ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Hükümetimizin kulağına küpe olsun! (2) Gündemden düşmeyen mesele: EĞİTİM

Eğitim meselesi halledilmeden hiçbir mesele halledilemez. Siyaset, hukuk, ekonomi, hepsi muallâkta kalır. Gençler düşünüyor. Üniversiteye nasıl gireceğiz? Hangi bölümüne gireceğiz? Girince ne yapacağız? Bitirdikten sonra ne olacağız? Nasıl iş bulacağız, nasıl evleneceğiz, nasıl mutlu olacağız? Bir köşe dönme fırsatı yakalayamazsak, ne zaman düze çıkacağız? Gibi sualler gençlerimizin gündeminden hiç düşmüyor.  Peki öğrencilerimize ne zaman “sorumluluk eğitimi” vereceğiz. “Mesuliyet” bile diyemiyorum. Sözlüğe bakma zahmetinde bulunmasınlar diye… “lügat” diyemediğim gibi. Eğitimin kök manası, kişiye sorumluluk şuurunu kazandırmaktır. Üzüntüme gelince; Bütün yapılan kalıcı hizmetler bizden sonrası için. Emaneti teslim edeceğimiz gençler için. Gençlerimizin durumuna bakınca, ailelerin vaziyetini görünce üzülmemek mümkün değil. Feryat etmek, yangını haber veren insanların çığlığı gibi bağırmak, ortalığı ayağa kaldırmak da elzemdir. Merhum Erol GÜNGÖR’ün şu hatırası ne kadar ibretamizdir. Türk modernleşmesi hakkında önemli çalışmalar yapmış büyük bir sosyal bilimci olan Rustow asistanı E. Güngör’e Türk milli eğitim sisteminin hali-pür melali konusunda bir gün Beyazıt Meydanında birlikte yürürken “Erol, etrafta 7-8 yaşlarında gözlerinden zekâ fışkıran çocuklar görüyorum. Bu zeki çocukları okullarınıza alıp nasıl aptal hale getirdiğinizin sırrını bir türlü çözemiyorum. Sahi, bu çocukları okullarınızda nasıl aptal hale getiriyorsunuz?”   Okumayı ve düşünmeyi hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Vakit yok, para yok, şu yok, bu yok. Bunların hiçbir mazereti olamaz, çünkü hepsinin bir çaresi vardır. “Boş vakit olursa okumaya çalışırım” diyen elbette vakit bulamaz. Okuma eğlencelik değildir, ciddi bir iştir. Ciddiye alınmayan hiçbir şeye vakit bulunamaz! Unutulmasın ki; vücutlar gibi zihinler de fesada uğrar, yağ bağlar acayipleşir. O hale gelirsiniz ki okuduklarınız size yük olur. Kolaycılığa kaçmak, insanı yiyip bitirir. Bilgisayar ve teknolojinin imkanlarını kullanmanın insan yetiştirme düzenimizi olumlu yönde etkileyen bir tarafı yoksa; vebali, mes’uliyet ve mükellefiyeti vardır. KPS puanının ve ilgili fakülteden mezuniyetin, bir-kaç da ilgili evrak temininin yeterli görüldüğü “öğretmenlik mesleği”ne alınmanın diğer ülkelerde bir benzeri gösterilemez. Geleceğimizi teslim edeceğimiz öğretmenlerimizde; millî ve mânevi değerlere bağlı, kendi kültür ve medeniyet havzamızda yetişmiş, idealist ve “dava adamı” misyonu taşıyan, menfaat ve parayı öncelemeyen, kalıcı hizmetler vermeyi şiar edinen, “ölçülü ve dengeli” hal içinde hareket eden kaç öğretmenimiz var acaba?   Sağ iktidarları muktedir yapamayan, insan unsurunun ihmalidir. Sadece ekonomi, baraj, yol, köprü, teknoloji, sanayi, bilgisayar, internet v.s. İnsan nerede insan? Yoldan, köprüden geçen kim? Barajı kullanan kim? “Millî kültür barajı” nerede? Bilgisayarın, internetin tuşuna dokunan parmak kimin parmağı? Sadece bilgisayarlı-internetli eğitim, kıymet hükümleri vermez. İnançtan, ahlaktan, idealden, sevgiden, faziletten, saadetten söz etmez. O yalnızca maddeyle meşgul olur?  Varlığımızın, hayatın ve hakikatin, bütünlüğünü kavramadıkça, hiçbir ilgimizin sıhhat kazanması mümkün değildir. Eğitim “Örnek’le olur. “Çevreyle olur. Yaşayarak, yaşatarak olur. İnsanın; şahsiyeti, bütünlüğü, dengesi, istikameti, ruhu, kalbi, zihni, iradesi yok mu? Bütün bunlar nerede, ne zaman hatırlanacak? Düşünceyi, fikrî yapıyı, insanı ve insanî değerleri, milleti, milleti millet yapan değerleri kaale almadığınız, teknik kadar ona pâye vermediğiniz müddetçe; “sosyal ruh” tahrip edilip, bunlar akamete uğramışsa, okumak sadece cehaleti arttırır. Eğitim; bir nevi kendi ruh köklerinden gelen kültür mirasının gelecek nesillere intikalini sağlayan süreç değil mi?  Eğitim; toplumdaki sosyal veraseti (medeniyet, ahlak vs.) iletmesi gereken bir vasıta değil mi? Siz Shakespeare’i okumamış bir İngiliz, Konfüçyüs’ü okumamış bir Çinli, Dostoyevski’yi okumamış bir Rus, V.Hugo’yu okumamış bir Fransız, İncil okumamış bir Hıristiyan, Tevrat okumamış bir Yahudi düşünebiliyor musunuz?  Kendi ecdadının mezar taşını, girdiği-çıktığı fakültenin kapısındaki tuğra ve yazıdan habersiz, on-onbeş yıl önce yazılmış bir makaleyi anlamakta zorluk çeken, kendi kültür kodlarını kavramlarını dahi bilmeyen bu nesil neredeki eğitim kurumlarından mezun? Öpmeye kıyamadığımız; Rabbimizin bize en büyük emaneti olan yavrularımızı niçin istediğimiz gibi yetiştiremiyoruz? Hata nerede, sıkıntı nerede?  Çare ne? Bizi biz yapan değerler, şahsiyetimiz, kimliğimiz, aidiyet duygumuz bunlar ne olacak? Her şeye fiyat biçilen bir dünyada bizim değerimiz olmasın mı? İnanan, düşünen, hisseden, kalbi selim, aklı selim, zevki selim sahibi, şuurlu, bilgili, dengeli, insan olmak hedefi nerede? Ülkesine ve değerlerine yabancılaştırıcı, ruhsuz, köksüz, millî ve manevi değerleri verilmeyen eğitim sistemi devam ediyor.  Tarihî derinlikleri bilenler, Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi gibi liselerin mezunlarının devletine düşman yetiştirilmesi meselesini, azınlık okullarının yerleştirilmesini, buraların müfredatının tamamen Batı’nın olduğunu ve İslâm düşmanı olarak yetiştirildiklerini, Abdülhamid’in kurduğu okulların mezunlarının tahttan indirilenlerle, Osmanlı’yı yıkanlarla beraber olduklarını unutmayalım. Kendi kutsalı verilmediği için paganizmle kutsal hale getirilen Kemalizm, Laiklik, Demokrasi. Makaleye sığmayacak yaşadıklarımız.  İnisiyatif 300, 500 Sabetaist, mason uşaklarının ve dinsizliği din haline getiren, şeflik ve Tek Parti döneminin devamı olan “Beyaz Türkler”in elinde olduğunu gösteriyor. Bunlara ilaveten dijital medyalar zihinlerimizi işgal ediyor. Dijital sömürgecilik veya dijital emperyalizm diyebileceğimiz bir sürecin eşiğinden geçiyoruz.  Dijital sömürgecilik, popüler kültür üzerinden bütün aidiyet biçimlerini, millî ve manevi değerleri yerle bir ediyor! Ürpertici bir aşağılık kompleksi, kendi insanından ve kültüründen nefret duyma meydana getirdi. O yüzden gençlerimiz hiç tanımadıkları bir dünyaya (vahşî Batı’ya) kaçmanın hayallerini kuruyorlar. Bütün bunlar, fiilen işgal edilemeyen bu ülkenin, nasıl zihnen işgal altında olduğunu gösteriyor. Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor.  Kültür hayatımız, medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor. “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye. Umudumuzu yitirmedik. Milletin, ümmetin beklentileri gerçekleşecek İnşaallah…
Ekleme Tarihi: 12 Haziran 2023 - Pazartesi

Hükümetimizin kulağına küpe olsun! (2) Gündemden düşmeyen mesele: EĞİTİM

Eğitim meselesi halledilmeden hiçbir mesele halledilemez. Siyaset, hukuk, ekonomi, hepsi muallâkta kalır. Gençler düşünüyor. Üniversiteye nasıl gireceğiz? Hangi bölümüne gireceğiz? Girince ne yapacağız? Bitirdikten sonra ne olacağız? Nasıl iş bulacağız, nasıl evleneceğiz, nasıl mutlu olacağız? Bir köşe dönme fırsatı yakalayamazsak, ne zaman düze çıkacağız? Gibi sualler gençlerimizin gündeminden hiç düşmüyor. 

Peki öğrencilerimize ne zaman “sorumluluk eğitimi” vereceğiz. “Mesuliyet” bile diyemiyorum. Sözlüğe bakma zahmetinde bulunmasınlar diye… “lügat” diyemediğim gibi. Eğitimin kök manası, kişiye sorumluluk şuurunu kazandırmaktır. Üzüntüme gelince; Bütün yapılan kalıcı hizmetler bizden sonrası için. Emaneti teslim edeceğimiz gençler için. Gençlerimizin durumuna bakınca, ailelerin vaziyetini görünce üzülmemek mümkün değil. Feryat etmek, yangını haber veren insanların çığlığı gibi bağırmak, ortalığı ayağa kaldırmak da elzemdir. Merhum Erol GÜNGÖR’ün şu hatırası ne kadar ibretamizdir. Türk modernleşmesi hakkında önemli çalışmalar yapmış büyük bir sosyal bilimci olan Rustow asistanı E. Güngör’e Türk milli eğitim sisteminin hali-pür melali konusunda bir gün Beyazıt Meydanında birlikte yürürken “Erol, etrafta 7-8 yaşlarında gözlerinden zekâ fışkıran çocuklar görüyorum. Bu zeki çocukları okullarınıza alıp nasıl aptal hale getirdiğinizin sırrını bir türlü çözemiyorum. Sahi, bu çocukları okullarınızda nasıl aptal hale getiriyorsunuz?”

  Okumayı ve düşünmeyi hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Vakit yok, para yok, şu yok, bu yok. Bunların hiçbir mazereti olamaz, çünkü hepsinin bir çaresi vardır. “Boş vakit olursa okumaya çalışırım” diyen elbette vakit bulamaz. Okuma eğlencelik değildir, ciddi bir iştir. Ciddiye alınmayan hiçbir şeye vakit bulunamaz!

Unutulmasın ki; vücutlar gibi zihinler de fesada uğrar, yağ bağlar acayipleşir. O hale gelirsiniz ki okuduklarınız size yük olur. Kolaycılığa kaçmak, insanı yiyip bitirir.

Bilgisayar ve teknolojinin imkanlarını kullanmanın insan yetiştirme düzenimizi olumlu yönde etkileyen bir tarafı yoksa; vebali, mes’uliyet ve mükellefiyeti vardır. KPS puanının ve ilgili fakülteden mezuniyetin, bir-kaç da ilgili evrak temininin yeterli görüldüğü “öğretmenlik mesleği”ne alınmanın diğer ülkelerde bir benzeri gösterilemez. Geleceğimizi teslim edeceğimiz öğretmenlerimizde; millî ve mânevi değerlere bağlı, kendi kültür ve medeniyet havzamızda yetişmiş, idealist ve “dava adamı” misyonu taşıyan, menfaat ve parayı öncelemeyen, kalıcı hizmetler vermeyi şiar edinen, “ölçülü ve dengeli” hal içinde hareket eden kaç öğretmenimiz var acaba?  

Sağ iktidarları muktedir yapamayan, insan unsurunun ihmalidir. Sadece ekonomi, baraj, yol, köprü, teknoloji, sanayi, bilgisayar, internet v.s. İnsan nerede insan? Yoldan, köprüden geçen kim? Barajı kullanan kim? “Millî kültür barajı” nerede? Bilgisayarın, internetin tuşuna dokunan parmak kimin parmağı? Sadece bilgisayarlı-internetli eğitim, kıymet hükümleri vermez. İnançtan, ahlaktan, idealden, sevgiden, faziletten, saadetten söz etmez. O yalnızca maddeyle meşgul olur? 

Varlığımızın, hayatın ve hakikatin, bütünlüğünü kavramadıkça, hiçbir ilgimizin sıhhat kazanması mümkün değildir. Eğitim “Örnek’le olur. “Çevreyle olur. Yaşayarak, yaşatarak olur. İnsanın; şahsiyeti, bütünlüğü, dengesi, istikameti, ruhu, kalbi, zihni, iradesi yok mu? Bütün bunlar nerede, ne zaman hatırlanacak? Düşünceyi, fikrî yapıyı, insanı ve insanî değerleri, milleti, milleti millet yapan değerleri kaale almadığınız, teknik kadar ona pâye vermediğiniz müddetçe; “sosyal ruh” tahrip edilip, bunlar akamete uğramışsa, okumak sadece cehaleti arttırır. Eğitim; bir nevi kendi ruh köklerinden gelen kültür mirasının gelecek nesillere intikalini sağlayan süreç değil mi? 

Eğitim; toplumdaki sosyal veraseti (medeniyet, ahlak vs.) iletmesi gereken bir vasıta değil mi? Siz Shakespeare’i okumamış bir İngiliz, Konfüçyüs’ü okumamış bir Çinli, Dostoyevski’yi okumamış bir Rus, V.Hugo’yu okumamış bir Fransız, İncil okumamış bir Hıristiyan, Tevrat okumamış bir Yahudi düşünebiliyor musunuz? 

Kendi ecdadının mezar taşını, girdiği-çıktığı fakültenin kapısındaki tuğra ve yazıdan habersiz, on-onbeş yıl önce yazılmış bir makaleyi anlamakta zorluk çeken, kendi kültür kodlarını kavramlarını dahi bilmeyen bu nesil neredeki eğitim kurumlarından mezun? Öpmeye kıyamadığımız; Rabbimizin bize en büyük emaneti olan yavrularımızı niçin istediğimiz gibi yetiştiremiyoruz? Hata nerede, sıkıntı nerede? 

Çare ne? Bizi biz yapan değerler, şahsiyetimiz, kimliğimiz, aidiyet duygumuz bunlar ne olacak? Her şeye fiyat biçilen bir dünyada bizim değerimiz olmasın mı? İnanan, düşünen, hisseden, kalbi selim, aklı selim, zevki selim sahibi, şuurlu, bilgili, dengeli, insan olmak hedefi nerede? Ülkesine ve değerlerine yabancılaştırıcı, ruhsuz, köksüz, millî ve manevi değerleri verilmeyen eğitim sistemi devam ediyor. 

Tarihî derinlikleri bilenler, Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi gibi liselerin mezunlarının devletine düşman yetiştirilmesi meselesini, azınlık okullarının yerleştirilmesini, buraların müfredatının tamamen Batı’nın olduğunu ve İslâm düşmanı olarak yetiştirildiklerini, Abdülhamid’in kurduğu okulların mezunlarının tahttan indirilenlerle, Osmanlı’yı yıkanlarla beraber olduklarını unutmayalım. Kendi kutsalı verilmediği için paganizmle kutsal hale getirilen Kemalizm, Laiklik, Demokrasi. Makaleye sığmayacak yaşadıklarımız. 

İnisiyatif 300, 500 Sabetaist, mason uşaklarının ve dinsizliği din haline getiren, şeflik ve Tek Parti döneminin devamı olan “Beyaz Türkler”in elinde olduğunu gösteriyor. Bunlara ilaveten dijital medyalar zihinlerimizi işgal ediyor. Dijital sömürgecilik veya dijital emperyalizm diyebileceğimiz bir sürecin eşiğinden geçiyoruz. 

Dijital sömürgecilik, popüler kültür üzerinden bütün aidiyet biçimlerini, millî ve manevi değerleri yerle bir ediyor! Ürpertici bir aşağılık kompleksi, kendi insanından ve kültüründen nefret duyma meydana getirdi. O yüzden gençlerimiz hiç tanımadıkları bir dünyaya (vahşî Batı’ya) kaçmanın hayallerini kuruyorlar. Bütün bunlar, fiilen işgal edilemeyen bu ülkenin, nasıl zihnen işgal altında olduğunu gösteriyor. Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor. 

Kültür hayatımız, medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor. “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye. Umudumuzu yitirmedik. Milletin, ümmetin beklentileri gerçekleşecek İnşaallah…

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.