1990’larda İslam dünyasında başlayan savaşlar, katliamlar, zulümler had safhadaydı.
ABD nin Irak’ı işgali ve milyonlarca insanı katletmesi (1. Körfez Savaşı),
1992’lerde Cezayir’de yapılan seçimlerde seçimi kazanan FIS (İslami selamet cephesi) iktidara gelmemesi için askeri darbe yapılması ve akabinde ülkede başlatılan iç savaş, Filistin’de siyonistlerin katliam ve işkenceleri,
Çeçenistan’ın Ruslar tarafından işgali, Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgali ve orada soykırım yapılması, Bosna Hersek’te Sırpların Müslüman Boşnaklara saldırması ve olayı soykırıma dönüştürmesi, İslam dünyasında infiale yol açmıştı. İşte bu dönemlerde Mardin Ulucami’de cuma namazları daha bir anlam kazanıyordu.
Cuma namazı öncesi gençler, yaşlı amcalar namaz öncesi avludaki çay ocağında çaylarını içer günlük sohbetler de bulunurlardı. O günün hutbesi merak edilirdi.
Ulucami o dönemler bir okul bir akademi gibiydi.
Okuldu, çocuklara Kuran’ı Kerim dersi verilir, namaz öğretilirdi. Akademiydi, özellikle gençler ve üniversite tahsilini yapanlar Mardin’e Ulucami’ye gelişlerinde okuduklarını, yazdıklarını burada diğer akranlarıyla tartışma, paylaşma durumları söz konusuydu. Çay ocağında çaylar eşliğinde saatler süren tartışma veya fikir teatisi süreçleri olurdu. Bazen sabah kurulan idealist yönetim anlayış tarzı akşam ezanı ile son bulurdu ama ahlak ve adalet adına bu fikir teatileri orada bulunanların ruh dünyalarına büyük bir katkı sağlardı.
Cuma günleri duyguların çoştuğu günlerdi. Rahmetli Hafız Hacı Ali Demir abimizin cuma ezanı ile manevi yolculuk başlardı.
İlk sünnet sonrası ezan ve akabinde Hasan Hocanın hutbesiyle ruhlar bazen ürperir bazen de teselli bulurdu. İslam dünyasının o dönemde ki perişan halini Hasan hoca vaaz ve hutbeleriyle şöyle haykırıyordu;
“Irak’ta, Çeçenistan’da, Filistin’de Bosna’da Müslümanların kanı oluk oluk akarken bizler yataklarımızda nasıl rahat uyuyabiliyoruz….?” serzenişi ve uyarısı ile ruhları titretirdi.
İslamı yaşayan müslümanların coğrafyamızda nasıl mağdur edildiğini, zulme uğradığını anlatırdı. İslama ve Müslümanlara destek olmamız gerektiğini ve bunun İslami bir dava olduğunu ifade ederdi.
İslam dünyasına yapılan bu saldırılar aslında inanç değerlerimize bir saldırıydı. Cemaat, İslam dünyasının perişanlığını daha iyi kavrardı. Cami içerisindeki cemaatin ruhu daha çok daralır ve bu saldırıların bitmesi için dualar edilirdi.
Bu konuda bir bilinçlenme olması en büyük idealdi. Bu sebeple cuma hutbe öncesi ümitsizlik ruh hali cuma hutbesiyle yerini umuda bırakıyordu.
Hutbe sonrası kılınan cuma namazı son sünnetler ve dualarla namaz faslı biter bu sefer çay ocağında yine hutbenin kritiği yapılırdı.
Çaylar eşliğinde şu sorulurdu;
” İslam dünyası neden bu halde, bizim de bir Selahattin Eyyübümüz olmayacak mıydı….?”
Ulucami cuma hutbeleri basma kalıp hutbeler değildi. Üzerinde çalışılan ve her bir ifadesi cemaatin gönlünde iz bırakan hutbelerdi. Bu sebeple de 28 Şubat sürecinde hutbe sebebiyle cezai soruşturmalar da olmuştu. Çünkü diyanetin ön gördüğü hutbeler dışında bir hutbe okunuyordu.
Ulucami’de yaz tatillerinde öğle namazı öncesi başlayan akademik fikir teatileri öğle namazı sonrasına kadar devam ederdi. İkindi namazı sonrası sohbetleri, ruh dünyasında huzur bırakan etkilerle, unutulmaz anlar arasında yer alırdı. Manevi ruh dünyası tatmin olmuş bir hal ile oradan bu defa üçyol parkına çay içmeye gidilir, akademik görüş alış verişler burada devam ederdi. Tabi büyükşehirlerde üniversite tahsili yapan gençlerde bir özgüven, farklı bir kompozisyon çizme istidadı vardı. Egonun farklı bir tezahür şekliydi işte.
Ulucami tarihinin en önemli anı-1994 yerel seçimler münasebetiyle Mardin’i ziyaret eden rahmetli Necmettin Erbakan Hocamızın cuma namazını burada kılması ve buradaki cemaat ve cami imamı Hasan hoca ile-kucaklaşması anıydı.
Ulucami cemaatinin o güne kadar siyasete girmemesi veya destek olma konusunda uzak durması bu kucaklaşmayı anlamlı kılmıştı.
O an orada temayüz eden ruh, cemaate ve camiye gelenler için bir dönüşüme vesile olmuştu.
Ulucami ruhu uzun yıllar Mardin’in muhafazakar ve müteddeyin yapısına çok ciddi katkı sağladı. Oradaki samimiyet ve hasbilik esnaf ve ticaret erbabının ahlakına edeb ve adalet duygusu olarak yansıdı. Bu konuda da Mardin’e İslami bir bilinç kazandırdı.
Allah rızasına uygun yaşam tarzı;
ahlak, adalet, edeb ve vefa olarak olarak toplumsal yaşama yansıyordu. Bu felsefeye uygun yaşam tarzı insanımıza daha çok özgüven veriyordu. Toplumda doğruluk duygusu daha çok önem kazanıyor ve buna uygun ticaret, insani ilişkiler geliştiriliyordu. Ama yeni yerleşim yerinin kurulması ve insanımızın çoğu Yenişehir’e taşınması ile Ulucami ruhu yavaş yavaş sönmeye başladı.
İhlas, samimiyet, hüsn-i niyet ve vefa duyguları yerine kazanç, çocukları yetiştirme, menfaat duyguları daha fazla ön plana çıkmaya başladı.
Cami çay ocağında yapılan akademik İslami fikir teatileri yerine hangi mağaza veya hangi arsayı alma fikri ön plana çıkmaya başladı.
Müslümanlar zenginleştikçe daha çok zekat verir ve ihtiyaç sahiplerine destek olur düşüncesi ile hareket etmeye başlayınca; kazanç elde etme hırsı inanç değerlerinin önüne geçti. Fakat daha çok kazanmanın vefa, ahlak, adalet, samimiyet ve inanç değerlerini nasıl yok ettiği fark edilemedi. Hayat felsefesi kazanma düsturu üzerine kurulunca insanların birbirlerine karşı vefa duyguları da pörsüdü…. Cemaat birbirini soramaz hale geldi.
Ulucami döneminde aldığımız ve baş ucumuzdan ayırmadığımız Seyyid Kutup, Mevdudi, Seyyid Hüseyin Nasır, Ali Şeriati, Aliya İzzetbegoviç, Mustafa İslamoğlu , Ali Bulaç, A.Rahman Dilipak, Hasan El-Benna gibi yazar ve entellektüellerin kitapları kütüphanemizde bir kitaptı artık.
İnternet ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla cuma namazından daha çok cuma mesajlarıyla ilgilenmeye başladık. Bazen aylarca birbirimizi görmememize rağmen ihtiyaç duyupta hal hatır sorma gereği duymaz olduk çünkü işimiz gücümüz ve ticaretimiz vardı.
Ulucami ruhunu terk etiğimiz gün aslında yaşamımızın hikmetini kaybettiğimizi fark edemedik.
Ak Partinin iktidarıyla da makam mevki talebimiz aslında bizim nefsimizle imtihanımızın başladığının da bir işaretiydi.
Artık birbirimizle kardeşlik hukuku çerçevesiyle değil makam mevki etiketimizle konuşur olduk.
Bütün müteddeyin yapıların iktidar döneminde düştüğü zafiyete belki biz de düşmüştük. Hikmetimizi yitirmiş ve arama gereği de duymamıştık.
Geldiğimiz noktada hikmeti arama arayışımızın bu çerçevede okunması gerektiğini düşünüyorum. Allah, tövbe edip yeniden başlayanların yardımcısıdır…...!
Vefa duygularımızın tekrar diriltilmesi anı gelmiştir.
Hayat akan bir nehir misalidir…..!
Hikmet deryasına dalıp; edep, ahlak, adalet ve vefa duygularını yeniden diriltmenin gayretinde olmalıyız.
Dünya imtihan dünyası ve bizler yaratıldığımız andan ölünceye kadar imtihan edileceğimizi hatırda tutarak arayışımıza devam etmeliyiz.…..