Ramazan ayı, bütün insanların iyiliği, kurtuluşu için bir hidayet rehberi olan, Allah'tan gelen, Allah'ın peygamberiyle öğrettiği, hakkı bâtıldan, imanı küfürden, helâli haramdan ayıran apaçık delilleri, şeriatı içeren Kur'ân'ın indirildiği aydır. Mukabelelerin okunduğu, elimizden dilimizden Kur’an-ı Kerimi’in düşmediği ay. Bizim şuurlu Müslüman olmamız da Kur’an’ı hayatımızın merkezine koymamız onun ahkâmıyla hareket etmemizle gerçekleşir.
Oruç, Kur’an’ın doğum kutlamasıdır. İşte içerisinde Kur’an o gece nâzil olduğu için “bin aydan daha hayırlı” olan Kadir/kader/ölçü gecesini barındıran Ramazan ayını değerli kılan da buydu. Bu silsileyi izlersek: Ramazan’a hürmet Kur’an’a hürmettir, Kur’an’a hürmet Allah’a hürmettir. Ramazan’a hürmetin ölçüsü ise onu bütün organlarımızla oruçlu geçirmektir. Çünkü o insanlığa rehber olan ve hakkı bâtıldan ayıran vahyi elinden tutarak insanlığa sunmuştur. Ramazan, kutsallığını Kur’an ayı oluşundan alır.
Ramazan geldi. Hoş geldi. Sefa getirdi. Huzurla geldi. Sadaka ile geldi. Sahur ile geldi. İftar ile geldi. Oruç ile geldi. Teravih ile geldi. Sadaka i fıtır ile geldi. Salat u selam ile geldi. Kur'an ile geldi. Fatiha suresi ile geldi. Secde ve rükû ile geldi.Şimdi zaman tevbe zamanı. Allah'a sığınma zamanı. Günahlardan kaçınma zamanı. Gönül iyileştirme zamanı. Küsleri barıştırma, gönlü kırık olanları şad etme zamanı. Hamd ve şükür ile iman ve sağlığa dua zamanı. Din kardeşliğini canlı, hep yaşanır kılma gayreti gösterme zamanı. Hüzünlü Ramazan’dan Sürurlu Ramazan’a geçiş zamanı. Nefsin, aramızda hep var olan şeytanlaşmış insanların; yalan, iftira her türlü hile ve desiselerine kapılmayalım. Peygamber Efendimizin şu hadisleriyle amel edelim.
“Müminleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, birbirini sevmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücud gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı da ağrır.” Bir müminin, diğer bir mümin kardeşine her halükârda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz: “Zalim de olsa, mazlum da olsa mümin kardeşine yardım et!” buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu çarpıcı sözlerle dile getirmektedir: “Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur.”
Kardeşliğin bir gereği de zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları hizaya getirmek için çalışıp durmaktır. Bu tür bir yardımlaşma fertlerin ve toplumların selameti için oldukça önem arz etmektedir. Peygamberimiz şu nasihatlerde bulunmaktadır.
“Birbirinizle kinleşmeyiniz hasetleşmeyiniz birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz... Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter.” Mümin kardeşinin ufak-tefek kusurlarına ve eksikliklerine bakarak ona kin ve adavet besleyen kişi, gerçekte insafsızca ve zalimce davranan kimsedir.
Grupçuluk, inhisar-ı zihniyet, benmerkezcilik vb. gibi kötü hasletler de kardeşliği bozan ve müminleri birbirine düşüren hususlar cümlesindendir. Çünkü bu türden iddialar kaçınılmaz olarak beraberinde tefrikayı, çekişmeyi ve çatışmayı getirmektedir. Müminlerin birbirine düşmesi veya düşürülmesi ancak bu yollarla mümkün olabilmektedir. Nitekim bir hadisi şerifte, şeytanın bu yönde daima bir umut beslediğine işaretle şöyle buyurulmaktadır:
“Şeytan, kıbleye dönen müminlerin artık kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir; fakat onları birbirine düşürmekte (hâlâ ümitlidir).”
Bütün bu hususlar veya hasletler, tıpkı birer mikrop gibi, sirayet ettiği vücudları hasta düşürmekte ve tahrip etmektedir. Dinde kardeşlik ruhunu yeniden canlandırmak ve müminlere kaybettikleri kuvveti yeniden kazandırmak, ancak bu tür yanlışların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Kur’an-ı Kerim'in öngördüğü kardeşliğin tesis edilmesi demek, İslam ümmetinin yeniden dirilmesi, ölü ruhların canlanması demektir.
Tarihi kinleri, kabilevî ihtirasları, şahsî tamahları, taassub ile yaptıkları tahrip ve imhayı, Allah yolunda kardeşlik prensibinden başka hiçbir prensip ihya edemez kalpleri birleştiremez. Ancak bu kardeşlik prensibiyle saflar yüce ve büyük Allah'ın rızasını kazandıracak ameller işlenerek kazanılır. Farz namaza kıyam’da dururken imamlarımızın “Saflarınızı düz tutunuz. Omuzları bir hizaya getiriniz. Aralıkları kapayınız. Saf düzeni için elinizden tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Şeytanın girebileceği boşluklar bırakmayınız. Allah, safları bitişik tutanların gönlünü hoş eder. Safları bitişik tutmayanlara Allah nimetlerini lutfetmez. Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur.” Bu hadisin gereğini yerine getirmek için yaptığı unutulmamalı. Bu hadisi düşündüğümüzde şeklî duruş olmadığını görürüz. Kardeşliği konuşurken, yazarken sadece vücutların değil; kalplerin, gönüllerin, sevinçlerin, üzüntülerin, milletin-ümmetin-insanlığın dertlerinin kıvam bulmasıdır. Saflar düz tutulmadığı takdirde Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik şuurunun kaybolacağını, kalplerin, gönüllerin birbirinden kopacağını ifade buyurmaktadır. Dağınık, birlik fikrinden uzak, birbiriyle ilgisiz ve beceriksiz kimselerin hiçbir güzelliğe sahip çıkamayacağını, hiçbir kötülüğe engel olamayacağını belirtilmektedir. Müslümanları ancak sünnet-i seniyyenin kurtaracağına gönülden inanan kimseler, Peygamber Efendimiz saf düzeni konusuna bu kadar büyük önem vermesinin hikmeti üzerinde düşünmeli ve bu sünneti canlı tutmaya çalışmalıdır. Müslümanları günde beş, ayrıca Cuma günleri haftada bir, Ramazan ve kurban bayramları dolayısıyla yılda iki defa büyük cemaat halinde bir araya toplayan namaz ile toplum hayatımız arasında sıkı bir ilgi bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Safların düzgün olmasına dikkat edenler, iç dünyaları düzgün, huzurlu ve âhenkli, ayrıca doğru, dürüst ve düzgün olmayı arzu eden vasıflı insanlardır. Gönül dünyamızı dağınık, perişan ve vurdumduymazlıktan kurtaracağımız günleri yaşıyoruz. Değerlendirelim. Yapılan amellerin “bi gayri hisab” mükâfatların verildiği aydayız. Ruh dünyası dağınık ve perişan, hedefi belirsiz, yüce bir idealden yoksun kişilerden oluşan bu topluma huzur taşıyan güçlü kaliteli müminlerden olalım. Yusuf suresinde geçen kardeşlerine davranışını ve Âli İmran suresindeki 200. Ayetle devam edeceğim İnşallah…