İman kardeşliği nimettir. Allah’a imanımız sayesinde kardeş olmamız büyük bir nimettir. Bu kardeşliğimizin esas dayanağı da imanımızdır. Kardeşliğimizin istikameti de ‘Allah için sevmek’tir. Allah için sevmek ise, iman bağlarının en kuvvetlisidir. İnsanın edinebileceği en mühim kardeşlik değeri, ‘Allah için ve Allah yolunda’ olan bağdır. “Bütün mü’minler muhakkak kardeştirler.” (49 Hucurat 10) âyetini sindire sindire okuyup amel etmeliyiz.
Maddi ve manevi bütün nimetler gibi ‘kardeşlik’ nimetinin değerinin bilinmesi, onun dış müdahalelere, nefsin arzularına karşı korunması, devamlılığını ve bir ecir kaynağına dönüşmesini sağlar. Şükrü eda edilmeyen nimetler nasıl kulun elinden alınıyorsa, bir nimet olarak bilinmesi gereken ‘mümin kardeşliği’nin de kıymetsiz veya menfaatlere feda edilebilen, değeri ucuz bir kavrama dönüştürülmesi elden alınması sonucunu getirebilir. Şeytana ve şeytanlaşmış güçlere alet olma, onların kursağına yem olarak düşme süreci kardeşliğin zedelenmesiyle başlar. Mü’min insanın gönlü ile Kâ’be arasında benzetme yapan veciz ifadeler bir kenara atılamayacak çapta sözler olarak görülmelidir. ‘Dava uğruna’ gibi bir gerekçeye dayandırılmış olsa dahi, mü’minlerin kalp kırma, incitme ve horlama gibi tavırların yine dava için doğuracağı sonuçları, zamana yayılmış haliyle yahut şeytanın o tavırlardan üreteceği fitnenin etkilerinin sonuçlarıyla düşünmeleri gerekir. Şeytanın dümen suyunda gerçekleştirilmiş eylemlerden bereket ummak yanılgıdır. Maalesef, şeytanı eylemlerinden tanımak ve ondan arınmış eylemler yapabilmek hiç de kolay olmamaktadır. Nice tuzaklarını, tuzağa yakalandıktan sonra anlayabilmekteyiz. Nefsimizin ve imanî kimliği oluşmamışların kışkırtması kimseyi aldatmamalıdır. Büyük bir imtihanın içinde en büyük düşmanımız nefsimize ve şeytana dikkat etmeliyiz. Resûlullah Efendimizin ümmetine nasihatindeki ölçü şudur: “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.” Eğer bir mü’min, Allah’ın kendisine karşılığında rızasını ve cennetini vaat ettiği kardeşliğini, şu veya bu dünyevi bir menfaat için zedeleyebiliyor ya da kökten atabiliyorsa bu hadisi defalarca tefekkür etmelidir. Tabii amel etmek için. Hangi gerginlik, hangi bunaltma hadisteki tehdidi göze almaya değer?
Kardeşliğin birinci düşmanı dünya ve içindekilerdir. Kardeşliği korumayı düşünenler de dünyanın içlerine sinme ihtimali olan alanlara dikkat etmek, o konudaki ilahî emir ve uyarılara kulak vermek durumundadırlar. Hz. Ömer’in bize verdiği ders ne kadar önemlidir.
Hz. Ömer bir akşam kardeşlerinden birini hatırlar. Gece boyu ‘Bu gece ne kadar da uzun oldu’ deyip durur. Sabah namazını kılar kılmaz gider, o kardeşini bulur ve ona sarılır. Günahların ilk etkisi kalplerin katılaşması, ahiret rikkatinin azalmasıdır. Katılaşan kalpler, nuru azalan gözler, kardeşten uzaklaşabilir; hatta onu ezebilir bile. Peygamber Efendimizin şu hadisini unutmamak gerekir: “İki kişi Allah için birbirlerini severken ayrılırlarsa, bu muhakkak onlardan birinin işlediği günahtan ötürüdür.”
Ağız/dil kaynaklı hatalara da düşmemek icab eder. Kaba sözler, kardeşin kardeşe söylemeyeceği tarzdaki ifadeler, öfke, asabiyet, dinlerken ilgisizlik, şakada aşırılık, tartışmada kuralsızlık, yaralayıcı tenkit, bu tür davranışlar kardeşliği olumsuz yönde etkiler.
Resûlullah efendimizin, cehenneme en çok sürükleyen şeylerden söz ederken, iki dudak arasındaki dili işaret edişindeki hikmet üzerinde çokça düşünülmelidir. Tahammülsüzlük, aşırı kınama, üçüncü şahısların nakillerini önemseme, özür kabul etmeme, zor zamanlarında ilgisiz kalma da kardeşliği zedeler, bünyede yara açar. Peygamber Efendimiz:
Hizmetlere dönük yapılan faaliyetlerde, davanın özüne ve mantığına aykırı hareketlerden uzak durulmalıdır. Nasihat edilmesinden alınmamalı. Başkalarının eksikliklerini araştırma, onların eksiklikleriyle tatmin olma hastalığına düşülmemelidir. Yürüyüşten konuşmaya, karşısındakini dinlemeye kadar, ikinci insanlara karşı üstten bakışlar, İslam ahlakından uzaklaşıldığının delilidir. Hizmet etmeyi, belli bir kesimin/grubun/cemaatin faaliyeti olarak daraltmak, her şeyden önce, hayatı bir bütün olarak kuşatan İslam’ın özüne terstir.
‘Üstünlüğün takvada’ olduğu anlayışı, imanın gereği olarak bilinmelidir. Mü’minler arasında ayrıcalık yoktur. Peygamberimizin, ‘İmtiyazlı (ayrıcalıklı) olmaktan Allah’a sığınırım’ sözü üzerinde düşünülmelidir. Mü’min, davasına hizmet eder, yaptığı hizmetin bedelini de insanlardan beklemez. Çünkü en büyük mükâfat Allah katındadır.