Meselelerimizi belirli seviyede kırmadan, dökmeden tartışabilmeliyiz. Hele tarihimizi öğrenirken dikkatli, hassas, belgelere dayanarak öğrenmeli, hak ve hakikatin istikametinde düşünmeliyiz. Doğru kimden gelirse gelsin kabullenmeli, yanlış da kimden gelirse gelsin red ederek kabullenmemeliyiz. Zalim kim olursa olsun karşı çıkmalı, mazlum da kim olursa olsun sahip çıkılarak zalimin elinden kurtarmalıyız. Fikri meselelerimizi ilmî olarak çözmeli, slogan nutuklarından uzak durmalıyız. Bu ilke ve prensipler ışığında olayları konuşabiliriz. Gündeme oturan sorunlardan da kurtulmalıyız.
Harf inkılabı için durum tespiti yapıp söylenen (Mahir Ünal’ın konuşması) sözlere yapılan hakaretler, seviyesiz cevaplar, doğrulara karşı olmanın particiliğini yapanların içler acısı halleri de bir başka üzüntümüz. Orta sağa hitabeden (güya) ülkücü olan parti Başkanının tarihini hiç bilmemesi hatta bilmediğini de bilmemesi siyasilere de ders olmalı. Yakın tarihi de öğrenmeli. Hakaret etmeden, padişahlarına dil uzatmadan konuşmalı/dinlemeli. Siyah-beyaz kesin ve peşin hükümden de uzaklaşmalı. Dil uzattığı Abdülhamid bilinmeden yakın tarih bilinemez. Dünyanın (devletlerin ve insanlığın) başına bela olan İsrail’in devlet kurmasına izin vermeyen, iç ve dış düşmanların (bilhassa içimizdeki ihanet eden kendi özünden kopmuş/koparılmış kendi evlatları tarafının da iştirakiyle) yıkılan/yıktırılan Osmanlı Devleti bilinmeden de ‘devlet ve siyaset adamlığı’ yapılamaz. Bu vatanı, bu devleti bize emanet eden ecdadın, padişahların aile efradıyla sürgün edilip kendi vatan topraklarına hasret bırakılıp yurt dışında hâkim iken hâdim edecek duruma sokulması, borçları yüzünden tabutuna hâciz konulacak hale getirilmesi bilinmeden bir de utanmadan, sıkılmadan, edep ve hâyâsını kaybedenler bu millete, bu devlete hangi hizmeti verebilirler. Türkiye’nin ruhu İslam’dır. İslam, bu toplumun, varlık sebebidir. Sırf bizim değil, insanlığın huzur bulması, devletlerin sömürgecilikten maiyetindeki insanları asimile etmekten kurtarıp kendi kültürüyle yaşamalarını temin edecek tek medeniyet İslam Medeniyeti’dir. Bu medeniyeti yaşatan da Osmalı Devleti’ydi. Bu devletin devamı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Dinimiz kıyamete kadar baki kalacağından, devletimize de devlet-i ebed-müddet diyoruz. ‘Allah milletimize devletimize zeval vermesin.’ Duası devlete halk diliyle nasıl bakıldığının da göstergesi. İlayı kelimetullah; devletimizin ideali ve mefkûresi.
29 Ekim Cumhuriyet değerlendirilmeli. Cumhuriyetin ilanına kadar olan tarih, Cumhuriyetin ilanıyla başlayan inkılaplarla devam eden ve kendi kavramlarımızın öğretilmeyip Batı’nın uşaklığına tâbi olmanın sonuçları da ayrıca değerlendirilmeli. Okuyarak düşünen, düşünerek okuyan insanımızı yetiştirmemizi, eğitim sisteminin bize ait olmadığını, mezunlarımızın vatan-millet-ümmet-devlet düşmanı olmadan mezun etmemiz şarttır. Cumhuriyet rejimine geçiş ile bilhassa tek parti ve şeflik yönetiminin sonuna kadar, Batılılaşma resmî ideolojinin önemli bir parçasını teşkil etmiştir. Her 29 Ekim arifesinde geçmişe dalar gider, hâlimizi düşünür, geleceğe korku-ümit arası bir duyguyla bakarım. ‘29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na yüklenen haddi aşan övmeci mantığı da, protokollere hapsedilen ‘devletçi yapı’dan da ‘cumhursuz cumhuriyet’ katılımlarından da rahatsız olurum. 99 yıllık (2022-1923=99) tarihin ilk 50 yılına baktığımızda; katledilen özgürlükler, sıra sıra darağaçları, İstiklâl Mahkemeleri, Takriri Sükûn’lar, zulümler, işkenceler. “Allah!” demenin yasak olduğu, cenazeleri kaldıracak din adamı bulunmadığı için cenazelerin koktuğu dönemler. İsviçre’den alınan, kanunlar bu dönemde yapılmış, yaptırılmıştır. Cumhuriyet süreci, Tanzimat’ın uzantısıydı. Cumhuriyet’le birlikte benimsediğimiz radikal modernleşme/sekülerleşme projesi, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etmemizi, Batılı bir yörüngeye girmemizi emrediyordu. Türkiye, Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştirilemedi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte “çağdaşlaşma” adıyla ‘Batı Uygarlığı’ ile Batı uşaklığına giriş yapıldı. Dünyanın hiçbir yerinde zihni, bütün inanç değerleri ezanı, müziği bile yasaklanan İslâm’dan arındırılmış bir dünya oluşturan, milli ve manevi değerleri dinamitlenen bizim gibi bir toplum gösteremezsiniz. Bu toplumu var eden, var kılan İslâm’dır. Cumhuriyet dönemi; modernleşmeyi sınırlı bir alanda değil de sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda bir bütün olarak gerçekleştirmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır. Bütün bunlar milletimizin manevi dünyasının çökmesi, çöktürülmesi değil mi? Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyamızı kuramazken, başkalarının kanunlarıyla mı yaşayacağız? Kültürel inkâr yaşanmadı mı, yaşatılmadı mı? Fiilen işgal edilmedik ama zihnen işgal edilmedik mi? Bir toplumun kendini kaybetmesinden, daha büyük bir kayıp olabilir mi? Batılılara karşı istiklal savaşı vermedik mi? Batılıların işgal ettiklerinde yapacakları cinayetlerden daha fazlasını kendi insanımıza yapmadık mı? O zaman biz kiminle ne diye savaştık? Biz Müslümanlar kimsenin kutsalına saldırmayız. Ama muhataplarımız kafa yapısını din haline getirdi. Fikri meseleleri konuşamaz, ifade edemez hale getirildik. Her 29 Ekim Cumhuriyet günlerinde, bizim tarihi hakikatlerden kaçma yerine, ‘tarihi muhasebe yapma’ günleri olarak değerlendirme yapmalıyız. Bayram ilan etmeler, meddahlık yapmalar, putlaştırmalar yerine; Cumhuriyeti kurarken, katlettikleri özümüzü, değerlerimizi hatırlayarak/hatırlatarak, tarihi hakikatlerle yüzleşmek zorundayız. ‘29 Ekim’leri protokol kutlamalarından kurtarıp mâzi-hâl-istikbal muhasebesi yapılabilir. Cumhuriyet, bir İslâm devleti olarak kurulmuştu. 1928 yılına kadar Anayasa’nın ikinci maddesinde, “devletin dini, din-i İslâm’dır”, diye yazıyordu. Bu madde anayasadan çıkarıldı? Bütün ‘Müslümanların başı’ olmanın sembolü ‘hilafet’ niçin kaldırıldı? Büyük bir zafer antlaşması gibi kutlanan ‘Lozan antlaşması’nın gizli maddeleri neydi? Ezanın asli okunuşunun Türkçe’ye çevrilişinden, İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinin (Fatih Sultan Mehmet’in çevirene “Allah’ın meleklerin lâneti üzerine olsun.” Bedduasını almasına) bin yıllık devletin 1923’te kurulmuş devlet gösterilip geçmişin silinmesinin yerleştirilmesine varıncaya kadar. Bir makaleye sığmayacak meseleler. Kökümüzden koparılmanın, neyi/neleri yitirdiğimizi bilmemiz lazım. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. 29 Ekim Cumhuriyet’in ilan günlerini kutlarken bu duyguları unutmayıp canlı tutmalıyız. Ülkemize, milletimize, devletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. 29 Ekim; Müslümanların son iki asırdır Batılılara karşı yaşadığı aşağılık kompleksinden kurtulduğumuz gün olsun. Cumhuriyet’e geçilen süreçte yenilgi psikolojisinden kurtulduğumuz takvim olsun. Başkalarının kurallarıyla kendi dünyamızı kuramayacağımız için, kendi dünyamızı kuracağımız günlerden olsun. İmanımız, istiklâlimiz, vatanımız, istikbâlimiz için nice zorlukları göğüsleyen bir milletiz. Bu devlet de 29 Ekim 1923’de kurulan bir devlet değil. ‘Kökü mâzide olan âtiyiz’ biz. Sabrettik, canla başla mücadele ettik ama hiçbir zaman yılmadık, yıkılmadık, ümitsizliğe kapılmadık. Allah’a güvendik ve O’nun yardımıyla bütün emperyalist devletlerle mücadele ve mücâhede ettik. Kazandığımız zaferlerle, tarihe vurduğumuz mühürlerle bugünlere geldik.
Türkiye’nin her alanda güçlenmesini sağlamalıyız. El birliği, gönül birliği, millet-ümmet buluşması ve lider Türkiye heyecanıyla…
Anasayfa
Yazarlar
Yaşar Değirmenci
Yazı Detayı
Bu yazı 156+ kez okundu.
29 Ekim’in Düşündürdükleri
Meselelerimizi belirli seviyede kırmadan, dökmeden tartışabilmeliyiz. Hele tarihimizi öğrenirken dikkatli, hassas, belgelere dayanarak öğrenmeli, hak ve hakikatin istikametinde düşünmeliyiz. Doğru kimden gelirse gelsin kabullenmeli, yanlış da kimden gelirse gelsin red ederek kabullenmemeliyiz. Zalim kim olursa olsun karşı çıkmalı, mazlum da kim olursa olsun sahip çıkılarak zalimin elinden kurtarmalıyız. Fikri meselelerimizi ilmî olarak çözmeli, slogan nutuklarından uzak durmalıyız. Bu ilke ve prensipler ışığında olayları konuşabiliriz. Gündeme oturan sorunlardan da kurtulmalıyız.
Harf inkılabı için durum tespiti yapıp söylenen (Mahir Ünal’ın konuşması) sözlere yapılan hakaretler, seviyesiz cevaplar, doğrulara karşı olmanın particiliğini yapanların içler acısı halleri de bir başka üzüntümüz. Orta sağa hitabeden (güya) ülkücü olan parti Başkanının tarihini hiç bilmemesi hatta bilmediğini de bilmemesi siyasilere de ders olmalı. Yakın tarihi de öğrenmeli. Hakaret etmeden, padişahlarına dil uzatmadan konuşmalı/dinlemeli. Siyah-beyaz kesin ve peşin hükümden de uzaklaşmalı. Dil uzattığı Abdülhamid bilinmeden yakın tarih bilinemez. Dünyanın (devletlerin ve insanlığın) başına bela olan İsrail’in devlet kurmasına izin vermeyen, iç ve dış düşmanların (bilhassa içimizdeki ihanet eden kendi özünden kopmuş/koparılmış kendi evlatları tarafının da iştirakiyle) yıkılan/yıktırılan Osmanlı Devleti bilinmeden de ‘devlet ve siyaset adamlığı’ yapılamaz. Bu vatanı, bu devleti bize emanet eden ecdadın, padişahların aile efradıyla sürgün edilip kendi vatan topraklarına hasret bırakılıp yurt dışında hâkim iken hâdim edecek duruma sokulması, borçları yüzünden tabutuna hâciz konulacak hale getirilmesi bilinmeden bir de utanmadan, sıkılmadan, edep ve hâyâsını kaybedenler bu millete, bu devlete hangi hizmeti verebilirler. Türkiye’nin ruhu İslam’dır. İslam, bu toplumun, varlık sebebidir. Sırf bizim değil, insanlığın huzur bulması, devletlerin sömürgecilikten maiyetindeki insanları asimile etmekten kurtarıp kendi kültürüyle yaşamalarını temin edecek tek medeniyet İslam Medeniyeti’dir. Bu medeniyeti yaşatan da Osmalı Devleti’ydi. Bu devletin devamı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Dinimiz kıyamete kadar baki kalacağından, devletimize de devlet-i ebed-müddet diyoruz. ‘Allah milletimize devletimize zeval vermesin.’ Duası devlete halk diliyle nasıl bakıldığının da göstergesi. İlayı kelimetullah; devletimizin ideali ve mefkûresi.
29 Ekim Cumhuriyet değerlendirilmeli. Cumhuriyetin ilanına kadar olan tarih, Cumhuriyetin ilanıyla başlayan inkılaplarla devam eden ve kendi kavramlarımızın öğretilmeyip Batı’nın uşaklığına tâbi olmanın sonuçları da ayrıca değerlendirilmeli. Okuyarak düşünen, düşünerek okuyan insanımızı yetiştirmemizi, eğitim sisteminin bize ait olmadığını, mezunlarımızın vatan-millet-ümmet-devlet düşmanı olmadan mezun etmemiz şarttır. Cumhuriyet rejimine geçiş ile bilhassa tek parti ve şeflik yönetiminin sonuna kadar, Batılılaşma resmî ideolojinin önemli bir parçasını teşkil etmiştir. Her 29 Ekim arifesinde geçmişe dalar gider, hâlimizi düşünür, geleceğe korku-ümit arası bir duyguyla bakarım. ‘29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na yüklenen haddi aşan övmeci mantığı da, protokollere hapsedilen ‘devletçi yapı’dan da ‘cumhursuz cumhuriyet’ katılımlarından da rahatsız olurum. 99 yıllık (2022-1923=99) tarihin ilk 50 yılına baktığımızda; katledilen özgürlükler, sıra sıra darağaçları, İstiklâl Mahkemeleri, Takriri Sükûn’lar, zulümler, işkenceler. “Allah!” demenin yasak olduğu, cenazeleri kaldıracak din adamı bulunmadığı için cenazelerin koktuğu dönemler. İsviçre’den alınan, kanunlar bu dönemde yapılmış, yaptırılmıştır. Cumhuriyet süreci, Tanzimat’ın uzantısıydı. Cumhuriyet’le birlikte benimsediğimiz radikal modernleşme/sekülerleşme projesi, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etmemizi, Batılı bir yörüngeye girmemizi emrediyordu. Türkiye, Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştirilemedi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte “çağdaşlaşma” adıyla ‘Batı Uygarlığı’ ile Batı uşaklığına giriş yapıldı. Dünyanın hiçbir yerinde zihni, bütün inanç değerleri ezanı, müziği bile yasaklanan İslâm’dan arındırılmış bir dünya oluşturan, milli ve manevi değerleri dinamitlenen bizim gibi bir toplum gösteremezsiniz. Bu toplumu var eden, var kılan İslâm’dır. Cumhuriyet dönemi; modernleşmeyi sınırlı bir alanda değil de sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda bir bütün olarak gerçekleştirmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır. Bütün bunlar milletimizin manevi dünyasının çökmesi, çöktürülmesi değil mi? Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyamızı kuramazken, başkalarının kanunlarıyla mı yaşayacağız? Kültürel inkâr yaşanmadı mı, yaşatılmadı mı? Fiilen işgal edilmedik ama zihnen işgal edilmedik mi? Bir toplumun kendini kaybetmesinden, daha büyük bir kayıp olabilir mi? Batılılara karşı istiklal savaşı vermedik mi? Batılıların işgal ettiklerinde yapacakları cinayetlerden daha fazlasını kendi insanımıza yapmadık mı? O zaman biz kiminle ne diye savaştık? Biz Müslümanlar kimsenin kutsalına saldırmayız. Ama muhataplarımız kafa yapısını din haline getirdi. Fikri meseleleri konuşamaz, ifade edemez hale getirildik. Her 29 Ekim Cumhuriyet günlerinde, bizim tarihi hakikatlerden kaçma yerine, ‘tarihi muhasebe yapma’ günleri olarak değerlendirme yapmalıyız. Bayram ilan etmeler, meddahlık yapmalar, putlaştırmalar yerine; Cumhuriyeti kurarken, katlettikleri özümüzü, değerlerimizi hatırlayarak/hatırlatarak, tarihi hakikatlerle yüzleşmek zorundayız. ‘29 Ekim’leri protokol kutlamalarından kurtarıp mâzi-hâl-istikbal muhasebesi yapılabilir. Cumhuriyet, bir İslâm devleti olarak kurulmuştu. 1928 yılına kadar Anayasa’nın ikinci maddesinde, “devletin dini, din-i İslâm’dır”, diye yazıyordu. Bu madde anayasadan çıkarıldı? Bütün ‘Müslümanların başı’ olmanın sembolü ‘hilafet’ niçin kaldırıldı? Büyük bir zafer antlaşması gibi kutlanan ‘Lozan antlaşması’nın gizli maddeleri neydi? Ezanın asli okunuşunun Türkçe’ye çevrilişinden, İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinin (Fatih Sultan Mehmet’in çevirene “Allah’ın meleklerin lâneti üzerine olsun.” Bedduasını almasına) bin yıllık devletin 1923’te kurulmuş devlet gösterilip geçmişin silinmesinin yerleştirilmesine varıncaya kadar. Bir makaleye sığmayacak meseleler. Kökümüzden koparılmanın, neyi/neleri yitirdiğimizi bilmemiz lazım. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. 29 Ekim Cumhuriyet’in ilan günlerini kutlarken bu duyguları unutmayıp canlı tutmalıyız. Ülkemize, milletimize, devletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. 29 Ekim; Müslümanların son iki asırdır Batılılara karşı yaşadığı aşağılık kompleksinden kurtulduğumuz gün olsun. Cumhuriyet’e geçilen süreçte yenilgi psikolojisinden kurtulduğumuz takvim olsun. Başkalarının kurallarıyla kendi dünyamızı kuramayacağımız için, kendi dünyamızı kuracağımız günlerden olsun. İmanımız, istiklâlimiz, vatanımız, istikbâlimiz için nice zorlukları göğüsleyen bir milletiz. Bu devlet de 29 Ekim 1923’de kurulan bir devlet değil. ‘Kökü mâzide olan âtiyiz’ biz. Sabrettik, canla başla mücadele ettik ama hiçbir zaman yılmadık, yıkılmadık, ümitsizliğe kapılmadık. Allah’a güvendik ve O’nun yardımıyla bütün emperyalist devletlerle mücadele ve mücâhede ettik. Kazandığımız zaferlerle, tarihe vurduğumuz mühürlerle bugünlere geldik.
Türkiye’nin her alanda güçlenmesini sağlamalıyız. El birliği, gönül birliği, millet-ümmet buluşması ve lider Türkiye heyecanıyla…
Ekleme
Tarihi: 29 Ekim 2022 - Cumartesi
29 Ekim’in Düşündürdükleri
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.