Ailenin tarihe karışacağı bir süreç yaşıyoruz. Bu süreç postmodern süreçtir. Postmodernlik ile birlikte aile fikri ortadan kalkmıştır. Şimdi işi eşcinselliğe döktüler. Bir sürü Batı kavramlarıyla düşünen, duyan, zihni esareti yaşıyoruz. Mesela bir kadın hakları, feminizm, özgürlük çığırtkanlıklara başladılar. Fikir yok sadece bağırıp çığırmak var. Tabii ışıltılı pırıltılı âletlerle. Feminizm, kadını kapitalizmin kölesi haline getirir. Görüyoruz işte söylemlerini: ‘Bedenim benim malımdır. İstediğim haltı yerim!’ diyor. Böyle sahip çıkıyor güya bedenine. Bedenini kapitalizm delik deşik ediyor, sömürüyor. Kadının teşhir metaı haline getirilip, ürettikleri malları satabilmek için kullanılan kim? Kadın! Ona değer verip evini, yuvasını, Allah’ın en güzel emanetleri yavrularımızı teslim ettiğimiz kim? Hanımefendiler, Kadınlarımız. Bugün Müslüman camiada kadın merkezli feminist hareketler doğmaya başladı. Aileyi ancak Müslümanlar koruyabilir. İnsanın onurunu sadece İslam savunabilir. İslam’ın dışındaki bütün dinlerin, bütün kültürel oluşumların, felsefelerin, hâsılı hepsinin burada iflas ettiğini görüyoruz. Türkiye’de Kemalizm tavan yaptı ama fos, içi boş, iyi, doğru ve güzel fikri yok Kemalizm’in. Kaldırılan değerlerimizin yerine ‘değer’ olarak konulan bir putlaştırma! İdeolojinin, düşüncenin, bir iyi-doğru-güzel fikri olacak, felsefesi olacak, estetiği olacak, ahlakı olacak. Aslında Kemalizm de zaten, iyi-güzel-doğruyu yıkmak için kurulmuş bir sistem. Sekülerlik; modern Batı uygarlığının icat ettiği dinin adıdır. Bizdeki adı Laiklik ve Kemalizm. Kendi medeniyeti, değerleri, kutsalları verilmeyip onun yerine konulanların kutsal hale getirilmesi. Sonuçta da ateizm, paganizm, nihilizm, hümanizm, oportünizm, vb. Bir yok oluşa sürükleniş.
Aileye dönersek; Rabbimizin adıyla, bir ömür devam etmesi niyetiyle başladığımız birlikteliğimize insanları da şahit tutarız. Evlilik, tek taraflı bir menfaat ilişkisi değildir. Aksine evlilik, kadın olsun erkek olsun eşlerin istikballerine beraberce karar vermeleridir. Bir başkasının iradesini esir alma, onun üzerinde mülkiyet iddiasında bulunma ve geleceğini belirleme hakkı ve yetkisi hiç kimsede yoktur. Canların yegâne sahibi Allah’tır. Ve Peygamberimizin dilinde eşler birbirine emanettir. Dinimize göre erkek ve kadının yaratılış gayesi birdir. Her ikisi de değerlidir, temel hak ve dokunulmazlıkları vardır. Kulluk ve sorumluluk, mükâfat ve ceza, iffetli ve onurlu bir hayat yaşamada aralarında hiçbir fark yoktur. Aile bireylerinden her biri, diğerini hoşnut etme gayesini davranışlarının merkezi yapmalıdır. İslam, bizlere aile saadetinin ve mutluluğunun yollarını göstermiştir. Peygamberimiz, aile hayatında en güzel örnektir. O örneklik, aileye ihsanın, iyiliğin ve adaletin yaşanmasını/yaşatılmasını sağlar. “Sizin en hayırlınız ailesine en güzel şekilde davranandır. Ben, aranızda ailesine en güzel davranan kişiyim” buyurur. Ailede karşılıklı anlayış hâkim olmalıdır. Modernitenin acımasız saldırıları karşısında aile yapımızı korumak ve kollamak, var oluş köklerimize yani inanç değerlerimize yeniden dönmek şarttır. Sırf oy alabilmek için yuvarlak masanın yuvarlak adamlarının yaptıklarından tiksinirsiniz. LGBT’lilere sahip çıkarak ahlaksızlığı, fıtrata ters oluşumu meşru göstermek (hangi isim altında olursa olsun) muhafazakâr kesime yakışmaz. Bu rezilliği yaymaya çalışanların faaliyetlerine izin vermeyen Belediyelere, Valiliklere, Üniversite çevresine dil uzatanlara ses çıkarmaz hale gelen siyasilerle bu ülkenin hangi meselesi çözülür? Kurulduğundan beri; dinsizliği din haline getiren, başörtüsü, İHL düşmanlıkları sabit, sicilleri bozuk, zalimlikleri tescilli olanların emrine girenler, bunun hesabını veremezler. Gündemi belirleyen Batı’nın uşaklığını çok seviyorlar. Gündemi belirleyen Peygamberini unutuyorlar. Erkeği baba olmaktan, kadını ana olmaktan uzaklaştırmanın adı modernlik oldu. Gün geçmiyor ki İslam âlemi olarak yeni bir belanın sabahında uyanmayalım. Özgüvene ihtiyacımız var. Batı’nın kölesi olduk. Tek vazgeçilmezimiz olan İslâm yok edildi. Hayatın dışına çekildi. Batı; ruhsuz dünya inşa etti. Hayatı ruhsuzlaştırdı. Fıtratımızı koruyamaz hale getirdi. Bize ait olmayan gayri ahlaki, gayri meşruluklara karşı hassasiyetimizi kaybettik.
Mesele kimlik, kişilik, şahsiyet meselesi. Kimlik bunalımımız, ‘varlık bunalımı’na dönüştü. Allah’a kul olan, kula kul olmaktan kurtulur. İşte hürriyetin en kestirme tarifi budur. Allah’a kul olmanın şuurunda değilsen, önce nefsine sonra daha nicelerine kul-köle olursun. Birçok zekâlar, hürriyet aşkına ateizme saplandı, neticede en ağır esaret buhranlarına yuvarlandı. Sosyal düzen, insanları büyük bir otomatik makine gibi içine alarak sallıyor, döndürüyor. Döndürülen/dönüştürülen bu toplumda yaşıyoruz. Aidiyetimizden uzaklaştırılarak. Dijital işgalle de zihinlerimiz işgal edilmiş durumda. Hassasiyetlerinin kaybettirildiği, hayatın güç, çıkar ve haz ilişkileri arenasına dönüştüren zavallı bir varlık türü haline getirildiği bir dünyada yaşıyoruz. Yaşadıklarını inanç edinme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Öncelikle gençlerimizi kurtaralım. Algı/idrak değişimi kişilik ve kimliği unutturmuş, dinî aidiyetini hayat tarzına karıştırmaz, dine uyma yerine dini kendine uydurur hale gelmiş/getirilmiştir. Sekülerliğin panzehiri, sadece İslâm’dır. Batılılar, bunu fark ettikleri için, İslâm’ı tehdit ve tehlike olarak konumlandırmışlardır. İslam karşıtlığı; ruhu yok eder. Millet olma ruhunu da, ümmet olma ruhunu da, insan olma ruhunu da berhava eder. Dünyanın sancısı, İslam’a, Kur’an’a yaklaşma ihtiyacının sancısıdır. Hak ve hakikat fikrini reddeden, insanı küresel ölçekte işleyen hırs, hız, haz ağına hapseden, düşünme melekelerini iptal eden her şeyi sanal dünyada gören çok tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. Bu insanı ve insanlığı yok eden yapının kılıfı da modernlik ve sekülerleşme. Üstat Sezai Karakoç’tan Diriliş, Necip Fazıl’dan Büyük Doğulardan günümüzde bizlere düşen miras da; Direniş ve Diriliş! Unutmayalım; Müslüman bulunduğu ortama uyan değil, bulunduğu, yaşadığı zamana-zemine mührünü vuran adamdır.