ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Düşünmeye Davet

Seçim sonrası her kafadan bir ses çıkıyor. Ağzı olan konuşuyor. Bizim aydınımız müstesna. Yaşadıklarımıza ilmî, fikrî ve dinî bakarak ufuk açıcı, geniş perspektiften bakarak insanımızı da kalite ve seviye kazandırıyorlar. Beraber düşünce yolculuğuna çıkalım.   Milli birliğimiz, tarihi-kültürel beraberliğimizin mahsulüdür. ‘Demokratikleşme’ adı altında her türlü bölücülüğe, terörün faaliyetlerine serbestlik talebinden bahsedildi. İşlediği suçlardan dolayı cezaları kesinleştiği için cezalarını çekenlere sırf ‘oy’ yüzünden serbestlikler sunuldu. Demokrasi öyle gerektirmiş! Bu “demokrasi” denilen şeyin manevi-milli icapları yok mudur?  “Kendine göre” olsun yok mudur? Siz bu demokrasi kelimesini takvim yaprağından mı öğrendiniz? Çatlayan topraklar gibi bu dünya İslam’a susamış. Hasretten yanıp kavruluyor, mihverinde titremeler geçiriyor; ufuklar neredeyse dile gelip konuşacak. Millî manevi değerlerle irtibatını koparmış ‘Batı uşaklığı’nı benimsemişler sus-pus, kıpırdama bile yok. Bizde “fikir” adına istenilen hürriyete bakın! Çarpıcı bir husustur. Başka kavmiyetçilik yokken naneden ‘Kürtçülük’ vardır? Bunlar “milli” değil, “mahalli” meselelerdir. Milli planda “Türk” sayılmaktan rahatsız olmayı anlamak mümkün değildir. Yanlışa yaslanarak, yanlışa taviz vererek, bile bile yanlış yaparak, varılabilecek hiçbir doğru yoktur. Bütün doğrular İslam’ın özünden gelir. İslam’ın özünü yanlış bilen, tarihi-sosyolojik doğruları da öğrenemez, kendini de öğrenemez, hayatı da öğrenemez. Her cenazede haykırılan “Şehitler ölmez! Vatan bölünmez!” sözlerinin temelinde “din” yok mudur? Halkın arasında sadece cenaze merasimlerinde gördüğümüz bu zevat, bu kadar şehit cenazelerinde bulunuyorlar. Cenazedeki manevi hava hiç mi etkilemiyor?   Tehlike olarak görülüp gündemden düşürülmeyen fundamentalizm (İslâm) tehlike(!) ile ilgili hangi ilmî çalışma yapılmış, hangi müşahhas belgelere ulaşılmış, hangi suç unsuru eylem planları ele geçirilmiş, hangi silahlar, bombalar, imha âletleri ve terör örgütleri ortaya çıkarılmış? (Kendi hazırlayıp yaptırdıklarından başka) Bir sürü “hangi” cümlesi sorabilirim. Şehit annesi veya ablası başörtüsüyle bir orduevinde yemek yeyip çay içemediği, yemin törenlerine bile sokulmadığı, başörtülü milletvekillerine TBMM’nde yemin bile ettirilmediği günlerden bugünlere gelmedik mi? O imanlı insanlar toprağa verdikleri evlatlarının arkasından, “vatana-millete feda olsun” sözleriyle “şahsiyet âbidesi” duruşlarıyla, vakur halleriyle muhatablarını iz’ana, insafa davet etmiyorlar mı hâl lisanlarıyla?   Bu millî ve mânevî hava bizi etkilemeyecekse göz yaşına “tuzlu su” şehit kanına “alyuvar-akyuvar, hemoglobin maddesi”, annelerin emzirdiği helal süte “marketteki pastörize süt” diyen, terörle mücadele için cepheye çağıracağınız zaman “bu işte kaç para var” diyebilecek soysuz, ateist, pozitivist bir zihniyetle yetişen zevat mı etkilenip bu insanlarla beraber olacak. Beyler! Dinden-imandan korkmayın! Dinle-imanla Allah’la, Peygamberle aranızı düzeltin. Açmadığınız kitabı okuyun. Uzak kaldığınız değerlerinizi kaybettiğiniz bir malınız gibi arayıp bulun. Kutsalınızı “kendi mukaddesleriniz”den alın. Milleti millet yapan değerlere hâiz olmadığınız müddetçe; vatan-millet düşmanlarıyla mücadele edemezsiniz. Tarih bilgi ve kültürünüzü gözden geçirin. İmansız, Kur’ansız bir tane kazanılmış zaferin olup olmadığını araştırın. Milletimizin diğer milletlerden üstünlüğünün neler olduğunu, bu üstünlüğün menbasının ne olduğunu inceleyin. Bütün bunlardan sonra; İç dünyanıza dönüp bir “nefs muhasebesi” yapın! Her şeye rağmen bu millet hatadan dönenleri affeder. Bu milletin gönül kusuru olmamıştır. Bu milletin evlatlarına bilhassa Batıcı aydınlar, “demokratikleşme talebi” adı altında bölücülüğe verdiği tavizler vasıtasıyla “gönül kusuru” işlemiştir. Gelinen vaziyet; sebep değil, sonuçtur. Bir de utanmadan sebebi oldukları hâdiselerden rahatsız olmaktadırlar.   Bu vatanda yaşıyoruz. “Toprak”da değil, “Vatan”da. Topraklar inançla, tarihle, şüheda ile, rahmet ile himmet ile “vatan” olurlar. Sosyal zarureti bu vatanda halledeceğiz. Doğusunda, batısında, kenarında, köşesinde değil; birliğinde, bütünlüğünde. Etnik tahlil, toprağın kimyevi tahlilinden farksızdır. Tuhaflıktır, mantıksızlıktır.    Bahsedilen hataların hiçbiri ‘millet’e mal olmamıştır. Bu millet, uhuvvet ve muhabbet kusuru işlememiştir. Tarihiyle, coğrafyasıyla, irfanıyla sanatıyla edebiyatıyla, beşerî ve iktisadi şartlarıyla kaynaşmıştır.   Doğru olan tesbit şudur: “Milli-manevi eğitim ihmali” bütün bölgeleri etkilemiştir ve “etkilenme” bölgelerin özelliklerine göre yaşanmıştır. Milli-manevi yapının yeterince geliştirilememesi umumi olarak yaşanmıştır. Batılısında da Doğulusunda da yaşanmıştır. Milli ve manevi vahdet, sadece yan yana ve uslu uslu durmaktan ibaret değildir! O vahdet, muayyen değerlerin canlı tutulmasından ve hayata yön vermesinden doğan bir neticedir. Milleti millet yapan değerlere önem verilseydi ve onların sosyal hayatımızı yönlendirmesi sağlansaydı böyle mi olurdu? Bir kültür emperyalizmi, bir kültür erozyonu içindeyiz. Terörü yok saysak da bizim bir milli manevi zafiyet meselemiz vardır. Bunu görmek lazım. Esasen terörün doğması daha doğrusu “doğdurulması” ve önlenememesi de bu meseleyle alakalıdır. Hadise şudur: Zaman değiştikçe, döşenen raylar bizi yeni noktalara getiriyordu. O yeni noktalarda kendimiz kalarak değişemiyoruz. Zaman değişiyor ama raylar değişmiyor ki! Her kökenden insan her bölgede vardır, her kökenden insanlar arasında evlilikler vardır. Millet oluşumuz, hepsine şamildir. Bölücülük, tamamen sun’i olarak başımıza Batı’nın musallat ettiği bir derttir. Bu kadar işimiz var, bu kadar meselemiz var; bakınız Türkiye ne ile meşgul ediliyor! Böylesine sun’i bir meseleyi önce fikren halledemiyoruz, fiili zorluklar ondan doğuyor. Niçin fikren halledemiyoruz? Çünkü “batıcılık” illetinden kurtulamıyoruz. Zıt görüşler bile aynı dertten muzdarip! Batının siyasetini, ekonomisini, hukukunu, sosyal hayatını şeklen biliyorsunuz ve renklerini, motiflerini benimseyerek kullanıyorsunuz. İyi! Peki Batı’nın “demokrasi” “medeniyet” “millet” tariflerinden ve tecrübelerinden niçin haberdar değilsiniz? Batı medeniyetinin içinde bulunduğu çıkmazlarını, hastalıklarını niçin şifa gibi kabulleniyorsunuz? Hastadır bu medeniyet. Bu medeniyetin kökleri çürümüştür. Bu medeniyet kendi kültürünün utancı haline gelmiştir. Bu medeniyet İslam’a muhtaçtır. Çağın hakiki aydınları, bazı seçkin kafaları, bu medeniyetin İslam’a muhtaç bulunduğunu Batı’da da anlamaya ve sezmeye başlamışlardır. Medeniyetin kalbi insandır. Dinleyin medeniyetin kalbini! Kıvranıp duran insan ruhunun iniltilerine kulak veriniz! Ve biliniz ki; insanın şu halini görüp de “İslam’ı korku-tehlike kaynağı olarak lanse etmekten vazgeçin. Bu huyunuzdan vazgeçmeyişiniz; hayata, kültüre, medeniyete ihanettir. İnsanlık suçudur. Bizim batıcılardan bir gün batılılar bile davacı olacaktır. Millet, devletin gerçeğidir, gücüdür, mesnedidir, varlık sebebidir. Devleti korumak, milleti korumaktır. Milleti korumak, milleti millet yapan değerleri korumaktır. Meşruiyetin kaynağı, milleti millet yapan insanı insan yapan ve de yücelten değerlerdir. Eğer milletten, milletin kararından-iradesinden korkuyorsanız, milleti millet yapan aileyi aile yapan, insanı insan yapan değerlerden korkuyorsunuz demektir. Bu korkunun bizatihi kendisi, en çok korkulması gereken bir talihsizliktir. Demokrasiyi milletten koruyorsanız, nereye dayanacak sizin demokrasiniz? Herkes demokrasiyi millete korutur.  Bizzat en sorumlu, etkili ve yetkili zevat, “seküler bir hayatı” her hal ve şartta empoze etmeye çalışıyor. Öyle ki; en acılı günlerimizde dahi menfaatini düşünebiliyor. Depremde yaşadıklarımız da bunun ispatı. Seçimin kazanılmasına tahammülsüzlük de.  Halbuki sekülerlik, dünyayı, çıkar alanlarına böler. İnsanları sınıfların, etnik kimliklerin, menfaat ve çatışma alanlarına götürür. Sekülerliğin panzehiri, sadece İslâm'dır. Batılılar, bunu fark ettikleri için, İslâm'ı tehdit ve tehlike olarak konumlandırmışlardır. İslam karşıtlığı; ruhu yok eder. Millet olma ruhunu da ümmet olma ruhunu da, insan olma ruhunu da berhava eder. Kur’an-ı Kerim’deki “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah’ım!” diye yalvarmaktan başka elimizden ne gelir?
Ekleme Tarihi: 02 Haziran 2023 - Cuma

Düşünmeye Davet

Seçim sonrası her kafadan bir ses çıkıyor. Ağzı olan konuşuyor. Bizim aydınımız müstesna. Yaşadıklarımıza ilmî, fikrî ve dinî bakarak ufuk açıcı, geniş perspektiften bakarak insanımızı da kalite ve seviye kazandırıyorlar. Beraber düşünce yolculuğuna çıkalım.
 
Milli birliğimiz, tarihi-kültürel beraberliğimizin mahsulüdür.
‘Demokratikleşme’ adı altında her türlü bölücülüğe, terörün faaliyetlerine serbestlik talebinden bahsedildi. İşlediği suçlardan dolayı cezaları kesinleştiği için cezalarını çekenlere sırf ‘oy’ yüzünden serbestlikler sunuldu. Demokrasi öyle gerektirmiş! Bu “demokrasi” denilen şeyin manevi-milli icapları yok mudur?  “Kendine göre” olsun yok mudur? Siz bu demokrasi kelimesini takvim yaprağından mı öğrendiniz? Çatlayan topraklar gibi bu dünya İslam’a susamış. Hasretten yanıp kavruluyor, mihverinde titremeler geçiriyor; ufuklar neredeyse dile gelip konuşacak. Millî manevi değerlerle irtibatını koparmış ‘Batı uşaklığı’nı benimsemişler sus-pus, kıpırdama bile yok. Bizde “fikir” adına istenilen hürriyete bakın! Çarpıcı bir husustur. Başka kavmiyetçilik yokken naneden ‘Kürtçülük’ vardır? Bunlar “milli” değil, “mahalli” meselelerdir. Milli planda “Türk” sayılmaktan rahatsız olmayı anlamak mümkün değildir. Yanlışa yaslanarak, yanlışa taviz vererek, bile bile yanlış yaparak, varılabilecek hiçbir doğru yoktur. Bütün doğrular İslam’ın özünden gelir. İslam’ın özünü yanlış bilen, tarihi-sosyolojik doğruları da öğrenemez, kendini de öğrenemez, hayatı da öğrenemez. Her cenazede haykırılan “Şehitler ölmez! Vatan bölünmez!” sözlerinin temelinde “din” yok mudur? Halkın arasında sadece cenaze merasimlerinde gördüğümüz bu zevat, bu kadar şehit cenazelerinde bulunuyorlar. Cenazedeki manevi hava hiç mi etkilemiyor?
 
Tehlike olarak görülüp gündemden düşürülmeyen fundamentalizm (İslâm) tehlike(!) ile ilgili hangi ilmî çalışma yapılmış, hangi müşahhas belgelere ulaşılmış, hangi suç unsuru eylem planları ele geçirilmiş, hangi silahlar, bombalar, imha âletleri ve terör örgütleri ortaya çıkarılmış? (Kendi hazırlayıp yaptırdıklarından başka) Bir sürü “hangi” cümlesi sorabilirim. Şehit annesi veya ablası başörtüsüyle bir orduevinde yemek yeyip çay içemediği, yemin törenlerine bile sokulmadığı, başörtülü milletvekillerine TBMM’nde yemin bile ettirilmediği günlerden bugünlere gelmedik mi? O imanlı insanlar toprağa verdikleri evlatlarının arkasından, “vatana-millete feda olsun” sözleriyle “şahsiyet âbidesi” duruşlarıyla, vakur halleriyle muhatablarını iz’ana, insafa davet etmiyorlar mı hâl lisanlarıyla?
 
Bu millî ve mânevî hava bizi etkilemeyecekse göz yaşına “tuzlu su” şehit kanına “alyuvar-akyuvar, hemoglobin maddesi”, annelerin emzirdiği helal süte “marketteki pastörize süt” diyen, terörle mücadele için cepheye çağıracağınız zaman “bu işte kaç para var” diyebilecek soysuz, ateist, pozitivist bir zihniyetle yetişen zevat mı etkilenip bu insanlarla beraber olacak. Beyler! Dinden-imandan korkmayın! Dinle-imanla Allah’la, Peygamberle aranızı düzeltin. Açmadığınız kitabı okuyun. Uzak kaldığınız değerlerinizi kaybettiğiniz bir malınız gibi arayıp bulun. Kutsalınızı “kendi mukaddesleriniz”den alın. Milleti millet yapan değerlere hâiz olmadığınız müddetçe; vatan-millet düşmanlarıyla mücadele edemezsiniz. Tarih bilgi ve kültürünüzü gözden geçirin. İmansız, Kur’ansız bir tane kazanılmış zaferin olup olmadığını araştırın. Milletimizin diğer milletlerden üstünlüğünün neler olduğunu, bu üstünlüğün menbasının ne olduğunu inceleyin. Bütün bunlardan sonra; İç dünyanıza dönüp bir “nefs muhasebesi” yapın! Her şeye rağmen bu millet hatadan dönenleri affeder. Bu milletin gönül kusuru olmamıştır.
Bu milletin evlatlarına bilhassa Batıcı aydınlar, “demokratikleşme talebi” adı altında bölücülüğe verdiği tavizler vasıtasıyla “gönül kusuru” işlemiştir. Gelinen vaziyet; sebep değil, sonuçtur. Bir de utanmadan sebebi oldukları hâdiselerden rahatsız olmaktadırlar.  
Bu vatanda yaşıyoruz. “Toprak”da değil, “Vatan”da. Topraklar inançla, tarihle, şüheda ile, rahmet ile himmet ile “vatan” olurlar. Sosyal zarureti bu vatanda halledeceğiz. Doğusunda, batısında, kenarında, köşesinde değil; birliğinde, bütünlüğünde. Etnik tahlil, toprağın kimyevi tahlilinden farksızdır. Tuhaflıktır, mantıksızlıktır.    Bahsedilen hataların hiçbiri ‘millet’e mal olmamıştır. Bu millet, uhuvvet ve muhabbet kusuru işlememiştir. Tarihiyle, coğrafyasıyla, irfanıyla sanatıyla edebiyatıyla, beşerî ve iktisadi şartlarıyla kaynaşmıştır.  
Doğru olan tesbit şudur: “Milli-manevi eğitim ihmali” bütün bölgeleri etkilemiştir ve “etkilenme” bölgelerin özelliklerine göre yaşanmıştır. Milli-manevi yapının yeterince geliştirilememesi umumi olarak yaşanmıştır. Batılısında da Doğulusunda da yaşanmıştır. Milli ve manevi vahdet, sadece yan yana ve uslu uslu durmaktan ibaret değildir! O vahdet, muayyen değerlerin canlı tutulmasından ve hayata yön vermesinden doğan bir neticedir. Milleti millet yapan değerlere önem verilseydi ve onların sosyal hayatımızı yönlendirmesi sağlansaydı böyle mi olurdu? Bir kültür emperyalizmi, bir kültür erozyonu içindeyiz. Terörü yok saysak da bizim bir milli manevi zafiyet meselemiz vardır. Bunu görmek lazım. Esasen terörün doğması daha doğrusu “doğdurulması” ve önlenememesi de bu meseleyle alakalıdır. Hadise şudur: Zaman değiştikçe, döşenen raylar bizi yeni noktalara getiriyordu. O yeni noktalarda kendimiz kalarak değişemiyoruz. Zaman değişiyor ama raylar değişmiyor ki!
Her kökenden insan her bölgede vardır, her kökenden insanlar arasında evlilikler vardır. Millet oluşumuz, hepsine şamildir. Bölücülük, tamamen sun’i olarak başımıza Batı’nın musallat ettiği bir derttir. Bu kadar işimiz var, bu kadar meselemiz var; bakınız Türkiye ne ile meşgul ediliyor! Böylesine sun’i bir meseleyi önce fikren halledemiyoruz, fiili zorluklar ondan doğuyor. Niçin fikren halledemiyoruz? Çünkü “batıcılık” illetinden kurtulamıyoruz. Zıt görüşler bile aynı dertten muzdarip! Batının siyasetini, ekonomisini, hukukunu, sosyal hayatını şeklen biliyorsunuz ve renklerini, motiflerini benimseyerek kullanıyorsunuz. İyi! Peki Batı’nın “demokrasi” “medeniyet” “millet” tariflerinden ve tecrübelerinden niçin haberdar değilsiniz? Batı medeniyetinin içinde bulunduğu çıkmazlarını, hastalıklarını niçin şifa gibi kabulleniyorsunuz? Hastadır bu medeniyet. Bu medeniyetin kökleri çürümüştür. Bu medeniyet kendi kültürünün utancı haline gelmiştir. Bu medeniyet İslam’a muhtaçtır. Çağın hakiki aydınları, bazı seçkin kafaları, bu medeniyetin İslam’a muhtaç bulunduğunu Batı’da da anlamaya ve sezmeye başlamışlardır. Medeniyetin kalbi insandır. Dinleyin medeniyetin kalbini! Kıvranıp duran insan ruhunun iniltilerine kulak veriniz! Ve biliniz ki; insanın şu halini görüp de “İslam’ı korku-tehlike kaynağı olarak lanse etmekten vazgeçin. Bu huyunuzdan vazgeçmeyişiniz; hayata, kültüre, medeniyete ihanettir. İnsanlık suçudur. Bizim batıcılardan bir gün batılılar bile davacı olacaktır. Millet, devletin gerçeğidir, gücüdür, mesnedidir, varlık sebebidir. Devleti korumak, milleti korumaktır. Milleti korumak, milleti millet yapan değerleri korumaktır. Meşruiyetin kaynağı, milleti millet yapan insanı insan yapan ve de yücelten değerlerdir. Eğer milletten, milletin kararından-iradesinden korkuyorsanız, milleti millet yapan aileyi aile yapan, insanı insan yapan değerlerden korkuyorsunuz demektir. Bu korkunun bizatihi kendisi, en çok korkulması gereken bir talihsizliktir. Demokrasiyi milletten koruyorsanız, nereye dayanacak sizin demokrasiniz? Herkes demokrasiyi millete korutur. 
Bizzat en sorumlu, etkili ve yetkili zevat, “seküler bir hayatı” her hal ve şartta empoze etmeye çalışıyor. Öyle ki; en acılı günlerimizde dahi menfaatini düşünebiliyor. Depremde yaşadıklarımız da bunun ispatı. Seçimin kazanılmasına tahammülsüzlük de.  Halbuki sekülerlik, dünyayı, çıkar alanlarına böler. İnsanları sınıfların, etnik kimliklerin, menfaat ve çatışma alanlarına götürür. Sekülerliğin panzehiri, sadece İslâm'dır. Batılılar, bunu fark ettikleri için, İslâm'ı tehdit ve tehlike olarak konumlandırmışlardır. İslam karşıtlığı; ruhu yok eder. Millet olma ruhunu da ümmet olma ruhunu da, insan olma ruhunu da berhava eder.
Kur’an-ı Kerim’deki “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah’ım!” diye yalvarmaktan başka elimizden ne gelir?
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.