Dünün güzelliklerini yaşayan ve yaşatanlar hep samimiyetle, ihlâsla yola çıktılar. ‘En güzel yemek, en çok elin uzandığı yemektir.’ hikmetini sofralarını bölüşmekle yaşadılar.
Evet, biz de ekmeğimizi, sevgimizi, güzel niyetlerimizi bölüşmenin, duaların sıcaklığında tek yürek olmanın hazzını yaşayalım. Birlik, beraberlik ve ayrılıktan kurtuluş şiarımız olsun!
Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun ki: Bizi insan yaratmış, İslâm’la şereflendirmiş. Bizleri, bu güzel günlere tekrar kavuşturmuş. Evet, Rabbimize sonsuz hamd ve senalar ederiz. Bunun şükrü nasıl ödenir? Sevdiklerini sevmek yolun başlangıcı değil mi?
Değerli okuyucularım, hepimiz Kurban Bayramı yaklaşınca heyecanını kaybetmedik. Kesmeme hesabı yapanları da ikaz ederiz. Allah için, emrini yerine getirmek için bu mübarek, günleri fırsat bilmeliyiz. İbadet ve taatimizle, zikir ve şükrümüzle Rabbimize kulluğumuzu arz ettiğimiz, kurbanlarımızla Allah’a yaklaştığımız mukaddes bir zaman dilimi. Kurban, rızasını kazanmak amacıyla Yüce Rabbimize sunduğumuz kıymetli bir hediyedir. Malımızla ve canımızla O’nun yolunda olduğumuzun en büyük nişanelerinden biridir. Bu günler; rahmet ve bereket vakitleridir. Peygamberimize ümmet olma şuuruyla kardeşliğimizi diri tutma anlarıdır. Sevinme ve sevindirme, barış ve huzur zamanlarıdır. Anne babamızın, kardeşlerimizin, akrabalarımızın ve komşularımızın gönlünü ziyadesiyle hoşnut etme günleridir. Bizleri böylesine kıymetli bir vakte kavuşturan Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ve sena olsun. Bayramları nasıl idrak edeceğimizi öğreten Resûl-i Ekrem Efendimize salat ve selam olsun. Bu dünyaya bir kere gelme şansı olan insanoğlu bu fırsatı çok dikkatli ve hassasiyetle değerlendirmek zorunda değil mi? Bu zaman diliminde nefs muhasebesi ne kadar önemli? Kendimizden hangi zaafı, aştık? Hangi güzelliğe ulaştık? Ne kadar iyiye güzele yol aldık? Kişiden topluma, basından siyasete dedikodulfu. Lgnakman hfuhrikflfum içindeyiz. Dedikodu ötesinde ümitli, muhabbetli söz var mı? Bu fitne bereketimizi kurutuyor. Farkında değiliz. Bayrama hazırlık günleri, bizi biz yapan kültür değerlerimizin demetidir.
Dostlarımızı büyüklerimizi aramak, sevgimizi saygımızı dile getirmek ve bir muhabbet ikliminde yaşama var. İslâm dinînin özü olan cemaat şuuru bayramlarda yaşanır. Bayramlarda iştirakin, birlikte olmanın güzelliği vardır. Ama şuursuzca tahrip ettiğimiz kültür hayatımızın yıkılan abidelerinden birisi de bayramlardır.
Artık bayramlar dinî, millî bir kaynaşma zamanı değil, tatil sevincidir. Ölçüsüz, insan tüketen şehirleşme modelimiz, şehirleri ne yazık ki yaşanmaz hale getirmiştir. Bu şartlarda bayramı gözleyip kaçanları da kınamamak gerekiyor.
Ancak kültür tahribatı, önümüze çok pahalı faturalar uzatıyor. Batılılaşma uğruna, kalkınma anlayışı ve kalkınma modelleri batıdan, “bu mutlak iyidir, bu mutlak en güzeldir” inancıyla ithal edildiği için bizi büyük yanlışlara getirmiştir. En büyük çıkmaz sokağımız ise kimlik buhranıdır. Kimlik buhranı içerisine toplumun hayat tarzı ve kıymet hükümleri de altüst olmuştur. Bizler bayramı karşılama hazırlığı içindeyken Filistin ağlıyor. Bağdat da yürekler yanık, Kerkük mahzun, mükedder, Kıbrıs tedirgin, Türk dünyası, Çin ve Rus zulmü altında. Ümmetin coğrafyası kundaklanıyor. Onlar öldürmeye doymadı, biz ölmeye. Onlar zulme doymadı, biz mazlumluğa. Toprağımızı, saadetimizi, ağız tadımızı çaldırmışız. Hatta bayramlarımızı bile. Ağlamak yetmiyor, dövünmek, sızlanmak pek bir şeyi halletmiyor. Biz bu coğrafyanın, bu insanın mesuliyetini duymak zorundayız. Bayram’ın bu sorumluluk şuuru ile Müslüman Türk dünyasının birliğini İslam âleminin bu bölük-pörçük halden kurtarılmasını dirliğini sağlamasını niyaz edelim. Hepimiz içerisine sürüklendiğimiz gafletten uyanalım. Dinî hayatımız artık milleti ortak mukaddeslerde toplamıyor. Hâlbuki kitap belli, Peygamber buyruğu belli, ama ne yazık ki herkesin ayrı bir “İslâm dini” anlayışı var. Bu yanlışlıktan kurtulup tevhide ermeye mecburuz. Bayramlarda bütün özlemler coşuyor, umutlar hüzünlerle birleşiyor, hayatın bütünlüğü ile hakikatin bütünlüğü arasındaki ayniyet bizi çoğaltıyor, büyütüyor, taşırıyor.
Yüce Kitabımızı, duvardaki süslü kabın içinden çıkarıp, hayatın içine katabildik mi? Kullarını “Onlar, sırf Rablerinin rızasını kazanmak için sabreder, namazlarını tam gerektiği şekilde kılarlar. Kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli gerek açık bir şekilde (Allah yolunda, Allah için) bağışta bulunur ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler. İşte dünya yurdunun güzel akıbetini kazananlar onlardır.” (13 Rad 22) diye tarif eden Rabbimizin beyanını dikkate aldık mı?
Ümmetçe başımız dik yaşadığımız, sevincimizin kursağımızda kalmadığı, yediğimiz lokmaların boğazımızda düğümlenmediği bir bayrama gireriz İnşallah.
Ümmetin viraneye dönmüş topraklarında; çocuklarının öksüz, yetim ve boynu bükük kalmadığı bir bayram Müslümanların yaptığı icraatlara düşmanlarının hayalinin yetişemediği, kendisini öldürmeye gelenlerin kendisinde dirileceği bir bayram. Dinde kardeşleri olmasa da yaradılışta kendisine eşit olan insanların, mazlum, mağdur, muhtaç ve mahrumlara bütün imkânların seferber edildiği bir bayram. Ve hesap gününün sonunda; Rabbinin Rızasını kazanarak “gir cennetime!” müjdesine nail olunan “hakiki bayram”larda buluşuruz İnşallah…