10 Muharrem 1444 Hz. Hüseyin Efendimizin şahadetinin yıldönümü. Hicretin 61. yılının 10 Muharrem günü Hz. Hüseyin ve yanında bulunan bir avuç insan (100 civarında) 5000 kişilik Yezid ordusu tarafından kuşatılarak bugün Irak toprakları içerisinde kalan Kerbela’da hunharca katledildiler. Bu normal bir cinayet değildi. Katledilen Peygamberimizin sevgili torunuydu. Onun katli; değil bir peygamber torununa, hiçbir insana, hatta bir canlıya dahi reva görülemeyecek hunharlıkta gerçekleştirilmişti. Kerbelâ, İslâm ümmetinin, bütün müminlerin asırlardır dinmeyen ortak hüznü ve kederidir. Dünyanın neresinde bulunursa bulunsun; mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, Resulüllah Efendimizi, ashabını ve ehl-i beytini sevip sayıp onlara muhabbet besleyen her müminin ortak acısı ve kederidir. Bu olay Müslümanların hafızasına silinmez bir biçimde kazındı. İslâm ümmetinin kolektif hafızasına yerleşti. Başta Müslüman Anadolu halkı olmak üzere birçok Müslüman halk; Hz. Hüseyin’i öz evinden çıkmış kendi cenazesi bilerek, onun adına aşureler kaynatıp dağıttı. İnsanlar Kerbela’da olanların hatırasını zihinlerde taze tutmak için çocuklarının adını Hüseyin ve Zeynep koymaktan bir an bile geri durmadılar. Hz. Hüseyin, bütün Müslümanların gönüllerinde yer tutan ortak sembollerden biri olmuştu. Bugün bize düşen; Kerbelâ’yı doğru okumak, doğru anlamaktır. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, sıradan bir hâdiseye dönüştürmemektir. Bu müessif olaydan ders ve ibret çıkarmaktır. Bunu yaparken de dinimizin ‘matem/yas dini’ olmadığını göstermektir. Olaylar, katliamlar, ölümler, cenazeler genelde ders alma, ibret çıkarma yerine ‘tören’ haline getirildi. Resmi zevat da bu yanlış uygulamalara meşruiyet kazandırdı. Çelenkten, yakalara takılan siyah fotoğraflardan, vakit namazı için girmeyip dışarda cenaze namazı için beklemeye, cenazenin evinden çevresine, çalıştığı kurumdan konumuna göre dolaştırılıp nutuk atılmasına, alkışlarla uğurlanmasına kadar. Bu yapıyı da kaldırmak lazım. Dini bakımdan yanlışlıkları, uygun olmayan davranışları, yapılanları düzeltmemiz görevlerimizden. Kimilerinin dünyalık mevkileri, ellerindeki nimetleri kıyamet gününde nedamete ve yürek acısına dönüşecek, kimileri de fani dünyada kaybettiklerinin, çektikleri acıların karşılığı olarak cenneti ve Allah’ın rızasını kazanmış olacaktır. Bugün yaşayan müminler olarak, dün içinde bulunmaktan korunmuş olduğumuz olayların hakemliğine yeltenirsek, elimizin bulaşmadığına dilimizi ve imanımızı bulaştırmış oluruz. Küffarın mezhep, meşrep, mektep demeden Müslümanların geleceğini toptan yok etmek için seferber olduğu böyle bir zamanda, Müslümanların ortak sembol ve değerlerinden ilham ve güç alarak geleceği inşaya yönelmekten başka çıkar yol yoktur. Her gün kanayan İslâm coğrafyası, ülkemizde her gün verdiğimiz şehitlerimizin kanları, zalimlerin zulmü altında inleyen insanlarımızın ızdırapları, makam/mevki düşkünü insanların halleri, mukaddeslerini kaybederek dünyevileşenlerin içler acısı vaziyetleri, Kerbela’da yaşananlardan/yaşatılanlardan farklı mı? Irak, Suriye, Filistin, Arakan, Türk Dünyası’nda, Mısır’da yaşananlar/yaşatılanlar... İhanet eden Kûfe’liler var oldukça, ‘Hüseyin’leri bitmez bu dünyanın. Hz. Hüseyin’in matemini yaşatma, onun hatırasını canlı tutma adına, kendini zincire vurmalar, zincirle dövme ve dövünmeler, karalar giymeler, vs. Bu ve benzeri merasimlerin en tehlike arz eden tarafı, ‘meşrûiyet kazanması’na sebebiyet vermesi. Asıl tehlike burada! Bunu folklorik hale getirdiğimiz aşure dağıtımında da düşünebilirsiniz. 950 sene yaşayan, ömrünü ‘İslam’a davet’e vakfeden bir peygamberin, yediklerinden mülhem kuş üzümünden, incirinden, narına, cevizinden diğer malzemelere varıncaya kadar yapılmış aşure mi ön planda, yoksa dinini yaymak için karada gemi yapan bir Peygamberin davası mı? Bu ay “aşure”den ibaret değil! Bu ayın idraki için de aşure dağıtmak yetmiyor ne yazık ki! Bizlerin her hal ve şartta yaşanan dinimiz var. İslâm ile insanımızı buluşturma derdimiz var. Hayat tarzımıza koymamız gereken Peygamberimiz, hayat kitabı Kur’an-ı Kerim var. Sırf Müslümanlara değil, insanlığa huzur veren İslâm ile buluşturma! Yaşananlar, yaşayanların fitneleridir. İmanlarına ve bulundukları mevkilere uygun bir imtihana tabi tutuldular. Vesileler, gayelerle karıştırılmamalı, esaslar, tali şeylerle yer değiştirilmemeli, âdetler ibadetleştirilmemeli. Dinimiz, akidemiz mutlaka ama mutlaka ciddiye alınmalı. Bu din; ne belediyelerin sosyal faaliyetlerine, ne de protokol toplantılarına malzeme olacak bir din değildir. Hoşgörü adı altında, bizleri yanlışlar karşısında tavırsızlığa sevk etmemelidir. Ebedî kurtuluş reçetemiz olan dinimizi anlamayan, idrak edemeyen, ahkâmına aklı yatmayanların cerbezesi, sloganları, oluşturdukları kamuoyu, vs. bizlerin hak ve hakikatleri söylememize mani olmamalıdır. Dili tad alma hassasiyetini kaybetmişlerin yüzünden leziz yemekler yapmayalım mı? Kendilerine göre yapılmış yemeklere ‘tadı, tuzu yok’ demeyelim mi? Bunları ifade ederken; ağır imtihanlardan geçerek nebevi çizginin temsilcisi olanların verdikleri mücadeleyi unutmayalım. Zulme karşı sonu şahadetle biten direnmeler üzerine kafa yoralım. Onların çektiklerini hissedelim. Dünya nimetlerini elde etmek için sınır tanımayanlara tavır koyalım. Ümmetin bugünkü halinin sancısını taşıyalım. Çeşitli makam ve mevki vaatleriyle kandırılanlar, konumlarını kaybetme korkusuyla bu katliama girişenler İslâm âleminin içler acısı hâli; bir başka “Kerbela”dır. İşte toplum psikolojisi! Binlerce insan, Peygamberimizin torununa söz verip onu topraklarına davet ettiler. Onlardan böyle bir talepte bulunan olmadığı halde. Ama yaptıkları davetin pahalıya mal olabileceğini sezince, gelmemesi için ikinci bir uyarı bile yapmadan canlarını kurtarma telaşıyla evlerine kapandılar. Siyaset veya başka bir imkânla, insanların üzerinde otorite kuran bir makamda bulunanlar, ateşten bir gömleği giydiklerini idrak etmelidirler. (Devam edeceğim İnşallah…)
Anasayfa
Yazarlar
Yaşar Değirmenci
Yazı Detayı
Bu yazı 124+ kez okundu.
Hz. Hüseyin Efendimizin Şahadeti ve Düşündürdükleri (1)
10 Muharrem 1444 Hz. Hüseyin Efendimizin şahadetinin yıldönümü. Hicretin 61. yılının 10 Muharrem günü Hz. Hüseyin ve yanında bulunan bir avuç insan (100 civarında) 5000 kişilik Yezid ordusu tarafından kuşatılarak bugün Irak toprakları içerisinde kalan Kerbela’da hunharca katledildiler. Bu normal bir cinayet değildi. Katledilen Peygamberimizin sevgili torunuydu. Onun katli; değil bir peygamber torununa, hiçbir insana, hatta bir canlıya dahi reva görülemeyecek hunharlıkta gerçekleştirilmişti. Kerbelâ, İslâm ümmetinin, bütün müminlerin asırlardır dinmeyen ortak hüznü ve kederidir. Dünyanın neresinde bulunursa bulunsun; mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, Resulüllah Efendimizi, ashabını ve ehl-i beytini sevip sayıp onlara muhabbet besleyen her müminin ortak acısı ve kederidir. Bu olay Müslümanların hafızasına silinmez bir biçimde kazındı. İslâm ümmetinin kolektif hafızasına yerleşti. Başta Müslüman Anadolu halkı olmak üzere birçok Müslüman halk; Hz. Hüseyin’i öz evinden çıkmış kendi cenazesi bilerek, onun adına aşureler kaynatıp dağıttı. İnsanlar Kerbela’da olanların hatırasını zihinlerde taze tutmak için çocuklarının adını Hüseyin ve Zeynep koymaktan bir an bile geri durmadılar. Hz. Hüseyin, bütün Müslümanların gönüllerinde yer tutan ortak sembollerden biri olmuştu. Bugün bize düşen; Kerbelâ’yı doğru okumak, doğru anlamaktır. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, sıradan bir hâdiseye dönüştürmemektir. Bu müessif olaydan ders ve ibret çıkarmaktır. Bunu yaparken de dinimizin ‘matem/yas dini’ olmadığını göstermektir. Olaylar, katliamlar, ölümler, cenazeler genelde ders alma, ibret çıkarma yerine ‘tören’ haline getirildi. Resmi zevat da bu yanlış uygulamalara meşruiyet kazandırdı. Çelenkten, yakalara takılan siyah fotoğraflardan, vakit namazı için girmeyip dışarda cenaze namazı için beklemeye, cenazenin evinden çevresine, çalıştığı kurumdan konumuna göre dolaştırılıp nutuk atılmasına, alkışlarla uğurlanmasına kadar. Bu yapıyı da kaldırmak lazım. Dini bakımdan yanlışlıkları, uygun olmayan davranışları, yapılanları düzeltmemiz görevlerimizden. Kimilerinin dünyalık mevkileri, ellerindeki nimetleri kıyamet gününde nedamete ve yürek acısına dönüşecek, kimileri de fani dünyada kaybettiklerinin, çektikleri acıların karşılığı olarak cenneti ve Allah’ın rızasını kazanmış olacaktır. Bugün yaşayan müminler olarak, dün içinde bulunmaktan korunmuş olduğumuz olayların hakemliğine yeltenirsek, elimizin bulaşmadığına dilimizi ve imanımızı bulaştırmış oluruz. Küffarın mezhep, meşrep, mektep demeden Müslümanların geleceğini toptan yok etmek için seferber olduğu böyle bir zamanda, Müslümanların ortak sembol ve değerlerinden ilham ve güç alarak geleceği inşaya yönelmekten başka çıkar yol yoktur. Her gün kanayan İslâm coğrafyası, ülkemizde her gün verdiğimiz şehitlerimizin kanları, zalimlerin zulmü altında inleyen insanlarımızın ızdırapları, makam/mevki düşkünü insanların halleri, mukaddeslerini kaybederek dünyevileşenlerin içler acısı vaziyetleri, Kerbela’da yaşananlardan/yaşatılanlardan farklı mı? Irak, Suriye, Filistin, Arakan, Türk Dünyası’nda, Mısır’da yaşananlar/yaşatılanlar... İhanet eden Kûfe’liler var oldukça, ‘Hüseyin’leri bitmez bu dünyanın. Hz. Hüseyin’in matemini yaşatma, onun hatırasını canlı tutma adına, kendini zincire vurmalar, zincirle dövme ve dövünmeler, karalar giymeler, vs. Bu ve benzeri merasimlerin en tehlike arz eden tarafı, ‘meşrûiyet kazanması’na sebebiyet vermesi. Asıl tehlike burada! Bunu folklorik hale getirdiğimiz aşure dağıtımında da düşünebilirsiniz. 950 sene yaşayan, ömrünü ‘İslam’a davet’e vakfeden bir peygamberin, yediklerinden mülhem kuş üzümünden, incirinden, narına, cevizinden diğer malzemelere varıncaya kadar yapılmış aşure mi ön planda, yoksa dinini yaymak için karada gemi yapan bir Peygamberin davası mı? Bu ay “aşure”den ibaret değil! Bu ayın idraki için de aşure dağıtmak yetmiyor ne yazık ki! Bizlerin her hal ve şartta yaşanan dinimiz var. İslâm ile insanımızı buluşturma derdimiz var. Hayat tarzımıza koymamız gereken Peygamberimiz, hayat kitabı Kur’an-ı Kerim var. Sırf Müslümanlara değil, insanlığa huzur veren İslâm ile buluşturma! Yaşananlar, yaşayanların fitneleridir. İmanlarına ve bulundukları mevkilere uygun bir imtihana tabi tutuldular. Vesileler, gayelerle karıştırılmamalı, esaslar, tali şeylerle yer değiştirilmemeli, âdetler ibadetleştirilmemeli. Dinimiz, akidemiz mutlaka ama mutlaka ciddiye alınmalı. Bu din; ne belediyelerin sosyal faaliyetlerine, ne de protokol toplantılarına malzeme olacak bir din değildir. Hoşgörü adı altında, bizleri yanlışlar karşısında tavırsızlığa sevk etmemelidir. Ebedî kurtuluş reçetemiz olan dinimizi anlamayan, idrak edemeyen, ahkâmına aklı yatmayanların cerbezesi, sloganları, oluşturdukları kamuoyu, vs. bizlerin hak ve hakikatleri söylememize mani olmamalıdır. Dili tad alma hassasiyetini kaybetmişlerin yüzünden leziz yemekler yapmayalım mı? Kendilerine göre yapılmış yemeklere ‘tadı, tuzu yok’ demeyelim mi? Bunları ifade ederken; ağır imtihanlardan geçerek nebevi çizginin temsilcisi olanların verdikleri mücadeleyi unutmayalım. Zulme karşı sonu şahadetle biten direnmeler üzerine kafa yoralım. Onların çektiklerini hissedelim. Dünya nimetlerini elde etmek için sınır tanımayanlara tavır koyalım. Ümmetin bugünkü halinin sancısını taşıyalım. Çeşitli makam ve mevki vaatleriyle kandırılanlar, konumlarını kaybetme korkusuyla bu katliama girişenler İslâm âleminin içler acısı hâli; bir başka “Kerbela”dır. İşte toplum psikolojisi! Binlerce insan, Peygamberimizin torununa söz verip onu topraklarına davet ettiler. Onlardan böyle bir talepte bulunan olmadığı halde. Ama yaptıkları davetin pahalıya mal olabileceğini sezince, gelmemesi için ikinci bir uyarı bile yapmadan canlarını kurtarma telaşıyla evlerine kapandılar. Siyaset veya başka bir imkânla, insanların üzerinde otorite kuran bir makamda bulunanlar, ateşten bir gömleği giydiklerini idrak etmelidirler. (Devam edeceğim İnşallah…)
Ekleme
Tarihi: 07 Ağustos 2022 - Pazar
Hz. Hüseyin Efendimizin Şahadeti ve Düşündürdükleri (1)
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.