HASAN’IN RÜYASI
Seni sorguladılar Rapunzel hem de sımsıcak ve sırılsıklam gece de…. Serenat yaptığın gece de.
Rapunzel ne ki? diye sordular.
Sevdaya yazılan şiirdi.
….
Sibak oluşturmaya çalıştılar…
Evet Rapunzel senin bir Semerkantlı olduğunu unutarak.
Bir gün bir rüya gördü Semerkantlı Hasan ve o rüyanın peşine takıldı.
O rüyayı gördü tekrar….
Ve o rüyadakine rastladı….
Mecnun duvarları öpüyordu. Kapı tokmaklarını, şehrin duvarlarını elliyordu.
Mecnun’a neden bunu yaptığını sordu Hasan.
Mecnun;
“Bu kapı tokmağına, bu duvarlara kısaca şu gördüğün şehrin her şeyine her mekanına Leyla’nın sevgisi sinmiş
onun için öpüyorum ve dokunuyorum.” dedi.
Bu sözlerden dolayı irkildi Hasan ve gördüğü rüyanın peşinden gitmeye devam etti.
Bu rüya onu İbni Hazım’lara, oradan Endülüs‘e, Endülüsten İmam Gazali’ye götürdü.
İmam Gazali şöyle diyordu;
“ Mecnun’un sevgisi, sevginin şiddetli halini göstermektedir.”
O zaman Hasan şunu anladı ki Mecnun’un sevgisi, şiddetli bir sevgidir ve onu Kays etmişti.
O halde sevgi nedir? diye düşündü.
Allah, insanlara kendini ruhundan bir ruhu üfürdüğünü vahyedir. İşte o ruh sevgidir!
Onun için paylaşıldıkça artan tek hazine. O, kalplerdedir doğadan varlıklara, kişiden kişiye yansır, tecessüm
eder.
Allah’ın üfürdüğü ruh; bazen bir hat sanatında, bazen su dolu göller de, bazen denizlerde bazen sibak’ta kendini
tecelli ettirir.
Hayatla ilintilidir…..
Sevgi böylesi mekanlarda, sanatsal aktivitelerde tecessüm edebileceği gibi kişilerde de tecessüm edebiliyor.
Peki sevgi hangi işlerde tecessüm edebilir….?
Rapunzel bir ayrılık şiiriydi. Bir sevgilinin sevgisinden ayrılmasını ifade eder. Ya serenat neydi? Seranat,
sevilenin kapısını önünde verilen bir mücadelenin adıydı.
Sevdalının düşüncelerin de yazılarında; Rapunzel, Endülüs, serenat tecessüm eder ve bu fikir çerçevesinde
sevdasını ifade etmeye çalışırdı.
O, sevginin kardeşi kimdi?
Hep şu akla gelir; “Zahit..!”
Züht sahibi, Allah korkusuyla dünya nimetlerinden el çeken muttaki, ehli tasavvuf….
Sevginin kardeşi Zahit ile yol alınır ve o yolda sevginin zerrecikleri keşfedilirdi.
Zahit ile yolculukta, irfani hikmet ve sevda konuşulur dergâha varılıncaya kadar.
Hikmet yurdunda gelenek ve irfanın fazileti anlatılır….
Sevgi bu kadar ağır yükü taşıyabilir mi?
Dergahtaki anlayış, sevda bir yaşam felsefesidir. Bir yaşam biçimidir. İnsana hayatiyet ve aidiyet veren, insanı
insan eden bir kudrettir. Tüketildikçe artandır…...
Madem ki sevgi insanın kendi üzerindeki kullanma hakkını sevgilisine devretmek ise biz de bu hakkımızı
sevgiliye neden devretmiyelim…?
Hele Sevgili O ise…
Sevginin hali; Mecnun gibi arayışlara, ve bu arayışın bir yaşam tarzına dönüşmesine, yaşananların yazıya
dökülmesine, ortaya çıkan eserlerin yaşam sanatı haline getirilmesine, arayışlarda hayatın bir çölleşme olarak
algılanmasına ve bu algıda su bulamama endişesi yaşayan zahit gibi durumlara düşülen bir haldi.
Bazen susuzluktan çölde serap görülür. İşte hikmeti arayan bizlerde serap görenlerdeniz.
Sevgi, bu arayış halinde tecelli eder.
Susuzluğumuz bize bir yanılsamanın içinde olduğumuzu hissettiriyordu onun serap olduğunu bilemiyorduk.
1 4 9+ 1 HASAN’IN RÜYASI Seni sorguladılar Rapunzel... - Mehmet Beşir Ayanoğlu | Facebook
10.06.2022 14:16 HASAN’IN RÜYASI Seni sorguladılar Rapunzel... - Mehmet Beşir Ayanoğlu | Facebook
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10160163212354668&id=539839667 2/3
Platonizmin ne olduğunu anlamalıydık.
Aruz vezni ile Fuzuli bize divandan selam gönderiyordu.
Yunus Emre, Taptuk dergahından bize “hal’ini” anlatıyordu.
Mevlana semahıyla bize “sevin” diyordu.
Leo buscaglia, sevginin bir felsefesinin olduğunu ve sevginin bir felsefe de belirdiğini bu şekliyle tecessüm
ettiğini bize anlatıyordu.
Gördüğümüz rüyalar ve susuzluktan hissettiğimiz seraplar bizi bir cennet bağı hülyasına götürüyordu. Cennet
bağında olması gereken sevgi zerrecikleri, irfan ve hikmet ile tecessüm etmediklerinden bulamıyorduk,
göremiyorduk. Arayışımız sürüyordu.
Modern yaşamda maalesef sevgi tükenmişti/tüketilmişti. Çünkü buradaki sevgiyi maddi olanla tebdil edilmişti.
Söndürmüşlerdi gönüllerdeki heyecanı.
İbni Hazm’ı kendi gerçekliğinden koparmışlardı.
Ve biz Semerkant’lıyı veya Buhara’lıyı ararken maalesef yerlerinde bulamıyorduk.
Peki neden Semerkant’lıyı Buhara’lıyı arıyorduk ki?
Semerkantlı bakirdi. Günahla yolu kesişmemişti. Yanlışın kıyısından geçmemişti. İbni Hazm’ın felsefesinde ki en
doğal ve doğru ruh halini yaşıyordu. İşte bu sebeple de rüyaları da kendisi gibi bakirdi. İncitmemişti ve
yaralamamıştı. Bu sebeple ideal olan ve murat edilenin yolundaydı.
Yanlışı yaşamamıştı hiçbir zaman. Saf ve temizdi. Efsaneydi o.
Eski ahite ve yeni ahitte de Semerkant’lının masumiyetinden bahsedilmişti.
O sevgiyi doğurandı. Merhamet ve vicdandı.
Semerkantlı ruhunu şehirlere de yansıtmıştı. Bozkırlar arasında ki şehirlerde, ruhu tecessüm etmişti. Pencere ve
kapılar da duvarlarda keskinlik arz etmeyen bir tecessüm şekliydi.
Gönül bağlamıştı rüya gören Hasan bu sebeple Semerkant’lıya.
Kitaplar dolusu kütüphaneler oluşturmuştu.
Hasan rüyasının peşindeydi.
Hasan için Semerkantlı bir yaşam felsefesi ve hayat tarzıydı. Çünkü o sevginin tezahürüydü.
Semerkant ile Endülüs birbirini çağrıştırıyor du mekan olarak.
Aynı ruh özelliklerini taşıyorlardı.
Ortak özellikleri neydi?
İkisi de vahyin ışığında derlenmişlerdi. Peygamber efendimizin (sav) yaşam felsefesindeydiler.
Endülüs’e sevgi nasıl yansımıştı? O gizemdi. İçindeki sırrı hala saklı tutar.
Endülüs, Semerkant’ın aksine suskundur. Yıllar öncesi yaşadığı zulmün etkisindeydi. Ama içindeki o eşsiz ruh
bir gün üzerinde ki ataleti, esareti atmasına vesile olacaktır.
Bütün sevdalar ve Hasan’ın rüyasını şekillendiren temel felsefe Semerkant ve Endülüste bir tek kapıda
tecessüm ediyordu.
O kapıda “Kadir’i Mutlak’tır!”
Kadir’i Mutlak tevhittir. Yaradanı anlatır.
Yaratılan sevilir yaradandan dolayı. Bu sebeple Taptuk Emre ayaklarına kapanır Yunus.
Sevgisi o kadar şiddetli ki hocasının biricik kızında tecessüm eder aşk ona. Onda seraplar görür. O sevda onu
yola sürükler “Kadir-i Mutlak-ı” arar durur. Dağları aşar ve her dağı devşirdiğinde onun için daha çok gözyaşı
döker taki yılanı urgan ipine dönüştürünceye kadar. Taki cennet bahçesini reddedinceya kadar.
Onun için Yunus,
“Cennet Cennet dedikleri bir kaç köşkle bir kaç huri,
İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni.” der…
Evet Yunus O’nu istiyordu. O’nun aşkına yanıyordu. Ama Hasan, Semerkantta hala Semerkant‘lıyı arıyordu.
Aşk mekanlarda tecessüm ediyordu. Semerkand’da Semerkant’lıyla, Endülüs’te İbni Hazım’la. Konya’da da
Taptuk Emre dergahında. Bu mekanlarda aşkın tecessüm hali ile yeni HİKMET’lerin, İRFAN’ların inkişafına
vesile oluyordu.
Güzel sözler, güzel haller ortaya çıkarıyordu.
Semerkant’lı Hasan rüyasındaki sırrı çözmüştü. Mecnun görünürde Leyla’ya aşıktı ama aslında vicdan ve
fıtratının derinlerindeki aşka tutkundu. O’da ilahi aşktı. Kendisi de bundan habersizdir. Çünkü insan “sınırlı”,
“geçici” ve “fani” şeylere aşık olmaz/olamaz. İnsan fıtratı gereği “Mutlak Kemal’e” aşıktır.
Aşk Mardin’de Ulucamii’deydi…Latifeye’de, Şehidiye’de, Kasimiye’de, Zinciriye’de, Bab-ı Sordaydı……
Melik Mahmut’taydı, Kal’ıt Mar’adaydı. Deyrul’zafarandaydı.
Farklı dilde ve dualardaydı.
Ama hep vardı……