Siyaseti vizyon için yapanların derdi “görünmek”tir. Onlar için imaj her şeydir. Onların makamlarına yükleyecekleri artı bir değer yoktur. Aksine bu gibiler bütün değerlerini makamlarından alırlar. Koltuğu kendisinden pahalı tipler böyle ortaya çıkar. Bu yüzden siyaset pazarında böylelerinin değeri olmaz, fiyakası ve fiyatı olur. Onların keyiflerine keder gelmesin. Siyaseti vizyon ve komisyon için yapanların, öğüt almak için çevreye kulak kabarttıklarını da sanmıyorum zaten. Bunlar şovmen. Emrine girip talimat bekledikleri Batı’nın uşaklığını yapanlar.
Tutulacak tarafları yok! Yalan dolan, iftira, sahtekârlık, istismar her şey var. Olmayan bizi biz yapan değerler. Seçim çalışmaları başlayınca milletimiz tedirgin. Bu ülkenin inançlı kitleleri, yıllar yılı itilmiş kakılmışları oynadılar. Kendilerini temsil iddiasıyla ortaya çıkan her oluşuma, canla başla sahip çıktılar ve desteklediler. Tek istekleri vardı: İnançlarını başı dik yaşamak, onurlarını korumak. Bu uğurda hiçbir fedakarlıktan çekinmediler. Hatta fedakarlıktan da öte, umutlarını diri tutmak için temsilcilerinin hatalarında hikmet aradılar. Fakat onları temsil iddiasıyla yola çıkanlar öyle hatalara imza attılar ki, bu munis, bu hasbi, bu sabırlı kitle dahi, “Artık bu kadarı da olmaz” diyecek noktaya geldiler. İnsanımız artık hatada hikmet aramayacak kadar rüştünü ispat etmiştir. Bu seçimde kendisini temsil iddiasıyla sahneye çıkanları hem ihtar ediyor hem de son şansını kullandığını ihsas ediyor. İnancına karşı savaş açanları biliyor; fakat asıl kızgınlığı, örnek olup onurlu bir tavırla göğüsleyemeyenlere.
İnsanlığın vicdanı biz olalım. Mazlum ağladığı zaman “gözümün yaşını ilk kim siler” diye düşündüğünde, ilk bize gelsin. Haksızlığa uğradığı zaman biri, “benim haksızlığımı kim giderir” diye ilk düşündüğünde bize gelsin. Biri hatta düşmanımız; birine emanet etmek istediğinde, “kime emanet edebilirim ki güvenebilirim ki” diye düşündüğünde, ilk aklına gelen biz olalım. Ben bunu istiyorum. Bu ümmet böyle olsun. Vicdanları ne kadar teskin ettiniz, kaç mazlumun ahını dindirdiniz, adalet çıtanız ve kat sayınız neredeydi nereye çıktı? İşte budur bütün mesele. Benim için değerli olan ölçü budur.
Siyaset bir araçtır. Onu amaç edinmemek şartıyla, insanın kendi amacı için kullanması zorunluluğu vardır. Biz kullanmazsak başkaları kullanır ve biz de göz göre göre olumsuz gelişmelere sadece seyirci kalırız. Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, olana kendini uydurmak, elbet tasvip edilir bir davranış olamaz. Ülkeye sahip çıkmak, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır.
Kırgınlıklar, öfkeler, incinmeler, kırılmalar, hakaretleşmeler olamaz mı? İşini görevini mi yapacaksın, bunun için düşünce mi üreteceksin; bu tüketim çarklarının içinde çırpınıp duracak mısın? Düşünce üretmeye vaktin mecalin kalmaz. Kavga, didişme; insanın ruhunu yer, kemirir. Uykuda bile dinlenemezsin. Seviyeli mücadele ayrı bir bahistir.
Değer yargılarını siyasi tarafgirliğine kurban eden birinin sabiteleri yoktur. Ondan siyasete değer katmasını beklemek beyhudedir. Aksine mevcut siyasi geleneğin içine sabitesiz adamları atmak, mevcut siyasetin ne kadar mikrobu varsa onu kapması anlamına gelir. Mikrop kapmakla kalsa iyi, fakat kendisi de mikrop saçan bir kötülük merkezi haline gelir.
Birinin siyasetinin kalitesini belirlemede öncelikli olan, hangi safta ve hangi kulvarda siyaset yaptığından ziyade siyasi başarı uğruna neleri verip neleri veremeyeceğidir. Bir başka ifadeyle, siyasi kazanç için ne kadar haysiyetsizleşeceği, ne kadar sabitelerinden taviz vereceği, ne kadar çamurlaşıp çamurlaşmayacağıdır. Onların görevi adeta kaliteyi siyasetten uzak tutmaktır. Vaat ettiği siyaseti kendi nefsi üzerinde uygulayamayan, onu kendinde gösteremeyen, onu kendi iç dünyasına tatbik etmeyen birinden ne hayır beklenir? Siyaseti haysiyete tercih edenlerin yaptığı siyasetin adını ne koyarsanız koyun, yaptıklarına siyaset denmez. Yuvarlak masanın yuvarlak adamların durumu bu!
“Dağdan yönetilen ülke” yapmaya çalışmıyorlar mı? Menfaatleri için, iktidara gelmek için bu pazarlığı yapan adamlardan “adam” olmaz! Görüşmeler, açıklamalar, pazarlıklar, utanmadan sıkılmadan suçları sabit hapisteki teröristlerin başlarına özgürlükten tutun, yurt dışına kaçan kaçaklara kucak açmaya varıncaya kadar. Cehaleti saadet biliyorlar. En beteri, dine ve dini değerlere karşı giderilemez bir önyargıları, saklı bir hınçları, maskelenmiş bir düşmanlıkları var. Onların halini tasvirde “devşirme psikolojisi” dahi yetersiz kalıyor. Hepsinden beteri çıkar, güç ve şehvete tapıyorlar. Çıkarları gerektirdiğinde olmayacakları şey yok. Yumurtalarını pişirmek için memleketi yakacak kadar gözleri dönmüş bir zümre bu. Ama etkililer. Baksanıza, memleketi suni gündemlerle oyalamayı ne de güzel beceriyorlar. Bir deli bir kuyuya bir taş atıyor, binlerce akıllı o taşı çıkarmak için kuyruğa giriyor. Bizim, bin yıldan beri farklı inançları barış içinde yaşattığımız bir coğrafyamız vardı. Bu coğrafyada, farklı dinlerden, ırklardan, milletlerden insanlar huzur içinde yaşardı. Fakat önce sizi devşirenler geldi, işgalci olarak. İşgalci olarak var olamayacaklarını anlayınca, sizi devşirdiler ve bin yıllık sitemizin içine bir fildişi kule inşa ettiler. Oraya devşirmelerini yerleştirdiler. Bu “bizim mahalle” dediler. Bu mahalle, mahalle değil Truva atıydı. O atın içinden çıkanlar değerlerimizi yağmaladı ve işgal etti. Şimdi işgal edilmiş değerlerimize ucundan kıyısından sahip çıkmaya başlayınca vaveylayı koparıyor. Şu ‘zillet ittifakı’ Truva atının bir başka versiyonu. Yaşananları tarihi perspektiften bakarak izah edebilirsiniz. Yakın tarih bilinmeden, Abdülhamid ve Osmanlı okunmadan, durdurulan (yok edilemeyen) kendi medeniyetimize dönülmeden hiçbir şey izah edilemez. Hz. Musa’nın Kur’an’daki duasına katılalım: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah’ım!”