Lider Türkiye’nin lider Başkan’ının hizmetlerini görünce hem çok seviniyor, hem de çok üzülüyorum. Dünya çapında kalıcı hizmetleri görüp sevinmemek, iftihar etmemek, bu hizmetleri gerçekleştirenler için dua etmemek mümkün değil.
Ülkesini, milletini, devletini, vatanını seven herkesin bu hizmetleri yapanlara sahip çıkması, yanlarında olması, iç ve dış şer güçlere tavır koyması şarttır. Üzüntüme gelince; Bütün yapılan kalıcı hizmetler bizden sonrası için. Emaneti teslim edeceğimiz gençler için. Gençlerimizin durumuna bakınca, ailelerin vaziyetini görünce üzülmemek mümkün değil. Feryat etmek, yangını haber veren insanların çığlığı gibi bağırmak, ortalığı ayağa kaldırmak da elzemdir.
Üzüntümüzün, kapanmayan yaramızın temel sebebi, hiçbir zaman gündemden düşmeyen eğitim meselemiz. Özal’lı yıllarda Vehbi Dinçerler ve Hasan Celal Güzel’in Millî Eğitim Bakanlıkları döneminde çok ümitlenmiştik.
Olmayınca, değişmeyince AK Parti dönemine ümit bağlamıştık yine olmadı. Ülkesine ve değerlerine yabancılaştırıcı, ruhsuz, köksüz, millî ve manevi değerleri verilmeyen eğitim sistemi devam ediyor. Sadece 10 Kasım ve 29 Ekim’de yaşananlar ders almaya yeter. Birkaç örnek vereyim.
Boğaziçi’ne bir rektör atayınca yapılan eylemler, protestolar, değiştirmeye sebep olacak çığırtkanlıklar. Ayasofya Camii imamının dinimizin hayat tarzına temas eden ilmî bir konuşmasına tahammülsüzlük sonucunda kopartılan vaveyla görevinden bıraktırılması. Tanzimat’tan beri kangren olmuş kendi kültürümüzden uzaklaşmamızdan bahisle sebebini ortaya koyan konuşmasından dolayı görevi bıraktırılan AK Parti milletvekili. Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi gibi liselerin mezunlarının devletine düşman yetiştirilmesi. (Abdülhamid’in kurduğu okulların mezunlarının tahttan indirilenlerle, Osmanlı’yı yıkanlarla beraber olduklarını unutmayalım.) Kendi kutsalı verilmediği için paganizmle kutsal hale getirilen Kemalizm, Laiklik, Demokrasi.
Makaleye sığmayacak yaşadıklarımız. Bütün bunlar; “iktidar olsak bile muktedir olamadığımız” sözünü hatırlatıyor. İnisiyatif 300, 500 Sabetaist, mason uşaklarının ve dinsizliği din haline getiren, şeflik ve Tek Parti döneminin devamı olan “Beyaz Türkler”in elinde olduğunu gösteriyor. Bunlara ilaveten dijital medyalar zihinlerimizi işgal ediyor. Dijital sömürgecilik veya dijital emperyalizm diyebileceğimiz bir sürecin eşiğinden geçiyoruz. Dijital sömürgecilik, popüler kültür üzerinden bütün aidiyet biçimlerini, millî ve manevi değerleri yerle bir ediyor! Bu ülke iki asırdır köklü bir medeniyet krizi yaşıyor. Ülkede uygulanan radikal modernleşme, laikleştirme projesinden ötürü topluma tepeden dayatılan katı seküler kimlik, Tanpınar’ın bile açıkça itiraf ettiği gibi, toplumu “kültürel inkâr”ın eşiğine sürükledi. Toplumun ruh köklerini kuruttu, kültürel ve entelektüel direnç noktalarını ve iradesini yok etti. İnsanımızı dışarıdan gelebilecek her tür saldırıya, kültürel ve entelektüel sömürgecilik biçimine karşı savunmasız hâle getirdi. Genç kuşakların kendilerine olan güvenlerini kaybetmesine, özgüvenlerini yitirmesine yol açtı. Ürpertici bir aşağılık kompleksi, kendi insanından ve kültüründen nefret duyma meydana getirdi. O yüzden gençlerimiz hiç tanımadıkları bir dünyaya (vahşî Batı’ya) kaçmanın hayallerini kuruyorlar. Bütün bunlar, fiilen işgal edilemeyen bu ülkenin, nasıl zihnen işgal altında olduğunu gösteriyor. Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor. Kültür hayatımız, medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor. “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye. Asıl felâket bu! Aileyi de ele aldığımızda felaketin büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor. Bütün örgün ve yaygın eğitimde âdeta beyin yıkayan iki kelime: Batı uygarlığı! Batı uygarlığı, insanlığın başına gelmiş en büyük belâdır. İnsansız bir dünya, dünyasız bir insan ve ruhsuz bir hayat inşa ederek dünyayı cehenneme çevirdi. Bize kendimizi unutturdu. Eğitimimizi ele geçirdiği gibi aileyi de yok etti. Bütün bunlar, fıtrata yani yaratılıştan kopmanın sonucu. Bu saldırı; günümüzde, çok büyük bir saldırıya LGBT’nin dayatılmasına, meşruiyet kazandırılmasına, herkesin kabullenir hale getirilmesine dönüştü insan cinsiyetine müdahaleyle. Allah’ın yarattığı, insana bahşettiği cinsiyete meydan okuyarak değiştirmeye kalkışıldı. Muhafazakâr aileler bile çocukları için “kendileri bilir” demeye başladı.
İnsan türüne, aileye, insanın fıtratına büyük bir saldırı var ve bu saldırı bütün dünyaya dayatılıyor. Bunlara göz yumulamaz, kabullenilemez.
“LGBT, İslami değerler için bir tehdittir” diyen Cumhurbaşkanımıza rağmen yapılanlara acziyet gösteremeyiz. Yuvarlak masanın yuvarlak adamlarına varıncaya kadar sahiplenmelere güçlü bir ses ve kararlı bir duruşla “Yeter!” diyelim.