ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Depremler ve düşündürdükleri

Türkiye’mize geçmiş olsun, milletimizin başı sağ olsun.  Hepimiz çok ağır bir imtihandan geçiyoruz. Dua, birlik, yardımlaşma, acıları paylaşma, herkesin bütün kucağını açma zamanı. İktidarın da, muhalefetin de, yazar, eğitim bütün camia hastaları ve acıları paylaşma zamanı. Rabbim sabır, metanet, güç kuvvet versin. Tek yürek olarak bu badireden dersler ve ibretler alınmış olarak geleceğe ilerleriz inşallah.  Kaybımız çok, acımız büyük. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Geçmiş olsun Türkiye’m diyerek.  1939 Erzincan’daki 7.9’dan bu yana en büyük depremi 7.7’yle Kahramanmaraş’ta yaşamış olduk. Kışın ve gece insanımızın uykuda olması, deprem şiddetinin 7.7 olması, şehitlerimizin sayısını çoğalttı. Devlet olarak, millet olarak merkezi hükûmet ve belediyeler, STK’lar, gönüllü kuruluşlar olarak işimiz gerçekten çok zor. Sınavımız büyük. AFAD, Kızılay ve bakanlıklar anında organize oldular. İletişim hatlarının gayet güzel çalıştığını, Cumhurbaşkanımızın, yardımcılarının, bakanların, diğer yetkililerin tam kadro deprem bölgesinde görünce ister istemez; 1999 Marmara Depremi’nde hükûmeti, bölgeyle temas kuramadıklarını, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in oradaki yetkililere ulaşamadığını, yardım ekiplerinin hasar gören binalara bir türlü gidemediklerini hatırlıyoruz. İletişim hatları tamamen kesildiği için yardıma koşan çok sayıda vatandaş organizasyon eksikliği sebebiyle bir türlü koordine olamamış, yardım eli layıkıyla uzatılamamıştı. Batı basını da; “Neredeyse son 100 yıldaki en büyük doğal felaket ülkenin güneydoğusundaki mahalleleri ve Suriye’nin kuzeyini yerle bir ederken, Türkiye’nin krizle başa çıkmaya çalıştığını” söylüyor. Felaket üstünden siyasete hiç gerek yok.   İnsanlar kaçtıkları, görmezden, bilmezden geldikleri, adını dahi hatırlamak istemedikleri ölümün can acıtıcı yönünü gördüler, ölümün soğuk soluğunu ense köklerinde hissettiler. Tabii felaket eşliğinde. Her olayın, sebepler dünyasında bir açıklaması vardır elbet. Çarpık yapılaşma, denetimsizlik, sorumsuzluk, müteahhit hataları vs. vs. Bunlar hep dar açıdan bakınca ilk etapta göze çarpan ikincil sebepler. Bu sebepleri fazla ciddiye alarak, hep Japon’ları örnek verenlere Japonya’da yaşanan depremleri hatırlatırım. O depremlerde; Japonlar en şiddetli depreme dahi dayanıklı iddiasıyla övündükleri binaların ve yolların karton kuleler gibi nasıl dürüldükçe dürüldüklerini, hallaç pamuğu gibi atıldıklarını hatırlatırım. Kendi güç ve tedbirine güvenip 9, 10 şiddetinde depreme dahi dayanıklı bina yapanların yaptıkları binaların acıklı durumunu görünce (hatalarından kaynaklandığından olduğunu, yaratıcı gücün müdahil olmasını unutmalarından intihar etmeleri gibi derslik ve ibretlik olayları) hiç unutamam. Tabii, olayların arkasında yatan metafizik gerekçeleri görmek istemeyen akl-ı evvellerin ona da bir gerekçe bulmakta gecikmemeleri hüzünle düşündürdü beni. Bunlara yalanın dolanın, iftiranın merkezi sosyal medyayı da eklemek lâzım. İnsanımızın bu hale düşmesi/düşürülmesi. Kendi kutsalları/mukaddesleri yerine konan ‘izm’ler. Sekülerizm, Kemalizm, laiklik, demokrasi, uygarlık, Batıcılık, vs. Toplum sekülerleştikçe, manevî duyarlıkları aşınıyor, kanaatkârlık, fedakârlık, paylaşma, komşuluk, yardımseverlik gibi güzel hasletlerimiz kayboluyor. Böylelikle kanaatkârlığın yerini çıkarcılığın, fedakârlığın yerini bencilliğin, paylaşmanın, komşuluğun, yardımseverliğin yerini bireyselleşmenin, ben-merkezciliğin, vurdumduymazlığın, duyarsızlaşmanın, şefkat ve merhametten uzaklaşması kolaylaşıyor. Bizi bin küsur yıldır kardeş kılan, zorluklara topyekûn göğüs gerebilmemizi sağlayan değerlerimizi kaybetmeyelim/kaybettirmeyelim. Kaybedersek; ailenin, sosyal yapının ve değerlerle bezenmiş dokumuzun yıpranmasıyla sonuçlanır. Değerlerimiz; bu toplumun her türlü zorluğa göğüs gerebilmesini mümkün kılan ruhunu, ruh köklerini diri tutar. Maddî depremleri göğüslüyoruz ama manevî depremler daha fazla yıkıma yol açıyor. Bu yıkımda, rehavet, konfor, modernleşme uyuşmasından/uyuşturulmasından oluşuyor. Biz millet olarak bu ümmetin ve insanlığın manevî dinamikleri en güçlü toplumuz dünyada. Deprem (zelzele) tam bir kıyamet provasıdır. Kur’an-ı Kerim’de “O gün, kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından...” denilen günün. “Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan” diye nitelendirilen gün. Nereye kaçmalı? Kime sığınmalı, dayanmalı, güvenmeli? Güveneceklerinizin de güvene muhtaç olduğu bir gün. Sığınacaklarınızın da sığınacak delik aradıkları bir gün. Kendilerini dayanak olarak lanse edenlerin dayanacak yer aradıkları gün.   Kahramanmaraş’ta sabah 04.17’de meydana gelen ve en az 10 ili ve Suriye’yi etkileyen 7,7 büyüklüğündeki deprem ve sonrasında meydana gelen depremleri ve sonrasında yaşananları ‘İslâm ve insanlık kardeşliği’ni görüp kıyaslayınca hidayetten uzak olanlara dua ediyorum. Allah’ın “rahmet ve şefkat”i dilerim ki O’nun değerlerine bir ömür saldırıp da başı sıkışınca “Allah korusun!” diyenleri de kapsar. Bunu gönülden dilerim. Kur’an-ı Kerim’de bildiriyor ki “zerre kadar hayır da, zerre kadar şer de karşılığını bulacaktır.” O, suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaz elbet; fakat yine de O’nun “rahmeti gazabını geçmiştir.” İşte bu yüzden biz O’nun kahrından lütfuna sığınıyoruz. Gazabından rahmetine sığınıyoruz. Celalinden cemaline sığınıyoruz. O’ndan yine O’na sığınıyoruz. Kâinatta var olan her şeyi Allah yoktan yaratmıştır, O her an yaratmaktadır. Yaratılmış olarak gördüğümüz şeyler de, hatta bütün hücrelerimizle biz de her an devamlı (sürekli) yaratılmaktayız. Gördüğümüz, bildiğimiz ve hissettiğimiz hiçbir şey rastgele ve kör bir tesadüfün eseri değildir ve hiçbir şey sebepsiz değildir. Herkesin iki kelimelik duası: “Allah korusun!” Ben de ‘âmin’ derken sıfatlarını hatırladım Rabbimin. Sadece Allah’ın varlığına ve uluhiyyetine değil, O’nun koruyup-gözeten, yaratıp-yok eden, yaşatıp-öldüren, yüceltip-alçaltan, lütuf ya da kahrıyla terbiye eden, ödüllendirip-cezalandıran vasıflarını bünyesinde toplayan rububiyyetine de inanan bir Mü’min olarak, bu duaya bütün yüreğimle “amin!” diyorum. Yüce Rabbimiz, milletimize, özellikle bölgedeki canlarımıza yardım etsin. Bizi, ülkemizi ve İslam beldelerini afetlerden muhafaza eylesin. Bizlere de afetlerden gerekli dersleri çıkarmayı, sorumluluklarını yerine getirip huzurlu ve güvenli bir hayat sürmeyi nasip eylesin.
Ekleme Tarihi: 09 Şubat 2023 - Perşembe

Depremler ve düşündürdükleri

Türkiye’mize geçmiş olsun, milletimizin başı sağ olsun. 

Hepimiz çok ağır bir imtihandan geçiyoruz. Dua, birlik, yardımlaşma, acıları paylaşma, herkesin bütün kucağını açma zamanı. İktidarın da, muhalefetin de, yazar, eğitim bütün camia hastaları ve acıları paylaşma zamanı. Rabbim sabır, metanet, güç kuvvet versin. Tek yürek olarak bu badireden dersler ve ibretler alınmış olarak geleceğe ilerleriz inşallah. 

Kaybımız çok, acımız büyük. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Geçmiş olsun Türkiye’m diyerek. 

1939 Erzincan’daki 7.9’dan bu yana en büyük depremi 7.7’yle Kahramanmaraş’ta yaşamış olduk. Kışın ve gece insanımızın uykuda olması, deprem şiddetinin 7.7 olması, şehitlerimizin sayısını çoğalttı. Devlet olarak, millet olarak merkezi hükûmet ve belediyeler, STK’lar, gönüllü kuruluşlar olarak işimiz gerçekten çok zor. Sınavımız büyük. AFAD, Kızılay ve bakanlıklar anında organize oldular. İletişim hatlarının gayet güzel çalıştığını, Cumhurbaşkanımızın, yardımcılarının, bakanların, diğer yetkililerin tam kadro deprem bölgesinde görünce ister istemez; 1999 Marmara Depremi’nde hükûmeti, bölgeyle temas kuramadıklarını, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in oradaki yetkililere ulaşamadığını, yardım ekiplerinin hasar gören binalara bir türlü gidemediklerini hatırlıyoruz. İletişim hatları tamamen kesildiği için yardıma koşan çok sayıda vatandaş organizasyon eksikliği sebebiyle bir türlü koordine olamamış, yardım eli layıkıyla uzatılamamıştı. Batı basını da; “Neredeyse son 100 yıldaki en büyük doğal felaket ülkenin güneydoğusundaki mahalleleri ve Suriye’nin kuzeyini yerle bir ederken, Türkiye’nin krizle başa çıkmaya çalıştığını” söylüyor. Felaket üstünden siyasete hiç gerek yok.  

İnsanlar kaçtıkları, görmezden, bilmezden geldikleri, adını dahi hatırlamak istemedikleri ölümün can acıtıcı yönünü gördüler, ölümün soğuk soluğunu ense köklerinde hissettiler. Tabii felaket eşliğinde. Her olayın, sebepler dünyasında bir açıklaması vardır elbet. Çarpık yapılaşma, denetimsizlik, sorumsuzluk, müteahhit hataları vs. vs. Bunlar hep dar açıdan bakınca ilk etapta göze çarpan ikincil sebepler. Bu sebepleri fazla ciddiye alarak, hep Japon’ları örnek verenlere Japonya’da yaşanan depremleri hatırlatırım. O depremlerde; Japonlar en şiddetli depreme dahi dayanıklı iddiasıyla övündükleri binaların ve yolların karton kuleler gibi nasıl dürüldükçe dürüldüklerini, hallaç pamuğu gibi atıldıklarını hatırlatırım. Kendi güç ve tedbirine güvenip 9, 10 şiddetinde depreme dahi dayanıklı bina yapanların yaptıkları binaların acıklı durumunu görünce (hatalarından kaynaklandığından olduğunu, yaratıcı gücün müdahil olmasını unutmalarından intihar etmeleri gibi derslik ve ibretlik olayları) hiç unutamam. Tabii, olayların arkasında yatan metafizik gerekçeleri görmek istemeyen akl-ı evvellerin ona da bir gerekçe bulmakta gecikmemeleri hüzünle düşündürdü beni. Bunlara yalanın dolanın, iftiranın merkezi sosyal medyayı da eklemek lâzım. İnsanımızın bu hale düşmesi/düşürülmesi. Kendi kutsalları/mukaddesleri yerine konan ‘izm’ler. Sekülerizm, Kemalizm, laiklik, demokrasi, uygarlık, Batıcılık, vs. Toplum sekülerleştikçe, manevî duyarlıkları aşınıyor, kanaatkârlık, fedakârlık, paylaşma, komşuluk, yardımseverlik gibi güzel hasletlerimiz kayboluyor. Böylelikle kanaatkârlığın yerini çıkarcılığın, fedakârlığın yerini bencilliğin, paylaşmanın, komşuluğun, yardımseverliğin yerini bireyselleşmenin, ben-merkezciliğin, vurdumduymazlığın, duyarsızlaşmanın, şefkat ve merhametten uzaklaşması kolaylaşıyor. Bizi bin küsur yıldır kardeş kılan, zorluklara topyekûn göğüs gerebilmemizi sağlayan değerlerimizi kaybetmeyelim/kaybettirmeyelim. Kaybedersek; ailenin, sosyal yapının ve değerlerle bezenmiş dokumuzun yıpranmasıyla sonuçlanır. Değerlerimiz; bu toplumun her türlü zorluğa göğüs gerebilmesini mümkün kılan ruhunu, ruh köklerini diri tutar. Maddî depremleri göğüslüyoruz ama manevî depremler daha fazla yıkıma yol açıyor. Bu yıkımda, rehavet, konfor, modernleşme uyuşmasından/uyuşturulmasından oluşuyor. Biz millet olarak bu ümmetin ve insanlığın manevî dinamikleri en güçlü toplumuz dünyada. Deprem (zelzele) tam bir kıyamet provasıdır. Kur’an-ı Kerim’de “O gün, kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından...” denilen günün. “Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan” diye nitelendirilen gün. Nereye kaçmalı? Kime sığınmalı, dayanmalı, güvenmeli? Güveneceklerinizin de güvene muhtaç olduğu bir gün. Sığınacaklarınızın da sığınacak delik aradıkları bir gün. Kendilerini dayanak olarak lanse edenlerin dayanacak yer aradıkları gün.  

Kahramanmaraş’ta sabah 04.17’de meydana gelen ve en az 10 ili ve Suriye’yi etkileyen 7,7 büyüklüğündeki deprem ve sonrasında meydana gelen depremleri ve sonrasında yaşananları ‘İslâm ve insanlık kardeşliği’ni görüp kıyaslayınca hidayetten uzak olanlara dua ediyorum. Allah’ın “rahmet ve şefkat”i dilerim ki O’nun değerlerine bir ömür saldırıp da başı sıkışınca “Allah korusun!” diyenleri de kapsar. Bunu gönülden dilerim. Kur’an-ı Kerim’de bildiriyor ki “zerre kadar hayır da, zerre kadar şer de karşılığını bulacaktır.” O, suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaz elbet; fakat yine de O’nun “rahmeti gazabını geçmiştir.” İşte bu yüzden biz O’nun kahrından lütfuna sığınıyoruz. Gazabından rahmetine sığınıyoruz. Celalinden cemaline sığınıyoruz. O’ndan yine O’na sığınıyoruz. Kâinatta var olan her şeyi Allah yoktan yaratmıştır, O her an yaratmaktadır. Yaratılmış olarak gördüğümüz şeyler de, hatta bütün hücrelerimizle biz de her an devamlı (sürekli) yaratılmaktayız. Gördüğümüz, bildiğimiz ve hissettiğimiz hiçbir şey rastgele ve kör bir tesadüfün eseri değildir ve hiçbir şey sebepsiz değildir. Herkesin iki kelimelik duası: “Allah korusun!” Ben de ‘âmin’ derken sıfatlarını hatırladım Rabbimin. Sadece Allah’ın varlığına ve uluhiyyetine değil, O’nun koruyup-gözeten, yaratıp-yok eden, yaşatıp-öldüren, yüceltip-alçaltan, lütuf ya da kahrıyla terbiye eden, ödüllendirip-cezalandıran vasıflarını bünyesinde toplayan rububiyyetine de inanan bir Mü’min olarak, bu duaya bütün yüreğimle “amin!” diyorum. Yüce Rabbimiz, milletimize, özellikle bölgedeki canlarımıza yardım etsin. Bizi, ülkemizi ve İslam beldelerini afetlerden muhafaza eylesin. Bizlere de afetlerden gerekli dersleri çıkarmayı, sorumluluklarını yerine getirip huzurlu ve güvenli bir hayat sürmeyi nasip eylesin.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.