ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Ahlâkî duruşa olan ihtiyacı gerçekleştirelim!

Yaşadığımız toplumda dinin sâbiteleri ile değişkenlerinin düşünülemez hale gelmesi, imanımızın icaplarının amele dönüştürülmeyip mazeretlere/bahanelere sığınılması; dinimizi hayata müdahale etmeyen bir din anlayışına götürür. Önce çok üzüldüğümüz İslâm dışı hayat tarzına şimdi alıştık/alıştırılıyoruz. Ahlâkî duruşa olan ihtiyacımız var. Hiç olmazsa döne döne Yusuf suresini manasıyla (meali ve tefsiriyle) düşünerek/tefekkür ederek okuyup bir ‘nefs muhasebesi’ yapmalıyız. İlahiyatçı olmamız gerekmez. İçerisinde pek çok ders ve ibretin yer aldığı hayata dair âdeta bir rehber niteliği arz etmektedir.   Yusuf sûresinde anlatılan Hz. Yusuf, Aziz’in karısının zina teklifine karşı dururken aslında İslam ahlâkının temel niteliğini gösteriyor. Şu anda Türkiye’de çok büyük oranda televizyonlar, Facebook, sosyal medya vasıtasıyla işlenen büyük ahlâksızlığa karşı mümince bir duruşu nasıl ortaya koyacağız? Şeytanın bize sunmuş olduğu yaldızlı ahlâksızlıklara karşı, hangi zindanı tercih edeceğiz? Hz. Yusuf, “Ben zindanı tercih ederim” diyor. Bu duruş aslında ortaya çıkan bütün ahlâksızlığa karşı bir içe kapanma veya susma değil bilakis gücü oranında ahlâksızlığın önünü kesme çabasıdır. Burada ahlâkî duruşu ve ayrışmayı net ortaya koyan bir tavır görüyoruz. Bu duruş, televizyonda herhangi bir ahlâksız bir program yayınlandığında veya yazılı basında herhangi bir ahlâksız yayın yapıldığında ya da çevremizde herhangi bir ahlâksız görüldüğünde ortaya konacak olan sevgili Peygamberimizin elle düzeltme emrinin tecellisidir. Böylece müminler, bir kötülük, bir ahlâksızlık gördüğünde ona eliyle, diliyle ve kalben müdahale etme sisteminin ahlâk anlayışını ortaya koyduğu için Allah yeni bir ahlâkın Kur’an ahlâkının/Nebevi ahlâkın dirilmesini nasip edecektir. Bu müdahale Allah’ın iyiliği devamlı öven, iyiliği emredip yayan, iyiliği yaydığı için de cennette ‘selam size olsun’ âyetiyle karşılanan müminin tavrının ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. Kur’an günahı; kurtulması gereken bir yük, yıkanıp atılması gereken bir kir gibi göstermekle günahkâra en büyük ikramı yapmaktadır. Vahyin inşa ettiği insanımızın da tek derdi vardır: Yeter ki insan kendi kendine zulmetmesin. Yeter ki insan ebedî saadetini elleriyle yok etmesin. Yeter ki insan yaradılış amacına uygun davransın. Ahlaksızlığın alabildiğine yayıldığı ve artık çok normal görüldüğü böyle bir toplumda böylesine planlı bir gelişme karşısında mümin insanların net bir tavır koyması ve tıpkı Yusuf gibi bir ahlak isyanı başlatması gerekiyor. “Ben Rabbimden korkarım” diyerek bu ahlaksızlık karşısında net bir tavır almak ve ahlaki bir duruş sergilemek gerekiyor.Hepimiz bir nefs muhasebesi yapalım. İslam’ın alnı ak ahlâki kavramları, tıpkı annelerinden İslam fıtratıyla doğan çocuklara benzerler. İslam fıtratı üzerine doğan gül yüzlü güzel çocukları, başta ebeveynleri olmak üzere, onların zihnini ve kalbini kullananlar yoldan çıkarır. İşte onun gibi, gül yüzlü güzel kelimeler de, onlara en çok sahip çıkması gerekenler tarafından kirletilir, örselenir ve tacize uğrar. Kirletilen ahlâkî kavramlarımıza mı yanalım, İslam adına ortaya konan çirkinliklere mi yanalım, Allah adına aldatılan binlere mi yanalım, “ihlas” diye diye “diyalog” diye diye “hizmet” diye diye tüketilen değerlerimize mi yanalım, hoyratça kırılan umutlara mı yanalım, örselenen güven duygusuna mı yanalım, yoksa mağdur edilen insanlara mı yanalım? Hz. Yusuf’un “iffet gömleğini” kuşanalım. Yusuf’un ahlaki duruşunu, ahlak isyanını simgeler; Aziz’in karısının şeytanî teklifine karşı ve bizzat kendi nefsine karşı bir ahlak ayaklanmasını ifade eder. Bu bir duruştur, bir modeldir, bir hayat tarzıdır, vahyin hayata müdahalesidir. Bu çekirdek ümmetin ayırıcı vasfı, ekseru’n-nas’a değil ulu’l-elbab’a ait şahsiyetlerden oluşmuş olmasıdır. Bu şahsiyetleri de elbette vahiy inşa edecektir. Hayatın yeniden inşası, ancak böylesi bir topluluk eliyle gerçekleştirilebilecektir. Birinin ardında durmak, takip etmek, izini sürmek; Allah’a karşı haddini bilmek, eşyaya karşı değerini bilmek demektir. Allah’a karşı haddini bilen bir şahsiyet; Allah’a kul olmayı iradesinin en soylu seçimi bilir. Ancak böyle yaparsa eşyaya, dünyaya ve dünyalığa karşı değerini bilir. Bu durumda da ne kula kul olur, ne de eşyaya. Yusuf aleyhisselam zindan arkadaşlarına, niçin zindana girdiğini izah sadedinde ilginç bir ifade kullanır: “Terektü millete kavmin…”; yani “ben bir kavmin milletini terk ettim.” Bu çok çarpıcı bir ifadedir. Yusuf-ki dünya tarihinin gelmiş geçmiş en güzel yüzlü insanıdır- o genç yaşında bir ahlaki isyan gerçekleştirmiştir ve durumunu şöyle açıklamaktadır; “Ben ahlaksız bir kavmin din haline getirdiği ahlaksız hayat biçimini terk ettim, reddettim ve bu yüzden buradayım.Kur’an-ı Kerim’de Şuayb ve Lut Peygamberlere kendi kavimlerinin gösterdiği tepki de ilginçtir: “Sen eğer iddialarından vazgeçmezsen, seni sürgün ederiz, taşlayarak öldürürüz veya milletimize geri döndürürüz.” Yani demek istiyorlar ki, “sen bizim hayat tarzımıza karışmazsan veya yaşantımızı benimsersen, aramızda sorun kalmaz. Yoksa…” Kısacası, mesele hayat tarzı mücadelesinden ibaret. Peygamberimize daha ilk vahiyde “elbiseni temiz tut ve kötülüklerden hicret et” denmesinin anlamı da budur. Daha peygamberlik görevinin başında bir “ahlak isyanı” başlatması istenmektedir kendisinden. Öncelikli olarak bir ahlak ayaklanması başlatmak, bir ahlâkî duruş ortaya koymak gerekiyor. Dolayısıyla bu duruş eğer günümüzde de tam manasıyla sergilenebilirse, o zaman çok şeylerin değiştiği; ahlaksızlığın mum gibi erimeye başladığı ve bâtılın zeval bulmaya yüz tuttuğu görülecektir. Zaten işin aslına bakılırsa; uluslararası sistemin ve yerel uzantılarının, Müslümanların varlığını bir tehdit olarak görmeleri de onların ahlâkî duruşlarından kaynaklanıyor. Müslümanların ahlâken küresel değerlere (esasen batılı ya da Amerikan tipi hayat tarzına) itiraz etmelerinden kaynaklanıyor. Eğer, bu itiraz kesilirse Müslümanlarla bir sorunu kalmayacaktır. Kur’an-ı Kerim teorik ve soyut teklifler ortaya koymuyor; tamamen pratik, tamamen hayata ait, tamamen insan hayatında uygulanabilirliği olan emirler ve yasaklar vaz’ediyor. Hz. Peygamber’e ve onun şahsında bütün müminlere “emr olunduğun gibi dosdoğru ol” buyuruyor. Kur’an’ın emrettiklerini yapan, yasaklarından kaçınan gerçekten dosdoğru olur. Peygamberimizin saçlarını ağartan sorumluluk da budur. Kur’an’ı okumakla, öğrenmekle iş bitmiyor; asıl olan; amel etmek, uygulamak, yaşamak. Biraz felsefi söylersek yanlış, yalan bilgilere ve zihnimizi dolduran bilgi çöplüğüne, hayat tarzımıza giren günah kirlerine de ‘gusül abdesti’ aldırmak lazım. Sular kesilse bile “Tevbe Suyu” akıyor.
Ekleme Tarihi: 09 Ocak 2023 - Pazartesi

Ahlâkî duruşa olan ihtiyacı gerçekleştirelim!

Yaşadığımız toplumda dinin sâbiteleri ile değişkenlerinin düşünülemez hale gelmesi, imanımızın icaplarının amele dönüştürülmeyip mazeretlere/bahanelere sığınılması; dinimizi hayata müdahale etmeyen bir din anlayışına götürür. Önce çok üzüldüğümüz İslâm dışı hayat tarzına şimdi alıştık/alıştırılıyoruz. Ahlâkî duruşa olan ihtiyacımız var.

Hiç olmazsa döne döne Yusuf suresini manasıyla (meali ve tefsiriyle) düşünerek/tefekkür ederek okuyup bir ‘nefs muhasebesi’ yapmalıyız. İlahiyatçı olmamız gerekmez. İçerisinde pek çok ders ve ibretin yer aldığı hayata dair âdeta bir rehber niteliği arz etmektedir.  

Yusuf sûresinde anlatılan Hz. Yusuf, Aziz’in karısının zina teklifine karşı dururken aslında İslam ahlâkının temel niteliğini gösteriyor. Şu anda Türkiye’de çok büyük oranda televizyonlar, Facebook, sosyal medya vasıtasıyla işlenen büyük ahlâksızlığa karşı mümince bir duruşu nasıl ortaya koyacağız? Şeytanın bize sunmuş olduğu yaldızlı ahlâksızlıklara karşı, hangi zindanı tercih edeceğiz? Hz. Yusuf, “Ben zindanı tercih ederim” diyor. Bu duruş aslında ortaya çıkan bütün ahlâksızlığa karşı bir içe kapanma veya susma değil bilakis gücü oranında ahlâksızlığın önünü kesme çabasıdır. Burada ahlâkî duruşu ve ayrışmayı net ortaya koyan bir tavır görüyoruz. Bu duruş, televizyonda herhangi bir ahlâksız bir program yayınlandığında veya yazılı basında herhangi bir ahlâksız yayın yapıldığında ya da çevremizde herhangi bir ahlâksız görüldüğünde ortaya konacak olan sevgili Peygamberimizin elle düzeltme emrinin tecellisidir. Böylece müminler, bir kötülük, bir ahlâksızlık gördüğünde ona eliyle, diliyle ve kalben müdahale etme sisteminin ahlâk anlayışını ortaya koyduğu için Allah yeni bir ahlâkın Kur’an ahlâkının/Nebevi ahlâkın dirilmesini nasip edecektir. Bu müdahale Allah’ın iyiliği devamlı öven, iyiliği emredip yayan, iyiliği yaydığı için de cennette ‘selam size olsun’ âyetiyle karşılanan müminin tavrının ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. Kur’an günahı; kurtulması gereken bir yük, yıkanıp atılması gereken bir kir gibi göstermekle günahkâra en büyük ikramı yapmaktadır. Vahyin inşa ettiği insanımızın da tek derdi vardır: Yeter ki insan kendi kendine zulmetmesin. Yeter ki insan ebedî saadetini elleriyle yok etmesin. Yeter ki insan yaradılış amacına uygun davransın. Ahlaksızlığın alabildiğine yayıldığı ve artık çok normal görüldüğü böyle bir toplumda böylesine planlı bir gelişme karşısında mümin insanların net bir tavır koyması ve tıpkı Yusuf gibi bir ahlak isyanı başlatması gerekiyor. “Ben Rabbimden korkarım” diyerek bu ahlaksızlık karşısında net bir tavır almak ve ahlaki bir duruş sergilemek gerekiyor.Hepimiz bir nefs muhasebesi yapalım. İslam’ın alnı ak ahlâki kavramları, tıpkı annelerinden İslam fıtratıyla doğan çocuklara benzerler. İslam fıtratı üzerine doğan gül yüzlü güzel çocukları, başta ebeveynleri olmak üzere, onların zihnini ve kalbini kullananlar yoldan çıkarır. İşte onun gibi, gül yüzlü güzel kelimeler de, onlara en çok sahip çıkması gerekenler tarafından kirletilir, örselenir ve tacize uğrar. Kirletilen ahlâkî kavramlarımıza mı yanalım, İslam adına ortaya konan çirkinliklere mi yanalım, Allah adına aldatılan binlere mi yanalım, “ihlas” diye diye “diyalog” diye diye “hizmet” diye diye tüketilen değerlerimize mi yanalım, hoyratça kırılan umutlara mı yanalım, örselenen güven duygusuna mı yanalım, yoksa mağdur edilen insanlara mı yanalım? Hz. Yusuf’un “iffet gömleğini” kuşanalım. Yusuf’un ahlaki duruşunu, ahlak isyanını simgeler; Aziz’in karısının şeytanî teklifine karşı ve bizzat kendi nefsine karşı bir ahlak ayaklanmasını ifade eder. Bu bir duruştur, bir modeldir, bir hayat tarzıdır, vahyin hayata müdahalesidir. Bu çekirdek ümmetin ayırıcı vasfı, ekseru’n-nas’a değil ulu’l-elbab’a ait şahsiyetlerden oluşmuş olmasıdır. Bu şahsiyetleri de elbette vahiy inşa edecektir. Hayatın yeniden inşası, ancak böylesi bir topluluk eliyle gerçekleştirilebilecektir. Birinin ardında durmak, takip etmek, izini sürmek; Allah’a karşı haddini bilmek, eşyaya karşı değerini bilmek demektir. Allah’a karşı haddini bilen bir şahsiyet; Allah’a kul olmayı iradesinin en soylu seçimi bilir. Ancak böyle yaparsa eşyaya, dünyaya ve dünyalığa karşı değerini bilir. Bu durumda da ne kula kul olur, ne de eşyaya. Yusuf aleyhisselam zindan arkadaşlarına, niçin zindana girdiğini izah sadedinde ilginç bir ifade kullanır: “Terektü millete kavmin…”; yani “ben bir kavmin milletini terk ettim.” Bu çok çarpıcı bir ifadedir. Yusuf-ki dünya tarihinin gelmiş geçmiş en güzel yüzlü insanıdır- o genç yaşında bir ahlaki isyan gerçekleştirmiştir ve durumunu şöyle açıklamaktadır; “Ben ahlaksız bir kavmin din haline getirdiği ahlaksız hayat biçimini terk ettim, reddettim ve bu yüzden buradayım.Kur’an-ı Kerim’de Şuayb ve Lut Peygamberlere kendi kavimlerinin gösterdiği tepki de ilginçtir: “Sen eğer iddialarından vazgeçmezsen, seni sürgün ederiz, taşlayarak öldürürüz veya milletimize geri döndürürüz.” Yani demek istiyorlar ki, “sen bizim hayat tarzımıza karışmazsan veya yaşantımızı benimsersen, aramızda sorun kalmaz. Yoksa…” Kısacası, mesele hayat tarzı mücadelesinden ibaret. Peygamberimize daha ilk vahiyde “elbiseni temiz tut ve kötülüklerden hicret et” denmesinin anlamı da budur. Daha peygamberlik görevinin başında bir “ahlak isyanı” başlatması istenmektedir kendisinden. Öncelikli olarak bir ahlak ayaklanması başlatmak, bir ahlâkî duruş ortaya koymak gerekiyor. Dolayısıyla bu duruş eğer günümüzde de tam manasıyla sergilenebilirse, o zaman çok şeylerin değiştiği; ahlaksızlığın mum gibi erimeye başladığı ve bâtılın zeval bulmaya yüz tuttuğu görülecektir. Zaten işin aslına bakılırsa; uluslararası sistemin ve yerel uzantılarının, Müslümanların varlığını bir tehdit olarak görmeleri de onların ahlâkî duruşlarından kaynaklanıyor. Müslümanların ahlâken küresel değerlere (esasen batılı ya da Amerikan tipi hayat tarzına) itiraz etmelerinden kaynaklanıyor. Eğer, bu itiraz kesilirse Müslümanlarla bir sorunu kalmayacaktır. Kur’an-ı Kerim teorik ve soyut teklifler ortaya koymuyor; tamamen pratik, tamamen hayata ait, tamamen insan hayatında uygulanabilirliği olan emirler ve yasaklar vaz’ediyor. Hz. Peygamber’e ve onun şahsında bütün müminlere “emr olunduğun gibi dosdoğru ol” buyuruyor. Kur’an’ın emrettiklerini yapan, yasaklarından kaçınan gerçekten dosdoğru olur. Peygamberimizin saçlarını ağartan sorumluluk da budur. Kur’an’ı okumakla, öğrenmekle iş bitmiyor; asıl olan; amel etmek, uygulamak, yaşamak. Biraz felsefi söylersek yanlış, yalan bilgilere ve zihnimizi dolduran bilgi çöplüğüne, hayat tarzımıza giren günah kirlerine de ‘gusül abdesti’ aldırmak lazım. Sular kesilse bile “Tevbe Suyu” akıyor.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.