ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Mümin ALLAH'için seven ve sevilendir

Mümin seven ve sevilendir. Mümin, herkesi sever, herkesle anlaşır ve kendisi de başkaları tarafından sevilir ve anlaşılır. Böyle olmayan müminde hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası olandır. Mümin her yönüyle insana fayda getirir. Birlikte yürürsen sana yararlı olur. Onunla ortaklık kursan iyi bir ortak olur faydalanırsın. Resulullah, “Mümin gibi ülfet edilen, hemen ısını verilen bir başka hayırlı şey bilmiyorum.” buyurarak, müminin vasıflarını anlatır. Hadiste geçen anahtar kelime “ülfet”tir. Ülfet alışmak, cana yakın olmak, sevmek, dostluk ve arkadaşlık gibi manalara gelir. Bunun gerçekleştirilmesinin biraz da insan tabiatına ve mizacına bağlı olduğu akla gelebilir. Çünkü herkes, hemen herkesle kaynaşamayabilir; ama burada müminler olarak bizlere bir hedef çizilmektedir. Gerçek müminin, herkesle anlaşması, herkesi sevmesi ve kendisini de başkalarına sevdirme gayreti içinde olması gerektiğine dikkat çekilmekte. Demek ki bu durum bizim iradelerimize bırakılmış. Zaten İbn Haldun’un da dediği gibi, “İnsan, mizacının ve tabiatının çocuğu değil, alışkanlıklarının ve itiyatlarının çocuğudur.” Öyleyse müminler, istedikleri takdirde kendi iradelerine bırakılan bu meseleyi biraz zorlayarak da olsa yapabilirler. Gerçek mümin, çok kötü insanlarla bile arkadaşlık kurabilecek kadar sevgi ve hoşgörü insanı olmalıdır. Zaten, Allah, Hz. Musa’ya, Firavuna giderken ki Firavun, kendisinin Allah olduğunu söyleyen ve gözünü kırpmadan pek çok cana kıyabilen çok kötü bir insan değil midir? Firavuna “kavli leyyin”le yani yumuşak söz, yumuşak tavır ve yumuşak üslupla hareket etmesini söylemiyor mu? Gerçek mümin, itici, anlaşmaya kapalı, aksi ve soğuk bir tip olamaz. İslam böyle bir tipi ideal mümin olarak kabul etmiyor. Böyle birinin imanı vardır; ancak imanın tezahürleri onda yoktur. Peygamber Efendimizin hayatına baktığımızda, hayatı boyunca herkese müsamaha ile baktığını ve her kesimden insanla çok rahat diyaloğa geçtiğini görürüz. Siyer kitapları bunların yüzlerce misalleriyle doludur. Devletler planında Medine Sözleşmesi, diyalog planında Necranlı Hıristiyanlara mescidini açması, fert planında bir köleye arkadan gelip gözlerini kapatıp latifeleşmesi, bir çocuk olan Enes’le şakalaşması beşerî münasebetlerindeki sıcaklığına deryadan bir katre olarak hatırlanabilir. Hadisin sonunda geçen, “İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı olandır.” cümlesi ise, İslam’ın evrenselliğini hem de bütün insanlara bir rahmet olduğunu çok açık bir biçimde gösterir. İnsan, Allah’ın en şerefli varlığı, ona hizmet de elbette alkışlanması gereken bir durumdur. İnsanların önüne böylesine güzel bir hedefin konması, herkesi hayra kilitleyecek ve hayrın, iyinin, güzelin salih bir daire oluşturmasına sebep olacaktır. Bir insan, mizacı ve tabiatı itibarıyla sevilmeyebilir; ama insanlara faydalı olarak başkalarının sevgisini celb edebilir. İnsan, Allah Teâlâ’nın yarattıkları içinde en üstün ve mükemmel olanıdır. İnsan tercih ettikleriyle meleklerden üstün ya da hayvanlardan aşağı olabilen, Müslümanlıkla şeref kazanandır. Nitekim Peygamber Efendimizin: “Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların zarar görmediği kimsedir.”  ve: “Mü’min, halkın can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.”  “Mümin, bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” Bu hadis-i şeriflerden hareketle, diyebiliriz ki, mü’min helâl yer. Helâl ve haramların birbiri içine geçtiği günümüzde, mü’min firâsetli olmak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, şuursuzca yenilen her lokma, içilen her yudum, insanı fizyolojik ve mânevî mânâda onu ya yeniden inşa etmeye vesile olmakta ya da çöküşüne sebebiyet vermektedir. Hâdiseye, sadece karın doyurmak olarak bakmamak lâzım gelir. Öyle ki lokma var Hakk’a götürür, lokma var yoldan çıkarır. hadis-i şeriflerinden de anlaşıldığı üzere insan olmak, Müslümanlık ve mü’minlikle perçinlenmiştir. Mü’min Hakk’ın rızasına uygun işler yapmalıdır. Çıkar çatışmalarının iyiden iyiye ayyuka çıktığı şu günlerde, mâsivâya gönüller kaptırılmış durumdadır. Maalesef artık icraatların yapılıp yapılmama kararı, zahirî kazançlar üzerine kurulmuştur. Ağızlarda gezen: “-Elhamdülillah Müslümanım!” kelâmları havada asılı kalmaktadır. Arının temiz yerlere konması gibi, mü’min salih ve sadık kişilerle dost olandır. Onlarla bir arada olandır. Bunun tam tersi, fâsıklarla beraberlik zamanla zihnî, kalbî ve amelî beraberliğe götürür ki, bu mü’min için, içler acısı bir durumdur. Mü’min girdiği ortamlarda rol model olabilendir. Arının konduğu yeri kırıp bozmadığı gibi, aksine ihyâ ve âbâd edendir. Müslümanlığın zarâfetini, hoşgörüsünü, tatlı dilini, firâsetini üzerinde layıkıyla taşıyandır. Bilir ki, yaptığı yanlışlıkların zararı sadece kendine değil, bütün Müslümanlığa olabilecektir.
Ekleme Tarihi: 23 Eylül 2022 - Cuma

Mümin ALLAH'için seven ve sevilendir

Mümin seven ve sevilendir.
Mümin, herkesi sever, herkesle anlaşır ve kendisi de başkaları tarafından sevilir ve anlaşılır. Böyle olmayan müminde hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası olandır. Mümin her yönüyle insana fayda getirir. Birlikte yürürsen sana yararlı olur. Onunla ortaklık kursan iyi bir ortak olur faydalanırsın. Resulullah, “Mümin gibi ülfet edilen, hemen ısını verilen bir başka hayırlı şey bilmiyorum.” buyurarak, müminin vasıflarını anlatır. Hadiste geçen anahtar kelime “ülfet”tir. Ülfet alışmak, cana yakın olmak, sevmek, dostluk ve arkadaşlık gibi manalara gelir. Bunun gerçekleştirilmesinin biraz da insan tabiatına ve mizacına bağlı olduğu akla gelebilir. Çünkü herkes, hemen herkesle kaynaşamayabilir; ama burada müminler olarak bizlere bir hedef çizilmektedir. Gerçek müminin, herkesle anlaşması, herkesi sevmesi ve kendisini de başkalarına sevdirme gayreti içinde olması gerektiğine dikkat çekilmekte. Demek ki bu durum bizim iradelerimize bırakılmış. Zaten İbn Haldun’un da dediği gibi, “İnsan, mizacının ve tabiatının çocuğu değil, alışkanlıklarının ve itiyatlarının çocuğudur.” Öyleyse müminler, istedikleri takdirde kendi iradelerine bırakılan bu meseleyi biraz zorlayarak da olsa yapabilirler. Gerçek mümin, çok kötü insanlarla bile arkadaşlık kurabilecek kadar sevgi ve hoşgörü insanı olmalıdır. Zaten, Allah, Hz. Musa’ya, Firavuna giderken ki Firavun, kendisinin Allah olduğunu söyleyen ve gözünü kırpmadan pek çok cana kıyabilen çok kötü bir insan değil midir? Firavuna “kavli leyyin”le yani yumuşak söz, yumuşak tavır ve yumuşak üslupla hareket etmesini söylemiyor mu? Gerçek mümin, itici, anlaşmaya kapalı, aksi ve soğuk bir tip olamaz. İslam böyle bir tipi ideal mümin olarak kabul etmiyor. Böyle birinin imanı vardır; ancak imanın tezahürleri onda yoktur. Peygamber Efendimizin hayatına baktığımızda, hayatı boyunca herkese müsamaha ile baktığını ve her kesimden insanla çok rahat diyaloğa geçtiğini görürüz. Siyer kitapları bunların yüzlerce misalleriyle doludur. Devletler planında Medine Sözleşmesi, diyalog planında Necranlı Hıristiyanlara mescidini açması, fert planında bir köleye arkadan gelip gözlerini kapatıp latifeleşmesi, bir çocuk olan Enes’le şakalaşması beşerî münasebetlerindeki sıcaklığına deryadan bir katre olarak hatırlanabilir. Hadisin sonunda geçen, “İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı olandır.” cümlesi ise, İslam’ın evrenselliğini hem de bütün insanlara bir rahmet olduğunu çok açık bir biçimde gösterir. İnsan, Allah’ın en şerefli varlığı, ona hizmet de elbette alkışlanması gereken bir durumdur. İnsanların önüne böylesine güzel bir hedefin konması, herkesi hayra kilitleyecek ve hayrın, iyinin, güzelin salih bir daire oluşturmasına sebep olacaktır. Bir insan, mizacı ve tabiatı itibarıyla sevilmeyebilir; ama insanlara faydalı olarak başkalarının sevgisini celb edebilir.
İnsan, Allah Teâlâ’nın yarattıkları içinde en üstün ve mükemmel olanıdır. İnsan tercih ettikleriyle meleklerden üstün ya da hayvanlardan aşağı olabilen, Müslümanlıkla şeref kazanandır. Nitekim Peygamber Efendimizin:
“Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların zarar görmediği kimsedir.”  ve:
“Mü’min, halkın can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” 
“Mümin, bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.”
Bu hadis-i şeriflerden hareketle, diyebiliriz ki, mü’min helâl yer. Helâl ve haramların birbiri içine geçtiği günümüzde, mü’min firâsetli olmak zorundadır.
Unutulmamalıdır ki, şuursuzca yenilen her lokma, içilen her yudum, insanı fizyolojik ve mânevî mânâda onu ya yeniden inşa etmeye vesile olmakta ya da çöküşüne sebebiyet vermektedir. Hâdiseye, sadece karın doyurmak olarak bakmamak lâzım gelir. Öyle ki lokma var Hakk’a götürür, lokma var yoldan çıkarır. hadis-i şeriflerinden de anlaşıldığı üzere insan olmak, Müslümanlık ve mü’minlikle perçinlenmiştir. Mü’min Hakk’ın rızasına uygun işler yapmalıdır. Çıkar çatışmalarının iyiden iyiye ayyuka çıktığı şu günlerde, mâsivâya gönüller kaptırılmış durumdadır. Maalesef artık icraatların yapılıp yapılmama kararı, zahirî kazançlar üzerine kurulmuştur. Ağızlarda gezen: “-Elhamdülillah Müslümanım!” kelâmları havada asılı kalmaktadır. Arının temiz yerlere konması gibi, mü’min salih ve sadık kişilerle dost olandır. Onlarla bir arada olandır.
Bunun tam tersi, fâsıklarla beraberlik zamanla zihnî, kalbî ve amelî beraberliğe götürür ki, bu mü’min için, içler acısı bir durumdur. Mü’min girdiği ortamlarda rol model olabilendir. Arının konduğu yeri kırıp bozmadığı gibi, aksine ihyâ ve âbâd edendir. Müslümanlığın zarâfetini, hoşgörüsünü, tatlı dilini, firâsetini üzerinde layıkıyla taşıyandır. Bilir ki, yaptığı yanlışlıkların zararı sadece kendine değil, bütün Müslümanlığa olabilecektir.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.