ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Hz. Hüseyin Efendimizin Şahadeti ve Düşündürdükleri -2-

Muharrem ayında Hz. Hüseyin Efendimizle olan hadiseleri genel kültür havasında bilgi ve nakil malzemesi olarak anlamak ve kullanmak, meselelerimizi hiç kavramamak demektir. Zulüm karşısında susmayı “dilsiz şeytanlık” olarak değerlendiren, hakkı söylemeyi “sözlerin en güzeli” olarak niteleyen bir dinin mensupları olarak olayları ibret alarak, dersler çıkararak tahlil etmeliyiz. Hak ve hakikate, ahlak ve fazilete, izzet ve onura sevdalı olmakla örnek lider, önder şehit olan Hz. Hüseyin Efendimize zulüm yapanlar gibi zalimlerin her devirde mevcut olacaklarını unutmayız. Uğruna canlarını feda ettikleri yüce değerleri anlayıp yaşamakla, Kerbelâ’da yaşananlar; hepimize ‘şuur dirilişi’ verilmesinin ve aramızda ayrılık gayrılığın değil, birlik ve beraberliğin vesilesi olur. Hangi düşünce, siyasi ve mezhebi görüş olursa olsun; doğrunun hak ve hakikatin yanında olmamız gerekir. Gündemin, olayların peşinde giden sürü olmayalım. Gündemi ‘biz’ belirleyelim. Olayları fikir zemininde konuşalım. Uymamız, tâbi olmamız gereken ölçü, Dinimiz İslâm olsun. Sahabe-i Kiram da olsa hata yapabileceği, ‘masum ve mahfuz’ olanların yalnız Peygamberler olduğunu bilelim. Kendimizi hakem rolünde değil, ders alan öğrenci rolünde görelim. Makam ve mal ihtirasının bir insanı (mümin bile olsa) nelere sevk edebileceğini anlayalım. Hz. Hüseyin Efendimiz; bu hususta gayet açık ve net bir örnektir. Peygamberimizin torununa kıyanlar, namazlı ve Kur’an’lı kimselerdi. Peygamberimizin torunlarını ne kadar sevdiğini hatta onlar hakkındaki sözlerini, onların cennetlik olduklarını söylediğini çok iyi biliyorlardı. Siyasi hırs, eldekilerin kaybolma endişesi gözlerini kapladı. İlminin hakkını verebilecek, dünyevileşmemiş, celâdet ve cesaret sahibi âlimlerimizden mahrum oluşumuz, her devirde bitmeyen derdimiz. Hz. Hüseyin Efendimizle ilgili olaylar değerlendirilirken, vahye ve sünnete dayanmamaktan kaynaklanan ölçüsüzlük; akidede, düşüncede bile tahrifat ve tahribata bulaşmıştı. Bu bozukluk, saltanatçı güçler ve onları destekleyip onların emrine giren ulema tarafından meşrulaştırıldı, kurumlaştırıldı. Din anlayışı da Allah Resulünün ve Ashabının yaşadığı İslâm değildi. Adalet ve istişare, yerini zulme dayalı bir siyaset anlayışına bıraktı. Çalkantılar, adalet ve istişareyi unutmalar, hilafeti zorla ele geçirerek saltanata dönüştürmeler, ortaya çıkan hiziplerle gelen siyaset kaynaklı akîdevî ve fıkhî ihtilaflar. İhtilafların kavgaya, kavganın savaşa dönüşmesi. Unutulan “savaş ahlakı” ve sonucunda meydana gelen entrikalar, zulümler, işkenceler. Bütün bu olanlar; Hz. Hüseyin Efendimizin şahsında yaşananları tefekkürle tahlil edip ibret almayı, ders çıkarmayı gerektirmektedir. Bu yapılmayıp ‘matem günü’ ağırlıklı düşünce ve merasimler bizi özden uzaklaştırmıştır. Hz. Hüseyin çizgisinin özelliği; örnek mazlumluğu, fedakârlığı, adaleti, birliği-beraberliği, muhabbeti, hakkı, hakikati, hikmeti, cesareti, şahadeti, izzeti ve kıyamı temsil etmesidir. Yezidin çizgisinin özelliği ise; hırsı, ihtirası, saltanatı, zulmü, hileyi, zulme rızayı temsil etmesidir. Herkes farkında olarak veya olmayarak bu iki çizgideki yerini alıyor. Bulunduğu yer ve konuma göre hareket ediyor. Bugünün dünyasındaki fitne, zulüm, makam-mevki sarhoşluğu, lüks ve israf, debdebe içinde yaşanan hayat tarzları, bütün bunların elde edilmesi için feda edilen kutsal’lar, dünyevileşme hastalığı, her türlü hercümerç Kerbela’ya götüren sebeplerden. İçimizi kanatan, bizi gözyaşlarına boğan, “bu kadarı nasıl olabiliyor” dedirten olaylar zincirini çıkış noktasından sonucuna kadar değerlendirip düşünelim. Sevgimiz de nefretimiz de ölçülü olsun. Peygamberimizin vefatındaki hüzünde; cesaret ve adalet timsali Hz. Ömer bile kendisini bu ölüm ânının tesirinden kurtaramadı. Hatta herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle bağırdı: “Resulüllah ölmemiştir ve sağdır! Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!” Bu hitab karşısında halim selimliği ile bilinen Hz. Ebubekir derhal müdahale etmiş: “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür” buyurmuş, bu hitap üzerine Hz. Ömer kendine gelip sakinleşmiş, biraz önceki fevri hareketinden de vazgeçmiştir. Bizler Müslümanlar olarak, Hz. Hüseyin Efendimizin de içinde bulunduğu bütün ehli beyti seviyoruz. Hz. Hüseyin Efendimiz, başımızın tacı, şehidlerin efendisi. Peygamberimizden daha kıymetli ve üstün değil. Ölçüyü kaçırmayıp, ifrat ve tefride düşmeyip itidali elden bırakmayalım. Zaten dikkat edilirse bu millet ‘Yezid’i büyük hata ve suç işlediklerinde hakaret manasında kullanır. ‘Seni Yezid seni’ gibi. Ayrıca bırakın Yezid’i, babası ‘Hz. Muaviye’nin ismini (sahabe olmasına rağmen) çocuklarına isim olarak dahi koymamışlar. Bu hassasiyeti gösteren bu millet, yapılan matem merasimlerini düşünmeli. Bu dinin ‘matem dini’ olmadığını göstermeli. Orucumuzu da yalnız o gün tutmayıp 10. günle veya 9, 10, 11 günleri birleştirerek tutalım. Gerek farz, gerekse nafile oruçların içinde sadece o güne tahsis edilen bir oruç yok. Protokol ve ritüele dönüşen hiçbir uygulamanın dinimizde yeri yok. Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitlerini unutmayız. Hz. Hüseyin: ‘Hayat, iman ve cihattır’ buyuruyor, ‘zillete düşenlere yazıklar olsun!’ diye haykırıyordu. Şu ayeti beraber düşünerek okuyalım. “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (11/113) Sünnisiyle, Alevisiyle, Şii’siyle bütün Müslümanların Peygamberimizi, Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’i ve Ehl-i Beyt’i daha iyi anlamaya, örnek almaya ihtiyacı var. Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri başta olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyor, Rabbimizin hepimizi Cennette buluşturmasını niyaz ediyoruz. 
Ekleme Tarihi: 14 Ağustos 2022 - Pazar

Hz. Hüseyin Efendimizin Şahadeti ve Düşündürdükleri -2-

Muharrem ayında Hz. Hüseyin Efendimizle olan hadiseleri genel kültür havasında bilgi ve nakil malzemesi olarak anlamak ve kullanmak, meselelerimizi hiç kavramamak demektir. Zulüm karşısında susmayı “dilsiz şeytanlık” olarak değerlendiren, hakkı söylemeyi “sözlerin en güzeli” olarak niteleyen bir dinin mensupları olarak olayları ibret alarak, dersler çıkararak tahlil etmeliyiz. Hak ve hakikate, ahlak ve fazilete, izzet ve onura sevdalı olmakla örnek lider, önder şehit olan Hz. Hüseyin Efendimize zulüm yapanlar gibi zalimlerin her devirde mevcut olacaklarını unutmayız. Uğruna canlarını feda ettikleri yüce değerleri anlayıp yaşamakla, Kerbelâ’da yaşananlar; hepimize ‘şuur dirilişi’ verilmesinin ve aramızda ayrılık gayrılığın değil, birlik ve beraberliğin vesilesi olur. Hangi düşünce, siyasi ve mezhebi görüş olursa olsun; doğrunun hak ve hakikatin yanında olmamız gerekir. Gündemin, olayların peşinde giden sürü olmayalım. Gündemi ‘biz’ belirleyelim. Olayları fikir zemininde konuşalım. Uymamız, tâbi olmamız gereken ölçü, Dinimiz İslâm olsun. Sahabe-i Kiram da olsa hata yapabileceği, ‘masum ve mahfuz’ olanların yalnız Peygamberler olduğunu bilelim. Kendimizi hakem rolünde değil, ders alan öğrenci rolünde görelim. Makam ve mal ihtirasının bir insanı (mümin bile olsa) nelere sevk edebileceğini anlayalım. Hz. Hüseyin Efendimiz; bu hususta gayet açık ve net bir örnektir. Peygamberimizin torununa kıyanlar, namazlı ve Kur’an’lı kimselerdi. Peygamberimizin torunlarını ne kadar sevdiğini hatta onlar hakkındaki sözlerini, onların cennetlik olduklarını söylediğini çok iyi biliyorlardı. Siyasi hırs, eldekilerin kaybolma endişesi gözlerini kapladı. İlminin hakkını verebilecek, dünyevileşmemiş, celâdet ve cesaret sahibi âlimlerimizden mahrum oluşumuz, her devirde bitmeyen derdimiz. Hz. Hüseyin Efendimizle ilgili olaylar değerlendirilirken, vahye ve sünnete dayanmamaktan kaynaklanan ölçüsüzlük; akidede, düşüncede bile tahrifat ve tahribata bulaşmıştı. Bu bozukluk, saltanatçı güçler ve onları destekleyip onların emrine giren ulema tarafından meşrulaştırıldı, kurumlaştırıldı. Din anlayışı da Allah Resulünün ve Ashabının yaşadığı İslâm değildi. Adalet ve istişare, yerini zulme dayalı bir siyaset anlayışına bıraktı. Çalkantılar, adalet ve istişareyi unutmalar, hilafeti zorla ele geçirerek saltanata dönüştürmeler, ortaya çıkan hiziplerle gelen siyaset kaynaklı akîdevî ve fıkhî ihtilaflar. İhtilafların kavgaya, kavganın savaşa dönüşmesi. Unutulan “savaş ahlakı” ve sonucunda meydana gelen entrikalar, zulümler, işkenceler. Bütün bu olanlar; Hz. Hüseyin Efendimizin şahsında yaşananları tefekkürle tahlil edip ibret almayı, ders çıkarmayı gerektirmektedir. Bu yapılmayıp ‘matem günü’ ağırlıklı düşünce ve merasimler bizi özden uzaklaştırmıştır. Hz. Hüseyin çizgisinin özelliği; örnek mazlumluğu, fedakârlığı, adaleti, birliği-beraberliği, muhabbeti, hakkı, hakikati, hikmeti, cesareti, şahadeti, izzeti ve kıyamı temsil etmesidir. Yezidin çizgisinin özelliği ise; hırsı, ihtirası, saltanatı, zulmü, hileyi, zulme rızayı temsil etmesidir. Herkes farkında olarak veya olmayarak bu iki çizgideki yerini alıyor. Bulunduğu yer ve konuma göre hareket ediyor. Bugünün dünyasındaki fitne, zulüm, makam-mevki sarhoşluğu, lüks ve israf, debdebe içinde yaşanan hayat tarzları, bütün bunların elde edilmesi için feda edilen kutsal’lar, dünyevileşme hastalığı, her türlü hercümerç Kerbela’ya götüren sebeplerden. İçimizi kanatan, bizi gözyaşlarına boğan, “bu kadarı nasıl olabiliyor” dedirten olaylar zincirini çıkış noktasından sonucuna kadar değerlendirip düşünelim. Sevgimiz de nefretimiz de ölçülü olsun. Peygamberimizin vefatındaki hüzünde; cesaret ve adalet timsali Hz. Ömer bile kendisini bu ölüm ânının tesirinden kurtaramadı. Hatta herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle bağırdı: “Resulüllah ölmemiştir ve sağdır! Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!” Bu hitab karşısında halim selimliği ile bilinen Hz. Ebubekir derhal müdahale etmiş: “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür” buyurmuş, bu hitap üzerine Hz. Ömer kendine gelip sakinleşmiş, biraz önceki fevri hareketinden de vazgeçmiştir. Bizler Müslümanlar olarak, Hz. Hüseyin Efendimizin de içinde bulunduğu bütün ehli beyti seviyoruz. Hz. Hüseyin Efendimiz, başımızın tacı, şehidlerin efendisi. Peygamberimizden daha kıymetli ve üstün değil. Ölçüyü kaçırmayıp, ifrat ve tefride düşmeyip itidali elden bırakmayalım. Zaten dikkat edilirse bu millet ‘Yezid’i büyük hata ve suç işlediklerinde hakaret manasında kullanır. ‘Seni Yezid seni’ gibi. Ayrıca bırakın Yezid’i, babası ‘Hz. Muaviye’nin ismini (sahabe olmasına rağmen) çocuklarına isim olarak dahi koymamışlar. Bu hassasiyeti gösteren bu millet, yapılan matem merasimlerini düşünmeli. Bu dinin ‘matem dini’ olmadığını göstermeli. Orucumuzu da yalnız o gün tutmayıp 10. günle veya 9, 10, 11 günleri birleştirerek tutalım. Gerek farz, gerekse nafile oruçların içinde sadece o güne tahsis edilen bir oruç yok. Protokol ve ritüele dönüşen hiçbir uygulamanın dinimizde yeri yok. Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitlerini unutmayız. Hz. Hüseyin: ‘Hayat, iman ve cihattır’ buyuruyor, ‘zillete düşenlere yazıklar olsun!’ diye haykırıyordu. Şu ayeti beraber düşünerek okuyalım. “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (11/113) Sünnisiyle, Alevisiyle, Şii’siyle bütün Müslümanların Peygamberimizi, Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’i ve Ehl-i Beyt’i daha iyi anlamaya, örnek almaya ihtiyacı var. Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri başta olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyor, Rabbimizin hepimizi Cennette buluşturmasını niyaz ediyoruz. 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.