ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Yılbaşı, sessiz çığlık ölümü unutturamaz!

Son günlerde meşhurlar da dahil her seviyeden ölümler, malum tarzda konuşmaları tekrar gündeme getirdi.  “Ölüm yakışmadı. Hiç beklemiyorduk. Erken kaybettik, vs.” Her yirmi dört saat, bir ölüm provasıdır insan için. “Kolon kanseri tedavisi gördüğü hastanede geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden 82 yaşındaki efsane futbolcu Pele için eski kulübü Santos’un Vila Belmiro Stadyumu’nda tören düzenlendi. New York Cosmos’da kariyerini noktalayan efsane futbolcu Pele’yi son kez görebilmek için sevenleri stadyuma akın etti. Özel müze hazırlandı” haberi, 80 yaşını devirmiş insanların vefatı münasebetiyle dindar olanlar tarafından bile (sanki hiç ölmeyecekmiş gibi) söylenenler, yazılanlar, cenaze için gelenlerin yakasına resmini takmalar; benim bu haftaki yazımın ölüm ile ilgili yazılmasına vesile oldu.    Ne güzel sözdür; “Ölümün bizi nerede, ne zaman bekleyeceği belli değil, en iyisi biz onu her an, her yerde bekleyelim.” Ölüm yokmuş gibi yaşayanların halini gördükçe insan ayrıca hüzünleniyor. Cenaze namazı değil de “cenaze töreni!” Namaza kabul edilmeyip, camiden içeri giremeyip dışarıda bekleyenlerin içler acısı hali.  Ya o çelenkler, yakalara iliştirilen fotoğraflar, alkışlar, (sanki faydası varmış gibi) tabutu görev yapılan mekânlarda dolaştırmalar? Üstad asıl hüneri ne güzel söylemiş: “O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner / Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner.” “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Eskiden mezarlar şehirlerin en ücra ve en uzak köşelerine değil, mücavir alanlara, mutena yerlere ve hatta şehrin merkezine kondurulurdu. İnsanların ölümle savaş halinde olduğu değil barış halinde olduğu İslam medeniyetinde, insanlar ölüleriyle yüz yüze, kapı komşusu gibi yaşarlardı. Aslında bu, kendi ölümleriyle yüz yüze yaşamak demeye gelirdi. Sabah perdelerini açtıklarında mezar taşlarını görmek, onlara modern insana verdiği gibi ürküntü değil, muhasebe ve sorumluluk hissi verir, kabirleri kendilerine devamlı nasihat eden bir “nasihatçı” gibi değerlendirirlerdi. Ölümü öldürmek istediği halde bir türlü bunu beceremeyen modernite ise, çareyi ölümü hatırlatan her şeyi insandan uzaklaştırmakta, yani insana bu en yakın ve en yalın gerçeği unutturmakta buldu. Halbuki biz ölülerini bile yaşatan bir kültürden geliyorduk. Yahya Kemal’in “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız, mezardakiler de nüfusumuza dahildir” sözü ne kadar güzel! Bu güzelliği, nezaheti, nezaketi, hassasiyeti unuttuk.  Mekanikleştik! O kadar ki tesbihat bile tesbihle değil, “zikirmatik” ile yapılıyor. Gündüzü dünya, gecesi kabir, sabahı “ba’su ba’de’l-mevt” (ölümden sonra diriliş) olan bir prova. Bu ölüm provasını vicdanında hissedenler, gündüzün muhasebesini, kabre girer gibi girdikleri yataklarına girince vicdanlarında yapar, yargılanmadan önce kendilerini yargılarlar. Asıl uyanış değil midir ölüm? Modern toplumun hiç işitmek istemediği kelimedir ölüm! “Her nefs ölümü tadacaktır!” ilahi ikazını bile “moral bozucu” bulmuştu günümüz insanı. Ölüm konuşunca herkes susmaz mı? Ölümün sesi, bütün seslerin üstünde değil mi?  Ölüm hayatın diğer yüzü. Ölüm, “sessiz çığlık”. Kur’an-ı Kerim, “Ne ölü zannettiklerimiz var ki diridirler, ne diri zannettiklerimiz var ki ölüdürler” hitab-ı ilahi ile ikaz eder bizleri. Bir yere toplanmış bir kalabalığa: “Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyen ayağa kalksın!” diye ilân edilse, bir tek kişi ayağa kalkmaz. Şaşılacak şeydir ki, bu hakikate rağmen, bütün halka: “Her kim ölüme hazırlık yapmış ise, ayağa kalksın!” diye ilân edilse, yine bir tek kişi yerinden kalkamaz! İnsan, hiç düşünmez mi ki; ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelmektedir. Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcut olan, fakat insanın gaflet ve aczi sebebiyle çok defa habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında ince bir perde bulunduğunu göstermiyor mu?  Almanya’da bir klinikte “Öleceğini hatırla!” diye yazılı levhaya rastlamış Türk’lerden biri. Bizde mezarlıkta bile ölümü hatırlatan âyete tahammül edilmez. Batı’da hekimler haddini bilir. Ameliyatıyla sağlığına kavuşan hastasına o anda bile sağlığına kavuşturanın “Tanrı” olduğunu, “Bugün iyileşirsiniz ama yarın yine de öleceksiniz!” ikazını yapar. Biz de ise ölümü kabullenemediği için doktorlara saldırıyorlar sanki onlar öldürmüş gibi. Ecel, takdir, kader, “emri hak” bu kavramlarla tekrar düşünmeye ihtiyacımız var. “Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamak!” sıkıntı burada. Belki de onun için “yarın ölecekmişiz gibi ahirete hazırlık” gerektiği vurgulanmış. Dünya ahiretin tarlası, burada ne ekilirse orada o biçilecek.  İnanan insanlar, hayatlarının hesabını vermek için ölüme hazırlanır ve giderken “er-Rafiku’l-a’lâ” (Yüce Dost’a!) diyerek giderler. Ahirete inanmayanlar için ölüm; bir “kaçış”, mü’minler için ise ölüm bir “kavuşma”dır. Peygamberimiz: “Her derdin, her hastalığın çaresi, şifası vardır, ölüm müstesna. Lezzetleri acılaştıran ölümü çok hatırlayınız. Dünyada tıpkı bir gurbetçi veya yolcu gibi ol. Kendini kabre girmiş say! Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz, nasıl dirilirseniz öyle mahşere çıkarsınız” buyuruyor. İnsan bedeninde ölüm ve hayat her an yan yana, iç içe ve yüz yüze; insan hücre hücre, her an ölmekte ve her an dirilmekte. Her nefes verişte ölmekte ve her nefes verişte dirilmekte.  Bugün 2023 yılının ilk haftası. Aslında takvim yaprağında 2023 yazmasının ötesinde değişen bir şey yok. Değişen bir şey yok ama takvim; insanlığın hayatını düzenleyen öneme sahip. Senenin değişmesi kendimizi ve zamanla ilgili her şeyi değerlendirmemizi beraberinde getirdiği için yapabilenlerin, hesaplaşma sebebi olabilir. Mesela, geçen yılda dünyada, ülkemizde ve kendi hayatımızda neler olduğunu gözden geçirebiliriz.  Yeni yıla bakışımız; dünya hayatının faniliğini hatırlatması “fânilikler içinde ebedîlik gizli” açısından önem arz ediyor. Ömür; nerede ne zaman bitecek bilmiyoruz. Ama görüyoruz ki yaşayanlar vadesi gelince ölüyor ve dünya kimseye kalmıyor. Dünyalıklar da kişinin kendisiyle gitmiyor öbür âleme. Nice mal mülk sahibi, makam mevki sahibi her şeyi dünyada bırakarak göçüp gitmiş.   Gidecek/götürülecek olan güzel amel; iyilikler, güzellikler, hayır, hasenat.
Ekleme Tarihi: 04 Ocak 2023 - Çarşamba

Yılbaşı, sessiz çığlık ölümü unutturamaz!

Son günlerde meşhurlar da dahil her seviyeden ölümler, malum tarzda konuşmaları tekrar gündeme getirdi. 

“Ölüm yakışmadı. Hiç beklemiyorduk. Erken kaybettik, vs.” Her yirmi dört saat, bir ölüm provasıdır insan için. “Kolon kanseri tedavisi gördüğü hastanede geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden 82 yaşındaki efsane futbolcu Pele için eski kulübü Santos’un Vila Belmiro Stadyumu’nda tören düzenlendi. New York Cosmos’da kariyerini noktalayan efsane futbolcu Pele’yi son kez görebilmek için sevenleri stadyuma akın etti. Özel müze hazırlandı” haberi, 80 yaşını devirmiş insanların vefatı münasebetiyle dindar olanlar tarafından bile (sanki hiç ölmeyecekmiş gibi) söylenenler, yazılanlar, cenaze için gelenlerin yakasına resmini takmalar; benim bu haftaki yazımın ölüm ile ilgili yazılmasına vesile oldu.   

Ne güzel sözdür; “Ölümün bizi nerede, ne zaman bekleyeceği belli değil, en iyisi biz onu her an, her yerde bekleyelim.” Ölüm yokmuş gibi yaşayanların halini gördükçe insan ayrıca hüzünleniyor. Cenaze namazı değil de “cenaze töreni!” Namaza kabul edilmeyip, camiden içeri giremeyip dışarıda bekleyenlerin içler acısı hali. 

Ya o çelenkler, yakalara iliştirilen fotoğraflar, alkışlar, (sanki faydası varmış gibi) tabutu görev yapılan mekânlarda dolaştırmalar? Üstad asıl hüneri ne güzel söylemiş: “O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner / Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner.” “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Eskiden mezarlar şehirlerin en ücra ve en uzak köşelerine değil, mücavir alanlara, mutena yerlere ve hatta şehrin merkezine kondurulurdu. İnsanların ölümle savaş halinde olduğu değil barış halinde olduğu İslam medeniyetinde, insanlar ölüleriyle yüz yüze, kapı komşusu gibi yaşarlardı. Aslında bu, kendi ölümleriyle yüz yüze yaşamak demeye gelirdi. Sabah perdelerini açtıklarında mezar taşlarını görmek, onlara modern insana verdiği gibi ürküntü değil, muhasebe ve sorumluluk hissi verir, kabirleri kendilerine devamlı nasihat eden bir “nasihatçı” gibi değerlendirirlerdi. Ölümü öldürmek istediği halde bir türlü bunu beceremeyen modernite ise, çareyi ölümü hatırlatan her şeyi insandan uzaklaştırmakta, yani insana bu en yakın ve en yalın gerçeği unutturmakta buldu. Halbuki biz ölülerini bile yaşatan bir kültürden geliyorduk. Yahya Kemal’in “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız, mezardakiler de nüfusumuza dahildir” sözü ne kadar güzel! Bu güzelliği, nezaheti, nezaketi, hassasiyeti unuttuk. 

Mekanikleştik! O kadar ki tesbihat bile tesbihle değil, “zikirmatik” ile yapılıyor. Gündüzü dünya, gecesi kabir, sabahı “ba’su ba’de’l-mevt” (ölümden sonra diriliş) olan bir prova. Bu ölüm provasını vicdanında hissedenler, gündüzün muhasebesini, kabre girer gibi girdikleri yataklarına girince vicdanlarında yapar, yargılanmadan önce kendilerini yargılarlar. Asıl uyanış değil midir ölüm? Modern toplumun hiç işitmek istemediği kelimedir ölüm! “Her nefs ölümü tadacaktır!” ilahi ikazını bile “moral bozucu” bulmuştu günümüz insanı. Ölüm konuşunca herkes susmaz mı? Ölümün sesi, bütün seslerin üstünde değil mi? 

Ölüm hayatın diğer yüzü. Ölüm, “sessiz çığlık”. Kur’an-ı Kerim, “Ne ölü zannettiklerimiz var ki diridirler, ne diri zannettiklerimiz var ki ölüdürler” hitab-ı ilahi ile ikaz eder bizleri. Bir yere toplanmış bir kalabalığa: “Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyen ayağa kalksın!” diye ilân edilse, bir tek kişi ayağa kalkmaz. Şaşılacak şeydir ki, bu hakikate rağmen, bütün halka: “Her kim ölüme hazırlık yapmış ise, ayağa kalksın!” diye ilân edilse, yine bir tek kişi yerinden kalkamaz! İnsan, hiç düşünmez mi ki; ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelmektedir. Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcut olan, fakat insanın gaflet ve aczi sebebiyle çok defa habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında ince bir perde bulunduğunu göstermiyor mu? 

Almanya’da bir klinikte “Öleceğini hatırla!” diye yazılı levhaya rastlamış Türk’lerden biri. Bizde mezarlıkta bile ölümü hatırlatan âyete tahammül edilmez. Batı’da hekimler haddini bilir. Ameliyatıyla sağlığına kavuşan hastasına o anda bile sağlığına kavuşturanın “Tanrı” olduğunu, “Bugün iyileşirsiniz ama yarın yine de öleceksiniz!” ikazını yapar. Biz de ise ölümü kabullenemediği için doktorlara saldırıyorlar sanki onlar öldürmüş gibi.

Ecel, takdir, kader, “emri hak” bu kavramlarla tekrar düşünmeye ihtiyacımız var.
“Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamak!” sıkıntı burada. Belki de onun için “yarın ölecekmişiz gibi ahirete hazırlık” gerektiği vurgulanmış. Dünya ahiretin tarlası, burada ne ekilirse orada o biçilecek. 

İnanan insanlar, hayatlarının hesabını vermek için ölüme hazırlanır ve giderken “er-Rafiku’l-a’lâ” (Yüce Dost’a!) diyerek giderler. Ahirete inanmayanlar için ölüm; bir “kaçış”, mü’minler için ise ölüm bir “kavuşma”dır. Peygamberimiz: “Her derdin, her hastalığın çaresi, şifası vardır, ölüm müstesna. Lezzetleri acılaştıran ölümü çok hatırlayınız. Dünyada tıpkı bir gurbetçi veya yolcu gibi ol. Kendini kabre girmiş say! Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz, nasıl dirilirseniz öyle mahşere çıkarsınız” buyuruyor. İnsan bedeninde ölüm ve hayat her an yan yana, iç içe ve yüz yüze; insan hücre hücre, her an ölmekte ve her an dirilmekte. Her nefes verişte ölmekte ve her nefes verişte dirilmekte. 

Bugün 2023 yılının ilk haftası. Aslında takvim yaprağında 2023 yazmasının ötesinde değişen bir şey yok. Değişen bir şey yok ama takvim; insanlığın hayatını düzenleyen öneme sahip. Senenin değişmesi kendimizi ve zamanla ilgili her şeyi değerlendirmemizi beraberinde getirdiği için yapabilenlerin, hesaplaşma sebebi olabilir. Mesela, geçen yılda dünyada, ülkemizde ve kendi hayatımızda neler olduğunu gözden geçirebiliriz. 

Yeni yıla bakışımız; dünya hayatının faniliğini hatırlatması “fânilikler içinde ebedîlik gizli” açısından önem arz ediyor. Ömür; nerede ne zaman bitecek bilmiyoruz. Ama görüyoruz ki yaşayanlar vadesi gelince ölüyor ve dünya kimseye kalmıyor. Dünyalıklar da kişinin kendisiyle gitmiyor öbür âleme. Nice mal mülk sahibi, makam mevki sahibi her şeyi dünyada bırakarak göçüp gitmiş.  

Gidecek/götürülecek olan güzel amel; iyilikler, güzellikler, hayır, hasenat.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.