Milletin, ümmetin, insanlığın içinde bulunduğu krizleri düşünüp, dertlenip tek çâre, tek tedavi kaynağı olan dinimiz İSL M eğitim sistemimize sokulmadığı, tapulumu ‘cinnet toplumu’ hâline getiren batasıca Batı Uygarlığı kafalara, gönüllere yerleştirilince tedeki adamlara bir çağrı daha yapma ihtiyacı hissettim.
Değerli akademisyen, kaliteli yazar kardeşim Ahmet Gülümseyen ’in yazısındaki şu paragrafı okuyunca bu hususa da dikkat çekmeliyim diyerek yazımı yazıyorum.
“Bayanların minderde güreşmesi yetmiyor, plajda güreştirilmesi. Bayanların yarı kıyafetle voleybol oynatılması yetmiyor, cinsiyet kimliği tartışılan isimlerin ay-yıldızlı forma altında mücadele etmesi. Bayan takıma erkek masör, bayan sporcuya erkek antrenör, sporcunun dövmesi, karma sporcu kampları ve daha birçok konu. Sonra diyoruz çocuk ve gençler göbeklerini göstermek için neden birbirleriyle yarışıyor! Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, her güne yeni bir ‘rezalet’ proje. Gündeme düşen son gelişme ‘Erciyes’in zirvesinde plaj voleybolu’ rezaleti. Ne demek Erciyes Kayak Merkezi’nde ‘plaj’ voleybolu? Bugüne kadar, voleybol oynatmak adına bayanları soyundurarak toplumumuzun manevi değerleri üzerinde ‘tahribat’ gerçekleştirmeniz yetmiyormuş gibi, Anadolu Ajansında yer alan habere göre 2 bin 200 rakımlı Erciyes Kayak Merkezi’ne 300 kamyon kum taşınıyor. Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF), Kayseri Büyükşehir Belediyesi ve Kayseri Erciyes A.Ş. işbirliğiyle gerçekleşen Erciyes’in zirvesinde voleybol oynatmanın maliyetini birisi bana anlatsın! Ekonomik tedbirler konuşulduğu bir dönemde, bu tür sözde spor organizasyonları ‘israf’ değil de ne? Voleybol Federasyonu, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin kasasından çıkacak para, kimsenin şahsi ‘parası’ değil, kamunun ‘israfıdır’.”
Dinimiz, sadece ibadetlerden müteşekkil bir din olmayıp hayat nizamımızdı. Bunlar da gösteriyor ki ‘iman-amel-ihlas-ihsan’ hususunda problemlerimiz var. Müslümanların hayat tarzı hürriyeti yok mu? Yanıldığımızı kabullenmemiz, hatamızı üstlenmemiz, hata ettiğimizi söylememiz bizi büyültür mü, küçültür mü? Bizi dinlemeyen, bize hak vermeyen herkesi rakip, hataları düzeltmeye kalkanları hasım gibi algılamak bizi nereye götürür? Eleştiriye kapalı olmak, her yaptığını mükemmel görmek olgun bir Müslüman tavrı mıdır? Kendilerinin ‘özel’ olduğunu düşünmek, etraflarındakilerin de öyle düşünmelerini istemek örnek insanlara yakışır mı? Yoksa bizim yanlışlarımız bir başka mı, hatalarımızda hikmet mi var? Kendimizi her faaliyetin “olmazsa olmazı” mı kabul ediyoruz? Belediyeler ve benzerî kamuya yansıyan hizmetleri gören kurumların başındakiler; yaptıkları icraatları “kendi değerlerimize, kutsallarımıza uyuyor mu, uymuyor mu?” sorusunu sorsunlar. Yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğimize, hesabımızı da kutsal hâle getirilen Laikliğe, İsviçre’den aldığımız kanunlarla değil, (Şeriatın, dinimizin kanunları ile) hesap vereceğimizi unutmasınlar. Hangi makamda olursa olsunlar herkesin eşit, imtiyazlı (ayrıcalıklı) olmadan yaptıklarımızın, yapmamız gerekirken yapamadıklarımızdan da hesap vereceğimiz de unutulmasın. Devletimiz gençlerimizi dini millî değerlerimizi yapacak projeler istiyor, aksini yapanların görevden derhal alınmasını yapılanın da bir daha yapılmasını engelleyecek şekilde durdurulmalıdır. Durdurmayanlar, göz yumanlar ‘aman sende’ deyip geçenler, hiç mücadele etmeyi düşünmeyenlerin hepsi suç, vebal, sorumluluk, yükümlülük altındadırlar.
Peygamber Efendimizin izinin sürüldüğü, sünnete bağlılığının hep dile getirildiği, hep ‘fırkayı naciye’ deyip duran bütün teşkilatlar; Hepiniz bugün için varsınız, tarihi hizmetler sizi bekliyor. Misyonunuzun, vizyonunuzun gereklerini yerine getirmek asıl bu günlerler için değil mi? Bugün önleyemediğiniz kargaşalıkları ne zaman önleyecek, ‘mü’minler muhakkak kardeştir’ emri ilahisini ‘niçin gerçekleştirmediniz’ sualine amelî cevabınızı ne zaman vereceksiniz? Mevcut iktidarın her yaptığını onaylamak, karşı çıkanları (AKP ayrışması yapmak) doğru mu? Bütün bunlar kitaplarda mı kalmalı? Hayatımıza ne zaman yansıyıp, bizi düzeltip bize çeki-düzen verecek? Allah’ım bu ‘bilinç yaralanması’ndan ne zaman kurtulacağız? Ne zaman kendimizi aşacağız? Ne zaman ara sıra “Sen kendini ne sanıyorsun?” diye soracağız kendi kendimize. Gönül kusuru işlemeyelim. Müslümanları en çok üzen tavırların, inançlarına düşmanlık yapanlar tarafından değil, inançlarını paylaşanlar tarafından ortaya konulan tavırlar olduğunu unutmayalım. ‘Acaba bizim canla başla desteklediklerimiz bizi ne kadar temsil ediyor?’ sorusunu soranlar çoğalıyor artık. İçinden geçtiğimiz süreç, yaşanan olaylar, kendilerini temsil iddiasında olan siyasal oluşumların, gönüllü teşekküllerin, cemaatlerin, tarikatların, hatta tek tek önemli bilinen isimlerin hiç rastlanılmadığı kadar sorgulandıklarını, kafalarının karıştığını kabullenelim. Dâvâsı olan insanların imtihanları daha da zor ve muhtelif. Dünyevîleşmeden tutunuz; ‘Yahudileşme Temayülü’ne; fikirsiz-düşüncesiz aksiyondan tutunuz, ahde vefasızlığa; adam seçememekten, adam harcamaya kadar…
Belki de ‘şer gibi gözüküp, hayra vesile’ oluyor yaşadıklarımız. Kolektif bilincin, eskilerin ifadesiyle “ma’şeri vicdanın” sesini dinleyeceğiz er-geç! Dostlarıyla dalaşanların, düşmanlarıyla savaşamaz hale geleceklerini unutmayalım! Kendi insanını, ilkelerini, ideallerini feda edenlerin, sonunda insansız ve imkânsız kalmakla cezalandırılacakların da unutmayalım! Bütün bunları nasıl yorumlamamız gerektiğini soran dostlara “hayırlı olacak!” İnşallah diyorum. Her İslâm dışı programları yapanları, buna kendi değerlerin yıpranmasıyla yapılan haklı eleştirilere bile tahammül edilmeyiş nasıl olur da muhafazakârlar tarafından yapılabilir? Şimdiye kadar bu ülkede sizin hangi yaşamınıza müdahale edildi? İslam’ın haram/helal meselesini ortaya koymak, Müslümanların en tabii hakkı değil mi? İnsanlığın fıtratına aykırı, mahremiyeti hatırlatan, günah-sevap ifadelerden niye rahatsız oluyorsunuz? Yazımı yazarken dertleştiğim gönül dostlarımın, dâvâ arkadaşlarımın notlarını da çok önemli ve ufuk açıcı buluyorum.
*Liberal muhafazakâr Müslümanlar yüzünden ne akide kaldı ne sosyal bir İslâm’î duruş, tavır kaldı. Fikir dünyası “enflasyon kadar bohem bir hâl aldı. İslâm ile Müslümanların düşünce dünyası arasındaki uzaklık belki tarihin hiçbir döneminde bu duruma düşmedi.
* Üç büyük tehlike: Akıllı insanların duygusuz oluşu, duygulu insanların etkisiz oluşu, etkili insanların akılsız oluşu. Dikkat ederseniz; Haram-Ahlâk-Gayri Meşru kelimeleri İslam'ı yakından ilgilendiren kelimeler olmasına rağmen, toplumsal düzenlemede İslam dikkate alınmamaktadır. Tepkisizliğin, tavır koymamanın, sessiz kalmanın birinci sebebi; sindirilmiş, susturulmuş toplum haline dönüştürülmemizdendir. Halbuki dinimiz emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker ile insanlara "iyiliği emredip ve insanları kötülükten vazgeçirmeye çalışmayı görev saymıştır. Topluma gayri ahlâki şeylerin alıştırılmasındaki gaye, benimsetilerek yeni İslam dışı ahlaki yapı oluşturmaktır. Bununla beraber önlem alınmaz ise zaman içerisinde ahlaki değerlerden uzaklaşan toplum, ahlâki kuralların tamamını yok sayan, bu sebeple ahlâkı nihilizm olarak adlandırılan felsefi akım olan Amoralizm'e kayacak ve hızla yaygınlaşacaktır. Devlet büyükleri bu tehlikeyi göze almışlar ki, suskunlar. Maalesef alıştık, alışıyoruz, tepki versek buna mı diyecek hale geldik. Bütün bunlar muhafazakâr bir iktidar zamanında oluyor. O zaman ne farkları var laik, seküler CHP'lilerden? Ak Parti artık yol, köprü, tünel işini ve dünyada problem çözme, iş adamlarımızı daha zengin etme gibi faaliyetlerini bir süreliğine rölantiye alsın da biraz da içerde ne oluyor, toplum ve gençlik nereye gidiyor onu görsün ve olumsuz şeyleri nasıl düzeltebilecek ona kafa yorsun. Halkın gelir seviyesi artarken imanı azalmasın. İstenilen yapılır, yaptırılır, Müslümandan ses çıkmaz. * Kutsal mekanlarımız dahil soyunmadık yer mı kaldı? Allah’ı en çok gazaplandıran günahların başında Çıplaklık; müstehcenlik gelmektedir Bunca deprem ve sel felaketlerinden ibret alan var mı başta idarecilerimiz olmak üzere. Eğer kayseri BBB Memduh Büyüklılıç bu işin içindeyse, onlara hizmet için belediyenin imkanlarını böyle rezil işlere amade kılıyorsa ruz-i mahşerde vallahi iki elim yakasında olacaktır. Müftüyü davet edip ‘amin’ seslerinin yükseldiği tören yaparsalar hiç şaşırmayın.