Seçim boş laflar ile gerçek icraatlar arasında olacak. İçi boşaltılmış kelimelerle aldatılmayın!
Eğitim sistemimize kendi kavramlarımız girmeyince, hep Batı kavramlarıyla düşünüp yazınca başkasının ağzıyla yiyen, konuşan insanlar durumuna düştük. Senelerdir ‘iktidar olduk ama muktedir olamadık’ meselesinin düğüm noktası da bu! İlk defa özü sözü bir olan, yapılan maddi manevi zulümleri ortadan kaldıran (Baş örtüsü, Ayasofya, Taksim’e camii, İHL mezunlarına yapılanların kalkması, kendi savunma sanayimiz, tekno sanayii, vb.) bir iktidar, muktedir olmaya başlayınca tam bir kaos ortamı meydana getirilmeye çalışılıyor. Batı ile bizdeki Batı’cılar ittifak halinde.
Adı ‘millet ittifakı’ ama yapılanlar ‘zillet ittifakı’ olduklarının da ispatı. Bu ve benzeri hususları beraberce düşünelim. Senelerce ‘sevgi, hoşgörü, uygarlık diye diye vahşeti, katliamı, caniliği ‘çağdaşlık, uygarlık diye yutturdular. Batı gözlüğü ile bakmaktan ‘bakarkör’ olduk. Şu çok kullandıkları kelimeye bakalım. Birine “sevgi ’ye önem ver” demek, ağacın dibine gidip “meyve ver” diye seslenmeye benzer. Tavsiyeyle emirle sevgi sıhhati doğmaz. Sevgiden bahsetmek için “sevgi”yi kalplere ilka edeni unutmayacaksın! Yapay çabalarla, algı operasyonlarıyla da uğraşmayacaksın. Sevginin kaynağını kabul edeceksin. Sevgi’nin toprağını suyunu havasını hazırlayacaksın önce. Bunun manevi-fikrî mücadelesini cehdini gayretini ifa edeceksin. Bunun liyâkat bedelini ödemeyi seveceksin. Bütün bunlardan sonra konuşabilirsin. Yoksa o güzelim kelime ve kavramları yalama haline getirip müessiriyetini de kaybettirirsin sevgi, kardeşlik, vs. diyerek. İslâm ile hiçbir bağları olmayanların şemsiyesi altına giren yuvarlak masanın yuvarlak adamlarına da ders vermek lazım. İslâm’da sevgi nedir? Önce onu anlamak lazım. “İslam’da insan, barış, saadet nedir, nasıl kazanılır?” onu anlamak, anlatmak ve yaşamaktır.
Bugün dünyaya hâkim olan Batılı düzenin sevgi anlayışında yanlışlık vardır. “İnsan” anlayışında, “barış” anlayışında “hoşgörü” anlayışında “saadet ve denge” anlayışında adalet ve medeniyet anlayışında yanlışlıklar vardır. Bu yanlışlıklar ancak İslâm ile düzeltilebilir, İslâm’dan feyz ve nasip alınarak düzeltilebilir. Yok; biz herkesi ve her şeyi sevmeliymişiz, herkesi ve her şeyi hoş görmeliymişiz! Öyle yaparsak biz yokuz demektir. İnsanlık Batı’nın maddi manevi tahakkümü altında ızdırap çekiyor. Nesi hoş bunun? Bunun nesini hoş göreyim? Hoşgörü; tahammül yerine kullanılmıştır. Tahammül; sabırdır, basirettir, “tebliğ irşad ve neşir” vazifesinin yerine getirilmesi yolunda acıya, baskıya dayanabilmek demektir. ‘Cehenneme kadar yolları var!’ deyip, rahat şartların dairesine çekilmemek demektir. Kendi kavramlarımızla ilgili geniş bir çevrede zenginliklerin ve derinliklerin görülüp yaşanmasını sağlayan bir İslâmî metot şartıdır.
(Zulme müsamaha edilmez, tahammül edilir; hatalara ve kusurlara ise müsamaha gösterilir)
Öyleleri vardır ki, sevgiyi savunurken bile sevginin temellerine, köklerine husumet icra ediyorlar. İnsancıllığı savunurken, insanı çürütüyorlar. Barışı savunurken, hak ve hakikate karşı savaşıyorlar. Batı kültürü, Batı medeniyeti; elindeki bütün değerlerini, en rahat şartlarda hayata uyguladı. İşte vardığı nokta! Biz de bu kötü durumdan kurtarılırken ‘şer İttifakı’na bunlar nasıl izah edilecek? Hırs ve ihtiras; sağduyu sahibi olarak bilinenleri de “vatan ve devlet” düşmanlarıyla beraber hareket eder hale getirdi. Kendi değerlerimizi kurma imkânını ve fırsatını yansıtan, uğraşan AK Parti iktidarını yıkma, “Recep Tayyip Erdoğan’ı indirme” tek gayeleri olanlarla bizim hiçbir meselemiz çözülemez. Üstelik mahkeme kararlarıyla cezalandırılanların teröristlerin başlarıyla beraber serbest bırakılacağını seçim meydanlarında söyleyebilen adam insanlıktan bile nasipsizdir. İslâm’ı da Müslümanları da hayat dışına ittiler. Hiçbir potansiyel güçleri yok artık. Nankör mirasyediler gibi her şeyi kullandılar, her imkana ihanet ettiler. Şimdi kontrolsüz ve ruhsuz kalan maddi varlıklarını nereye yaslayacaklarını bilemiyorlar. Bütün maddi unsurlar, yapılar ve görüntüler zamanla değişir.
Fikir hayatının bu değişikliklere göre gelişmesi gerekir. Sosyal, ekonomik, teknik ilişkiler ve biçimler değiştiğinde; siz manevi ölçülere ve değer hükümlerine göre onların yorumunu yapamazsanız, onların yönlendirilmesi için fikir üretemezseniz, bağlı bulunduğunuz değişmez manevi ölçülere ve değerlere uygun olan hayat tarzının devamlılığını sağlayamazsınız. Taklitçiliğe devam edersiniz, özünüze kendi değerlerinize dönemezsiniz. Bizim başımıza gelen de budur. “Biz kalarak değişmek” düşünülmediğinden çaresizliğimiz de budur. Başına gelenleri bilememektir bu çaresizlik. Kendine uygun olan hayat tarzının zaman boyunca görülecek maddî değişme şartları karşısındaki ilerleyişi, vahyin ışığında gelişip yorumlanan, yine kendi değerlerine uygun olan fikrî yapıyla gerçekleşir. Bu düşünce yapısını kazanamadığımız için kaybımız buradır. Madde sahasındaki üstünlüğümüzün elimizde olan ve olmayan sebeplerle gerilemesi o kadar önemli değildi. Önemli olan, o gerilemenin bize “inanç-düşünce-hayat” çizgimizin, istikametimizin unutturulmasıdır. Mevcut AK Parti iktidarının Batı ile hesaplaşır konuma gelmesi, lider Türkiye’nin milletin, ümmetin, insanlığın ümidi olması iç ve dış Türkiye düşmanlarını kudurttu.
‘Hedefe ulaşmakta her yol mübah’ bu güruhun ilkesi oldu. O bakımdan bu seçim; normal bir tercihin seçimi değil, kendi değerlerine sahip çıkarken teknolojik bağımlılıktan, Batı’ya esaretten de kurtaranlara sahip çıkmanın seçimidir. Milleti kandıran kullandıkları kelime ve cümlelerine bir göz atalım. Bakın hâlâ İslâm’ı Batılı hayat tarzının verilerine göre, Batı düşüncesinin kavramlarına göre yorumluyoruz. Sebebi, “Batılı sosyal hayat tarzı”nın görünür-görünmez icbarlarıdır. Halbuki o hayat tarzı, Batı insanını tarihin en ağır buhranlarına sürükleyen tutarsızlıklar ve çaresizlikler içindedir. Bizim Batıcı bunu hiç görmüyor. Onun nazarında; “Batı mükemmeldir, yeni mükemmeliyetlere doğru gitmektedir.” Bu sakat düşünceden kurtulamadık. Böyle yaptığımız zaman, sadece kendimize değil, bütün insanlığa kötülük etmiş oluruz. İslâm’ın diliyle sevgi’yi barış’ı, hürriyet’i afvı-fazileti, denge’yi, hayat’ı, ölüm’ü, saadet’i anlatılmalı. Adam güzel güzel Allah’ın affediciliğini, kul hakkını, yetimi öksüzü, dulu yetimi anlatıyor. Güzel ama SSK’daki döneminde yerine getirmediği hak hukuku, üç beş yaşındaki torunlarını kaydettiği, yediği yedirdiği kul haklarını hiç hatırına bile getirmiyor. Cenab-ı Hakk, affedicidir, bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir. Afva liyâkatin şartları var. Ve o şartların en önemlisi “nedâmet ve tevbe”dir. Bile-bile yalanlara devam ederek oy avcılığına çıkmak olur mu?
Değerlerimiz, kendi kavramlarımız da bilinmeden yaşanmadan siyaset de yapılamaz. Sevgi, hürriyet, barış, eşitlik, insan, hayat, varlık, saadet, kültür, medeniyet, hepsi, yenilenmeye muhtaçtır. Sebepler plânındaki ölçüleri ve hükümleri atlayarak bunu yapamazsınız. Çürüyen bir hayat tarzının taklit edilmesiyle oluşan çarpık kalıplar içinde bir takım benzeri imajları kullanarak özümüze dönemeyiz. İslâm’ın bütünlüğünü bir şuur halinde daima zihninizde ve kalbinizde yaşatalım. İçinde bulunduğumuz şartlardan dolayı İslâm’ı “zor yaşanan, yaşanmayan bir din” olarak görmeyelim. Her hal ve şartta yaşanan/yaşatılan bir dinimiz olduğunu unutmayalım. Bizler de dinimizi “hayat tarzımız” olarak görelim ve hayatımızın her safhasında yaşayalım. Sevgi, barış, dostluk, kardeşlik, gibi güzellikler, hakikat ağacının çiçekleridir meyveleridir. Ağacın köklerini beslemeden o güzellikler doğmaz. Hayat tarzına girmeyen, İslâm’ı vicdanlarda bırakıp Allah’a kul olmayanlar; nefsinin arzu ve isteklerinin kulu olurlar. Dini hayata sokmayıp, hep tehlikeli gören, dini yaşamadaki yasakların kaldırılmasının hepsinde “Anayasa Mahkemesi” ne koşan sahtekârlıkları, yalan ve iftiraları tescilli bu yapıyı tanımak, tanıtmak şarttır. Cevabınız da utanmadan dinî değerleri kullananlara sandıktaki oylarınızla cevap vermenizle olur.