebesi yapalım. Özgürlüğün “Allah’a kulluk” olduğunu, özgürlüğün Allah’a kullukla başladığını canlı tutalım. Peygamber Efendimiz; “güvenilir, güven verir, güven yayar” olduğuna göre ümmeti de bu özellikleri taşımalı. Makam mevki sarhoşluğuna, nisaya, (kadına, şehvete) kasaya (dünyevileşmeye) olan zaaflarından kurtulmalı. Barışa, güvenin yaygınlaşmasına, iyiliğe ve insanlığa-kendimize-etrafımıza; huzur-sükûn dağıtalım. Müslüman olma coşkusu taşıyalım. Çağ’ı dine uyduralım. (Kur’an-ı Kerim ile sünneti seniyye ile) Dini çağa, kafamıza, düşüncemize cemaate uydurmayalım. Dinimizin sâbiteleri ile değişkenlerini bilelim öğrenelim. Değişkenleri ile sâbiteleri (değişmezlikleri) karıştırmayalım. Girdiğimiz yerde İslâmî kimliğimizi gösterelim. Oralara uyma değil, şeklini ve ruhunu veren; kaliteli, vasıflı, farklı Müslümanlar olarak kişiliğimizi şahsiyetimizi gösterelim. Dinin hayata girmediği hayat; hayat değildir. Dinimiz İSLAM, hayat tarzımızdır! 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.