10 Kasım kimliklerin netleştiği gün Adlı Yazımda Kaldığım yerden devam ediyorum.
29 Ekim ve 10 Kasımlarda yapılanlara bakın, pedagojik, sosyolojik olarak bakın. Nasıl bir kültür emperyalizminin işgaline uğradığımızın yaşanmış örneklerini görürsünüz. Sadece Cumhuriyetin kurulması ifade edilirken bile muhalefetin temsilcilerinin sarf ettikleri konuşmalar nasıl bir Osmanlı düşmanı olduklarını (isteyerek veya istemeyerek olsa bile) görürsünüz.
10 Kasımlarda yapılanlar (törenler, matem görüntüleri, ilahlaştırıp Allah yerine koymalar, hiçbir ülkede görülmeyen hayatı durdurmalar, bazı fanatik gazetelerin attıkları manşetler, Anıtkabir ziyaretleri, bir türlü kaldırılamayan ‘huzurdaki defter’e yazılanlar, vb.) yüzünden akidevi sapmaya sebep olmalar yaşadığımız bir başka hicran
Türkiye’de değişmeyen tek şey Kemalizm. Bizim ailelerimiz de bizi Kemalizm’den korumaya çalışıyordu. Biz de çocuklarımızı aynı şeyden korumaya çalışıyoruz.
Allah ayaklarımızı dininde sabit kılsın.
5 yaşında zorunlu eğitim diye elimizden aldıkları çocuklar, büstlerin önünde simsiyah giydirilip yasa büründürülerek saygı duruşları, zorunlu Anıtkabir ziyaretleri, bazı okullarda tahrik edici matem gösterileri, okutulan şiirlerdeki ilahlaştırmalar.
Bütün bu ve benzeri yaşadıklarımıza rağmen hakka, adalete fıtrata karşı kör olmayı ve kör kalmayı isteyenlerin bizleri, evlatlarımızı kör etme çabalarına; uygun bir usul ve üslupla cevap vermeliyiz.
Laik, seküler, pagan inancından beslenen bu kesim her dönemde üstenci, layüs’el tavırları sergileyerek, kendilerinin dışındakilere hayat hakkı tanımama hastalığından kurtulamıyorlar.
Bu ülkenin enerjisini, gücünü, dinamizmini yok etmek isteyen şirret güçler, toplumda yapay gündemler oluşturdu. Şahısların tabulaştırılması ve ortak payda olarak görülmelerinden kurtarılması gerekiyor.
‘Müslümanım’ demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Kendi değerleri verilmeyen, sun’i kutsallarla uyuşturulan insanımız ‘cinnet toplumu’ haline getiriliyor. Makul, mutedil, insaf ve anlayış içerisinde normalleşmeye, meselelerimizi objektif, ilmî ölçülerle tartışmaya, konuşmaya, samimiyetle dertleşmeye o kadar ihtiyacımız var ki?
Kırmadan dökmeden, itham, iftira, yalan ve suizandan uzak birbirimize tahammül göstererek konuşabilsek. Ama ne mümkün?
Hâlâ cinayet işleyen mazur görülebilir, fakat resmî ideolojinin kutsallarını tenkit eden mazur görülemez! Ağlanacak halimize güldürüyoruz kendimizi. Basit ve komik oluyoruz. 9.05’te durdurulan hayat, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle örnek görülmemiştir.
Birkaç ayet ışığında 10 Kasım’a bakalım.
De ki: “Herkes kendi şâkilesine (fıtrat halini almış karakter ve tıynetine göre bir düşünce ve) davranış ortaya koyacak (kendi mizaç ve meşrebine göre bir iş yapacak)tır. Kendi tasavvur ve aklının verdiği istikamet üzere eylemde bulunur. Yapısına-kabiliyetine-istidadına-mizacına-yaratılışına, benimsediği hayat tarzına göre, bilinçli, amaçla örtüşen niyete dayalı ameller işleyerek bir ömür geçirir. Bu durumda, içinizden kimlerin haklı ve en doğru yolda olduğunu hayırlı bir yol tuttuğunu en iyi bilen Rabbinizdir.” (17; İsrâ 84)
Bu ibareye “herkes kendine yakışanı yapar” şeklinde anlam da verilebilir.
Buna göre âyet önemli bir psikolojik gerçeğe işaret etmektedir. Zira insan davranışlarının temeli, onun ruhsal yapısındaki psikolojik eğilimlerdir. Bu eğilimlerin oluşmasında insanın yaratılıştan sahip olduğu karakter yapısının yanında geniş anlamıyla eğitim öğretimin de tesiri vardır. Dinî inanç ve telakkilerle ahlâkî erdemler yahut zıttı psikolojik eğilimlerin oluşması ve gelişmesinde iyi veya kötü yönde tesir eder.
Bu durumda doğru yol, Allah’ın hükümleri çerçevesinde doğru bir eğitimden geçmiş; ruhî ve ahlâkî melekeleri, duygu ve düşünceleri, inanç, irade ve ahlâkı Allah’ın rızasına uygun bir çizgide oluşmuş insanların tuttuğu yoldur.
Sonuçta kullarının durumunu, yani –özellikle ebedî kurtuluş bakımından– kimin iyi yolda, kimin kötü yolda olduğunu en iyi Allah bilir. Onun için insanın temel kaygısı Allah’ın rızasına uygun yaşamak, O’nun doğru diye tanımladığı yoldan gitmek olmalıdır.
“Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar sırf heva ve heveslerine kendi keyfî ve bencil yargılarına uyuyorlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık sapkın biri olabilir mi? Şüphe yok ki Allah; zulmü tabiat haline getiren bir toplumu doğru yola yöneltmez.” (28 Kasas 50)
“Kötü duygularını kendisine tanrı, ilah edinen kimsenin durumunu göz önüne getirsene…” (Allah’ın rehberliğine tâbi olmayanlar kendi arzu ve isteklerine tâbi oluyorlar.) (25; 43)
Ayetleri okumanın amacı; insanın iç dünyasını imar ve ihya etmesi, vahyin yaşayanı yaşatanı Peygamberimizi hayata taşımaktır.
Ölülerimizi kutsal hale getirmeyelim. Ölümsüz canlı/cansız hiçbir varlık yoktur. Kutsalından habersiz olanlar; bilerek veya bilmeyerek paganizm, panteizm, deizm ve nihilizm ile direkt veya dolaylı buluşurlar. Muhammedî daveti kısa zamanda yeryüzünün dört bucağındaki sayısız kadın ve erkeğin yüreğine ulaştığını, buluştuğunu nereden bilecekler? Şu ayet meali ile bitirelim.
“…İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Mâide, 5/2)