İslâm sadece ferdî bir inanç olarak gördürüldü. Kur’an-ı Kerim’in reddettiği din algısı, ‘din’ haline getirildi. Bu yapılanlar ‘kültürel inkâr’dır. Dinde olmayan uygulamalardan dolayı, 10 Kasım’ları bile dogma hâline getirerek normal gün olmaktan çıkardık. Bizi BİZ yapan İslâmî kimlik de yok edilme sürecine sokuldu.
Ölüm; sessiz çığlıktır. Hayatı ancak veren durdurabilir. O’ndan başka da hayatı durduracak kimse yoktur. Zira hayatı da ölümü de O yarattı. Ölen ölmüştür. İnansanız da inanmasanız da hakikat bu. Ne yaparsanız yapın, hayatı durduramazsınız. O hayatı siz vermediniz. Ezelî ve ebedî olan yalnız Allah’tır. Sizi yaratan, yaşatan, rızkınızı veren de alan da O’dur.
Hayatı durdurmak istiyorsan sirenlere uyma yerine seni huzuruna çağıran, o büyük buluşmanın vesilesi ezanın davetine icabet ederek Rabbinin huzuruna çıkarak hayatı durduracaksın. Büstlere eğilme, saygı duruşunda bulunma yerine yalnız ve yalnız Allah’ın huzurunda eğileceksin. Sadece ve sadece O’na kulluk edeceksin. Değişik şekillerde taptığı, tapma yerine koyduklarının hepsini unutup yaratan Allah’ı unutmayacaksın.
Herkes dilediği kutsala ibadet edebilir, bir ölüyü diri yerine koyup ona derdini, problemlerini anlatabilir. Ancaaak bunu kabul etmeyenlere bu dayatma, bu psikolojik baskı, bu tecrit etme, bu aşağılama da neyin nesi? Hani demokrasi tahammül rejimiydi? Anıtkabir ziyaretine normal bir kabir ziyareti diyebilir misiniz? Biraz tarih bilenler, biraz geçmiş kavimlerin hallerini değerlendirenler, bu yapılanların tamamen cehalet döneminin değişik bir versiyonu olduğunu kabul ederler. Şahısların tabulaştırılması ve ortak payda olarak görülmelerinden kurtarılması gerekiyor. Bu toplumu birbirine kenetleyen İslâm konusunda, İslâmî kimlik ve değerlerimiz hususunda yaşasın/yaşamasın daha dikkatli, titiz, itinalı, (özenli), saygılı davranarak insan olduğunu göstermeli.
Ne ölü zannedilenler var ki Kur’an’a göre diridirler. Ne diri zannedilenler var ki Kur’an’a göre ölüdürler. Ölülerin arkasından ‘rahat uyu!’ diyenler, sabahı olmayan bir gece istediklerinin farkında mıdırlar? Ölüsüne ‘rahat uyu!’ diyenlere “uyumak için ölünmez asıl uyanmak için ölünür” desek anlarlar mı? Peygamberimizin ‘insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar’ haberi onlar için bir şey ifade der mi acaba?
Modern insanın en çok ürktüğü şey ölüm! Elinden gelse ölümü öldürecek. Öldüremediği ölümü unutmak ve unutturmak için elinden geleni ardına koymuyor. Modern şehirler mezarsız. Mezarlıklar şehirlerin en uzağına yapılıyor. İnsanlar ölüleriyle karşılaşmamak için özel gayret sarf ediyor. Çünkü ölüleriyle karşılaşmak muhasebeyi-özeleştiriyi-tevbeyi-sorgulamayı gerektiriyor. Onun için “Her nefis ölümü tadıcıdır” ilahi hatırlatmasından rahatsız oluyorlar. Rahatsız olanlar, ‘ölüm gerçeği’ni ortadan kaldıramazlar. Hayatı ve ölümü Yaratan’a teslim olmayanlar, ölümü öldürmeye çalışanlardır. Hesabı verilebilir bir hayat yaşayanlar, ölümü “vuslat” olarak görürler. Ölüm, bir hayata veda, diğer hayata merhaba demektir. Ölüm, bir intikalden ibarettir. Hayatın dünya basamağından ahiret basamağına geçiş. Ölüm, bir hayatın bitip, bir başka hayatın kapısını çalmaktır. Bu kapı istense de istenmese de çalınacak o hesap günü mutlaka gelecek, ‘hayat filmi’miz.
Düşünce melekelerini kaybetmiş insanları düşünceye davet etmenin beyhudeliğini biliyorum. Yine de hak ve hakikati, doğruluğu sâbit olan vahye dayanan, hadislerle de açıklanan ÖLÜM’ü hatırlatarak, tağutlardan, zihin işgalinden kurtulmaya, putlaştırma’lardan korunmaya vesile olacağından sizleri birkaç ayet ve hadisle baş başa bırakıyorum.
“Yeryüzünde bulunan herkes fânidir. Yalnız sonsuz büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır. (55 Rahman 26, 27)
“Rasûlüm! Gerçek şu ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (39 Zümer 30) “Allah, insanların ölümleri anında ruhlarını alarak ölümlerini gerçekleştirir. Elbette bunda, etraflıca ve sistemlice düşünen, faydalı sonuçlar elde edebilen toplumlar için bunda Allah’ın sınırsız kudretini, kurduğu düzeni, yüce hikmetini gösteren âyetler, deliller; dersler ve ibretler vardır.” (39 Zümer 42)
“De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonra duyuların ötesinde olan şeyleri de, duyular sahasına giren her şeyi de çok iyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız; O da size yaptıklarınızı tek tek haber verecektir.” (62 Cuma 8)
“Her canlı, her nefis ölümü mutlaka tadacaktır. Sonunda bizim huzurumuza getirilerek hesaba çekileceksiniz.” (29 Ankebut 57)
“Senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?” (21 Enbiya 34) Hadis-i Şerifler ise:
“Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın. (Gaflete) dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!” Duygularımla baş başa kalıyorum siren seslerinin arasında. Bizi yoktan var eden, varlığından haberdar eden, yaratan/yaşatan, kavuşturan buluşturan, bunca nimetleri veren, Celâl-Cemal-Kemal sahibi Allah’a hamd ediyorum.
Kışa bak, yaza bak. Göğe bak, yerde yiyecek arayan karıncaya bak. Bütün bu düzeni kim idare ediyor? Kışın solmuş yapraklar nasıl birdenbire yeşerip serpiliyor. Bir yağmur tüm canlıları diriltiyor. Diriyi öldüren, ölüyü diriltmeye kadirdir. Mezar âleminden sonra da böyle yağmur çiseleyecek ve insanlar yerden bitkinin bittiği gibi bitecekler. Kur’an’ın dediği gibi diyorum: “İla eyne tezhebun? (Nereye gidiyorsunuz?)”