Notlarıma dalarken rahmet, minnet ve şükranla yâd ettiğim Üstad Sezai KARAKOÇ ile Cemil MERİÇ’ten aldığım notlarımla karşılaştım. Uğradığımız ‘dijital işgal’ sosyal medya, internet bağımlılığı, akıllı telefon, vb. okuma alışkanlığımızı dumura uğrattı. Bu notlarımı, siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Sezai KARAKOÇ’tan başlayayım.
“Kimseler farkında değildir ki, yeni bir Endülüs faciasıyla karşı karşıyadır İslam Dünyası ve tüm insanlık. Hatta bir değil, beş, on faciasıyla. Endülüs’te bir medeniyet, İslam medeniyetinin bir varyasyonu olan bir medeniyet, acımasızca yok edildi. Sarayları, camileri, kütüphaneleri ve daha nice nice eserleriyle, belki bir daha eşini dünyanın göremeyeceği bir medeniyet, yeryüzünden silindi. Yalnız hayat tarzı, dünya görüşü ve canlı ruh değil, taşa ve toprağa, ağaç ve suya tasarrufla vücuda getirilmiş, adeta ebediymişler hissini veren eşsiz anıtlar yakılıp yıkıldı. Onlardan kalan tek tük izler, parçalar, bütünü hakkında az çok bir fikir vermekteler. Daha fazlasını da geçmiş ansiklopedi tarzındaki eserlerden, hatırlardan, şiirlerden öğreniyoruz. Bugün olan kültür katliamı ve cinayeti ise, Endülüs’ün başına gelenlerden beterdir. Çünkü: Endülüs, İslam Medeniyetinin bir uzantısı idi, güçlü dallardan biriydi. Bugün tahrip edilense, artık dal değil köktür. Evet, İslam şehirleri herkesin gözü önünde yok ediliyor. Bütün insanlık buna seyirci kalıyor. Medeniyet tahripçilerine karşı sesini yükselmelidir insanlık. Bu onun hem hakkı, hem görevidir.
Hıristiyanlık, kendi başına bir medeniyet olamamış ve oluşturamamış, sadece bir medeniyet unsuru olarak kalmıştır. Kuvvete, gerçeğe değil, propagandaya, kalbe ve ruha değil, beyin yıkamaya, hakikat inancına değil, şahıs kültüne dayanan ve adeta kıyametten haber veren bu cehennemî ideolojiler ve şurada burada insan öldürmeği, kitle kırmayı mârifet sayan irili ufaklı benzerleri. Batı Medeniyetinin temelde içine düştüğü moralsizlik, maneviyatsızlık ve yıkımın zakkum tipi yemişlerinden başka bir şey değildir. Ölmeyen Medeniyet, İslâm’dır. “Ölmeyen Medeniyet” i görmektedirler. Bilmekte ya da sezmektedirler ki, bu medeniyet içine girdiği köklü krizi atlatır ve yeniden dirilişini yaparsa, sıra kendilerine gelecektir. Afrika ve Asya, onun için bir potansiyel deposudur. O, hakikat, merhamet ve erdem gücüyle yeniden kurulan bir medeniyet fışkırışını getirdiğinde, bizzat kapitalist ve komünist ülkelerde de insanların gönlüne girecek ve insanlığın köklü değişimine sebep olacaktır. İşte bunun içindir ki, şu zayıf anında onu yok etmek çabasına girişmişlerdir. Ruh kurutucu, gönül karartıcı bu sitem ve ideolojiler, insanlara ve ülkelere ne kadar zarar verirlerse versinler. “Ölmeyen Medeniyet”i öldürmeyeceklerdir. Çünkü: Ölümsüzlük, bu medeniyetin özünde olan gizli ve sırrını ancak Allah’ın bildiği bir güçtür. Atomu parçalayanlar bu sırrın çekirdeğini parçalayamayacaklardır. Onlar, bu hakikat medeniyetini ve bu medeniyet hakikatini ne kadar söndürmeğe çalışırlarsa çalışsınlar, başarılı olamayacaklardır. Tersine, onların bu çabaları, uyuyan medeniyet özünün uyanmasına ve ölüm sularına ermiş gibi gözüken hakikat çekirdeğinin Hızırsı bir dirilişle açılmasına, gelişip serpilmesine yardımcı olacaktır. İslâm Medeniyeti. Bugünkü görünümü ne olursa olsun, özü, teorik yanı, halklardaki saf yaşantısı ve insandaki etkisiyle, medeniyet olma özelliğini taşıyan tek medeniyettir. Bu yüzdendir ki, ona “Ölmeyen Medeniyet” diyorum. Ölmeyecek olan Medeniyet de diyebiliriz. Ölümsüzlük Medeniyeti de. Çünkü o aydınlık medeniyetidir, ezelî ve ebedi Tanrı’ya inanış medeniyetidir, şahıs kültürünü, eşyaya tapmayı yıkmış, insan ya da eşya tanrılaştırmalarını devirmiş bir medeniyettir. Çünkü o dil, ırk, renk farkına bakmaz. Çünkü o insanı insan olarak ele alır; onu sınıflara bölmez. Çünkü: o, yalnız bu dünyada değil, ölümden sonra da insandan hesap sorulacağını, hiç kimsenin hesaptan, sorudan kurtulamayacağını, herkesin yaptığından sorumlu olduğunu ilân etmiş ve bin dört yüzyıl, inanmışlarının eliyle bu inancın eşsiz, uhrevî sitesini kurmuş bir medeniyettir. O. Allah’ın önünde, işçi-patron, zengin-fakir, yönetici-yönetilen, güçlü-güçsüz, soylu-halk, zenci-beyaz farkı ve ayrımı tanımaz. Ancak, üstünlük, Allah’a yakınlaşma ve erdem üstünlüğüdür Onun gözünde. İnsan, yalnız Allah’ın önünde eğilir. Herkesin görevi ve sorumluluğu vardır. Gerçek güç, Allah’a aittir. Sahip O’dur, gerçek malik O’dur. O, kaç kez, battı sanıldığında yeniden doğdu. Haçlılar, onu söndürmeye geldiler; bir parça aydınlık, bir parça ışık kapıp döndüler. Moğollar, bir iki nesil sonra, yok etmek için yapmadıklarını bırakmadıkları İslâm’dan nasip aldılar. Şimdi de, onu son kez öldürmek yeryüzünden kazımak isteyen kapitalizm, faşizm ve bunların bileşkeleri, dünyanın her tarafında, Onun yeniden gündeme gelmesine bilmeyerek ve istemeyerek sebep olacaklar. Bugüne bakalım. Ama bununla yetinmeyelim. Yarına da bakalım. İnsanlığın ve Tarihin yarınına da bakalım. Bugüne, biraz da yarının gözüyle bakalım. İslâm Medeniyeti, temelde ve özde, “medeniyet” dediğimiz vak’anın ta kendisidir. O yüzden bir bakıma bir idealdir. Bir bakıma da gelmiş geçmiş medeniyetlere ışık tutmuştur. “Hakikat Medeniyeti” de diyebiliriz. İslâm, değişmez bir medeniyettir. Bu anlamda İslâm Medeniyeti, medeniyetler medeniyetidir. Vahye, Allah’ın birliğine dayanan İslâm Medeniyeti ölmemiştir ve ölmez. Tarih içinde gerçekleşimleri olan medeniyetler ise birbirlerine yer bırakmışlardır. Endülüs Medeniyeti, Osmanlı Medeniyeti gibi. Bu bir bayrak yarışı gibidir. Yarışı bitiren, bayrağı bir sonrakine teslim eder ve yarıştan çekilir. Ama bayrak hep yarıştadır. Bu benzetmede bayrak İslâm’ı ve İslâm Medeniyetini sembolize eder. İslâm’ın dünya hakkındaki görüşü bellidir. Dünya dünya için değil, ebedî hayat için yapılmalı, imar edilmeli. Ruh açısından bakış hâkimdir İslâm’a. Dünyayı hor görerek terk eden, sonunda onun esiri olur. Dünyaya tapan ise, sonunda onun kulu, mahkûmu olur İşte meşhur kural burada da bir kere daha geçerli olmaktadır: Bir şey haddini aştı mı zıddına inkılâb eder.” (Cemil MERİÇ notlarım sığmadı. Bir başka yazıya İnşallah…)