90’lar öncesi Mardin’de hayat şartları şimdiki gibi gelişmemişti. Tek caddesi, ara sokakları, alt çarşısı ve yeniyolu’ndan müteşekkil bir şehirdi. Kır/kent keskin ayrımı yoktu ve farklı kimlikleri ve inanç gruplarını kendi içinde barındırabilen barışçıl bir şehirdi. Tabi 80 darbesinin toplumsal ağırlığı bütün toplum kesimleri gibi Mardini de etkilemişti. Kendi kabuğunu kırmak isteyen, iş güç sahibi olmak isteyen, yuva kurmak isteyen gençlerin umudu yitmişti. Bu kırgınlığın, küskünlüğün kendi şartlarında doğurduğu müzik vardı o dönem de. Bu da arabesk müziğiydi.
Hem dinlerken hem de söylerken de 'hissettiriyordu' kendini bu müzik. En basitinden şarkı gürültülü, gereksiz detaylarla dolu olmadığı ve yavaş olduğu için o anlamlı sözler kulaktan sadece girmiyor insanların kendilerini anlamalarını, anlatılanı düşünmelerini de sağlıyordu. Yürekte bir etki bırakıyordu.
Duygusal olan şarkı sözleri; umutsuz aşkları, günlük dertleri, umutsuzluğu ve başarısızlığı konu ediniyordu.
Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur o dönemin temsilcileriydi.
Mardin 1. Caddesinde bulunan kaset satıcıları dükkanları önünde kurdukları ses hoparlörleri ile sabahtan akşama kadar bu sanatçıların şarkılarını çalarlardı. Kasetçilerin önünden geçen vatandaşımız bu şarkı sözleri ile daha çok efkarlanırdı.
Rahmetli Fahrettin Garguli, Rahmetli A.Kerim Varlık en klas arabesk kaset satıcılarıydı o dönem de.
Müslüm Gürses’in yeni çıkan kasetleri ekmek peynir gibi satılırdı.
Özellikle “gecekondu müziği”, “minibüs müziği” adlarıyla anılan arabeskin sözlerindeki umutsuzluk belirten temalar, dertli ifadeler en karekteristik özellikleriydi.
Tabi arabeskin bu temsilcileri bazı meslek dallarında daha fazla revaç görüyordu.
Özellikle minibüs esnafı Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay’ı tercih ederken terziler, tuhafiyeciler daha çok Ferdi Tayfur dinlemeyi tercih ederdi. Bu sebeple her minibüse binişte ya Müslüm veya Orhan’ın acılı bir şarkısı ile seyahat edilir, terzi veya tuhafiye dükkanlarında Ferdi Tayfur’ un “ Bizim Sokaklar” şarkısı yankılanırdı.
Bu müzik aslında Mardinlilerin hasretini, duygularını, hayallerini gerçekleştirmemesini yansıtması açısından önemliydi. Çünkü ümitlerini gerçekleştiremeyen insanımız bu müzik ile ruh dünyasını rahatlatmaya çalışırdı. İmkanlar kısıtlı, kaynaklar az olduğu için Mardinlimiz her arzuladığına maalesef kavuşamıyordu. Bu da içinde bir kedere neden oluyordu.
Sezai Karakoç’un “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” sözü aslında her bir yenilginin zafere açılacak bir kapı olduğu inancını anlatıyordu. İşte arabesk müziğiyle de Mardinli hemşerilerimiz gönlündeki umuda kavuşmayı arzuluyordu.
Sevgiliden ayrılmak, sevgiliye kavuşulamaması, istenilen işin yapılamaması/kurulamaması, arzulanan eşyaların alınamaması, kadrolu olunamaması birer yenilgiydi fakat zafere
giden yolda yine de bir umut ışığıydı. Çelişkili bir tutumdu bu durum fakat Mardinlimiz hiç bir zaman yaşama karşı umudunu yitirmiyordu.
İşte bu sebeple de arabesk müziği Mardinlimizin bir çıkış noktasıydı o dönemlerde.
Çünkü hayat mücadelesini bırakmıyordu.
Mardin sokaklarını, caddelerini her gezişinizde aslında o mücadelenin ruhunu hissedersiniz. Çünkü o çilekeş ruh halinin yansıması vardır oralarda.
Dertlerin, kederlerin çekildiği o mekanların dili olmasa da içinde Orhan Gencebay’ın “dertler benim, çile benim hayat benim benim olsun” sözlerinin yansıması vardır. Yine her bir sokaktan geçişinizde Müslüm Gürses’in “karanlık çökünce sokağınıza köşede ben varım unutamazsın” şarkısının hüznü,
“Artık ne sen varsın ne hatıralar
Sensiz mahzun kaldı bizim sokaklar” şarkı sözleriyle Ferdi Tayfur’un haykırışını hissedersiniz.
90’lar öncesi arabesk müziğiyle Mardin’imizde; yaşanılan ruh, ödenen bedellerin izleriyle dolu bir geçmişi vardır.