Yaşanan hayat boşluk kabul etmez. Peygamberimiz de Müslümanı tarif ederken “Müslümanın bakışı ibret, sözü hikmet, sükûtu tefekkürdür.” buyurarak bizleri boşluk bırakmayan bir hayata dâvet etmektedir âdetâ... Bu sebeple olayların, gündemlerin peşinde koşmayan; yaşanan aktüaliteyi ibretle değerlendiren bir Müslüman anlayışı ikame etmemiz gerekiyor. Bunu da vahyin ışığında, vahyin inşa ettiği bir bakış açısıyla ortaya koyabiliriz.
Bizim “ahir zaman” dediğimiz, Batı’nın “ilginç zaman” dediği böyle bir devirde yaşıyoruz.
Gündeme uyan değil, gündemi belirleyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Peygamberler Tarihi’ne baktığınızda gönderildikleri kavimler, Peygamberlerini dinlemediklerinden yaşadıkları dönemde toplumları helake götüren bir sürü olay yaşamışlar. Sanki bu devirde değişik devirlerde yaşanan olayların birçoğu aynı anda cereyan ediyor. Günahların aleniyete dökülmesinden hep korkmuşumdur. Bu halleri; Rabbimize meydan okuma gibi görmüşümdür. Gadabı İlahi’yi celbeder diye. Çünkü Sünnetullah’ta ahlâkî ve hukukî tefessüh (bozulma-kokuşma-dejenerasyon) içinde yaşayan toplumlar, maddi bakımdan çok iyi durumda olsalar dahi, başlarına gelecek yakıcı-yıkıcı felaketler sonucu çöküp giderler, tarih sahnesinden silinirler. Üstelik bunu da işledikleri amelleriyle hak ederler. İçki, kumar, fâiz, zina, çıplaklık, rüşvet, sahtekârlık, yalan, dolandırıcılık, riya, zulüm, sömürü, haram yiyicilik, nimete nankörlük, sabır-şükür ve kanaatin kaybolması, günahların “utanma” yerine “meşrûiyet” kazandırılmaya çalışılması, vs. Bunlara fay hattına çürük bina yapanları, malzemeden çalanları, depreme dayanıksız yüksek binalar konduranları, sadece menfaatini düşünenleri de ilave edebilirsiniz. Bütün bunlar toplumların helak sebebi.
Peygamberimizin “Hûd Sûresi, beni ihtiyarlattı” buyurmasında; Peygamberimizin saçını ağartan asıl sebep; kavminin geri dönüşü olmayan bir helak sürecine girme tehlikesiydi. Allah’ın emir ve yasakları hususunda hassasiyet göstermeyen kavmine, eş-dost ve akrabalarına bir bela gelir endişesiydi.
Dillere destan Âd Uygarlığı, Sebe Uygarlığı ne oldu? Buna Semudluları, Hicr ve Eyke ahalisinin başına gelenleri, fuhşun çılgınlığa dönüştüğü Sodom ve Gomore’nin feci âkibetini de ekleyebiliriz. Sonra da âyetler yeni nazil olmuş gibi kendimizi İlahi hitabın muhatabı olarak görüp Kur’an Okumaları yapamaz mıyız? Hususiyle Hicr, Şuara, A’raf gibi sûreleri okuyamaz mıyız? Peygamberler Tarihi’ni inceleyerek bugünkü olaylarla irtibat kurup yeniden bir değerlendirme yapamaz mıyız? “İbret almaz mısınız ey akıl sahipleri?” sualini kendimize sorup ibret alamaz mıyız?
“Sosyal günah” haline gelen bu cürümler, Tövbenin sosyal tarafını da düşünmemizi gerektirir. Modern bir dille söylersek; “sosyal tövbe”yi gerektirir. Günahlar nasılsa tövbesi de öyle olmalı. “Cezalar da ameller cinsindendir” sözü bir kıymet ifade etmez mi? Nasıl ki münferit hatalar, ferdî (bireysel) düzeltmelerle telafi edilebiliyorsa sosyal olaylar, sosyal patlamalar, “toplumsal cinnet” halleri de mutlaka “toplumsal tövbe”yi gerektirir. Yağmur duası gibi. Bir kötülüğe sessiz kalmak, o kötülüğe ortak olmak manasına gelmez mi? Salih Aleyhisselam Peygamberin kavminin imtihan vasıtası olan “mucize deve” kesilirken deveyi kesen bir kişiydi. Ama âyette suçlanan; bu olaya seyirci kalan toplumun tamamıydı. Felaket ve bela da sadece bu işi yapana değil, bu feci fiile sessiz kalan bütün topluma gelmiş ve Cenabı Hak onları helak etmişti. Tövbemiz tövbesiz Müslümanların hali olacak herhalde.
Bizi tövbeye götürecek günahlarımızı-hatalarımızı-isyanlarımızı düşündüğümüzde hastahanelerin “âcil servis”i gibi “âcil tövbe” servisimiz olmalı. Hayat tarzımızı değiştirecek tövbelere ihtiyacımız var. Bazı olaylar, İlahi ikaz ve tehdidi ihtiva ediyor. İlahi uyarı ve tehdid içeren âyetler gibi, insanoğlunun aklını başına almasını istiyor. Kulun Allah’a sırt dönmesini, kendisine yapacağı en büyük kötülük olarak dile getirir mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim. Bu mesaj kimi zaman tabii felaket, kimi zaman ekonomik kriz, kimi zaman siyasi kriz. Kimi zaman da kargaşa, terör, savaş gibi “güvenlik krizi” olarak tezahür ediyor. Yeryüzünün en zengin topraklarında oturduğu halde milyonların açlık sınırında yaşıyor olmasını kaçımız doğru okuyup doğru yorumluyoruz?
Gündemler ne kadar farklı olursa olsun, Batı’da yahut Doğu’da, Avrupa’da yahut Asya’da insanın temel meseleleri hemen hemen hep aynı. Ahlâki çürüme, toplumsal kokuşma, yozlaşma, vs. Gerek illetleri gerekse sonuçları açısından bu hal; her yerde insanın insanlığını kaybetmesi. İnsanı savunmanın onu diri tutan değerleri savunmanın vatanı, coğrafyası, dili, dini, ırkı olmaz. Aktif iyi olacağız, iyiyi, doğruyu, güzeli yayacağız. Usul ve üslubumuza, niyet ve maksadımıza dikkat ederek emri bil maruf nehyi anil münkeri yapacağız. İdam mahkûmunun son isteğini soranlara verdiği cevabı unutmadan “şimdiye kadar neredeydiniz, daha önce benimle böyle ilgilenilseydi bugün şu mahkûm sandalyesinde olmazdım. Benim düştüğüm şu durum, sizin eseriniz! Eserinizle övünebilirsiniz!”