Bacon’un bir sözü var. Diyor ki: “Gömlek yanlış düğmelenmeye başladı mı, bütün ilikler yanlış gider” diye. Her eğitim meselesini dile getirdiğimizde hep bu söz hatırıma gelir. Dijital ekranında çiçekler açmış bir tablete bakıyor şimdi çocuklar. Hayır, bakmıyor, dokunuyorlar. Ellerinde dünyayı taşıdıkları bir oyuncak ve bir parmak oynatışıyla değişiyor her şey. Onlar, 'bakma'nın değil, 'dokunma'nın çocukları. Bugün akıllı tahtaların, tabletlerin, cep telefonlarının, müzikçalar aletlerin ekranlarına dokunarak hemen her şeye ışık hızıyla ulaşabilen çocukların bir 'hız delisi' olduklarından/olacaklarından şüphe yok. Tabletler, bir bakıma öğretmen çağının bittiğinin ilanıdır ya da artık iyi öğretmen yetiştiremediğimizin itirafı. Öğretmen sadece gözleri değil; yüreği ağlayan insan’dır. Yaptığı hizmet, gönüllü yapılan hizmettir. “Gönüllüler hizmeti”dir. Öğretmenin malzemesi insandır. Aklıyla, kalbiyle, ruhuyla cesediyle maddesiyle- manasıyla, kabiliyetleriyle, zaaflarıyla, güzellikleriyle-çirkinlikleriyle iyilik ve kötülük yönleriyle… Kısaca en hayırlı veya en şerli olmaya meyilli kompleks bir varlığın eğiticisi, öğreticisi, rehberidir. Öğretmenlik, ibadet aşkı ile yapılan, öğrencilere kendi çocukları gibi değer veren bir meslektir. Öğretmenler; sevgi/saygı elçileridir. Sınıfta yaşama sevinci, toplumda huzur, ülkede barış, meslektaşları arasında samimiyetin sembolüdür öğretmen. Her şifa bulan hastada öğretmenden bir moral izi, her yeni buluşta göz nuru, tüten bacada, yükselen fabrikada, çözülen formülde, memleket millet faydasına verilen her hizmette alın teri, milli birlik ve beraberlik harcında çimentosu vardır öğretmenin.
Eğitimdeki birinci meselemiz bu görevin aşkla, şevkle, heyecanla sürdürülebilmesidir. Yahya Kemal’in “Bu dil, ağzında annemin ak sütüdür” dediği güzel Türkçemiz üzerine titreyen, öğrencilerine Kütüphane sevgisini, ilim zihniyetini, bu milletin hizmetinde koşma aşkını aşılayandır öğretmen. ‘Milletin mayası kan değil, dindir.’ Sözünü unutmayandır. Öğretmen “Eline, beline, diline, aşına, eşine, işine, özüne, sözüne, gözüne sahip olan”dır. Öğretmenlerimiz vesilesiyle göklere bulutlar gibi yükselir, yere rahmet olarak düşeriz. Her kahramanlık destanı, öğretmenimizin dudakları ile yüreği arasında yetiştirdiği nesiller tarafından yazılmıştır. Öğretmen olarak şartlarımızın zorluğunu, vakit darlığını, çevre kötülüğünü engel olarak gösterip mazeretlere sığınamayız. Öğretmenlik, fakülte bitirmek, KPSS imtihanı kazanmaktan ibaret olursa, sadece okul bitirip imtihanları kazanarak bu mesleğe giriliyorsa baştan sona eksik yetişiyor, yetiştiriliyor. Öğretmenler, millî manevi değerlerle yetişmez, memleket, millet, ümmet meselesi düşünmez, idealistlik tarafları da yoksa sonuç hüsrandır. Öğretmenliği, sadece mesai saatleri içerisinde, belli mekanlarda tipik bir devlet memurluğundan başka bir şey yapmazlar, yapamazlar. ‘Küreselleşme’ adına aidiyetimizi kaybedip mukaddeslerimizden habersiz yetişip yetiştirirsek, yeni nesil de onları yetiştirenler de sadece kariyeri, diplomayı, maaşı, geçimi, lüks ve rehavet içinde yaşamayı düşünürler. Öğretmenlik, yeni kutsallar bulup onu yaşatma fikrinden ibaret bir meslek olarak görülürse gelecek nesil nasıl yetişecek, kim yetiştirecek?
Halbuki bu iş, her hal ve şartta her yerde yapılan bir gönüllü faaliyettir. Bu hususta önderlik yapan izini süreceğimiz, yaşayışını (sünnetini) çağa taşıyacağımız, tavsiyelerini uygulayıp yasaklarından kaçınacağımız Peygamber Efendimiz aleyhisselamdır. İnsan eğitmenin en mükemmel örneklerini bize bırakan Peygamber Efendimizin mirasına da sahibiz. Bu miras hem bize hem ondan mahrum olan bizim dışımızdakilere, eğitim adına çok şey kazandıracaktır. Resulullah Efendimizin şu sözleri bize ışık tutmalıdır: ‘Üç şey insanı helak eder; teslim olunan hırslı bir cimrilik, peşinden gidilen arzular ve bir görüşü olanın sadece kendi görüşünü beğenmesi.’ “Toplumun iyi veya kötü yöne gitmesi, öğretmen ve idarecilerle olur. Gidişat bu iki zümreye bağlıdır. İyilerse toplum da iyi, kötülerse toplum da kötüdür. Siz nasılsanız, öyle idare olunursunuz.” Bu sözleri de unutmayalım! Sistem mi bizi dönüştürecek, biz mi sistemi dönüştüreceğiz? Dünya mı bizi dönüştürecek ve kendine benzetecek; yoksa biz mi dünyayı dönüştürüp hakikatin rengine boyayacak, daha âdil, daha sulh/sükun/huzur içinde daha kardeşâne bir dünyayı nasıl inşa edebileceğimiz meselesi üzerinde kafa yoracağız? Aslî işimiz, dönüşmek değil, en azından her türlü dönüştürme biçimlerine karşı direnmek, dimdik durmaktır. Bu ve benzeri soruları sorup cevabî hizmetlerimiz, öğretmenlik vazifesinin ifasıdır. Makaleye sığmayacağı için bazı öğretmenlerin yazdıkları mesaj ve tekrar tekrar okunması gereken yazı ve yazarlarımızın başlıklarını yazarak bitireyim.
“Ne zaman öğretmenler odasına girip 'Selamün aleykü m' desem, meslektaşlarımın huzuru kaçıyor. O derece! Anında aramıza görünmez fakat kalın bir çizgi çekiyorlar sanki. Yapmacık gülümsemeleri bile sönüyor; on dakika kadar sonra da ya siyasi bir konu açıyorlar ya da inançlı insanları küçümseyen bir tartışmanın kapısı açılıyor. Bilimin ne olduğunu bilmedikleri her hallerinden belli olan meslektaşlarım bir anda radyasyonu bulmuş Madam Curie gibi konuşmaya başlıyor. Sinirlenmediğimde hallerini komik buluyorum. Biliyorum, biraz sonra zil çalacak, bu halleriyle sınıflara gidip çocuklara da bu fikirlerinden (!) birkaç söz yumurtlayacaklar. Bir şey söyleyeyim mi? Sizler bu ülkede okulların halini bilmeden yazıp çiziyorsunuz.” Hani her yeni Milli Eğitim Bakanı geldiğinde konuştuğumuz şeyler var; şöyle müfredat, böyle çağın gereklerine uygun eğitim, vesaire. Şimdi gene konuşacağız. Ama öğretmenlerin zihin ve kültür seviyelerini konuşmaktan kaçınıyoruz.
(Yusuf Kaplan, Yasin Aktay, Aydın Ünal’ın Yeni Şafak’taki, Haşmet Babaoğlu’nun Sabah gazetesindeki yazılarını okuyabilirsiniz.) (Gazetemiz Akit’in değerli yazarlarından Ahmet Tâlip Çelen, Ali Erkan Kavaklı, Halil Kışlacık, Mustafa Armağan, İdris Günaydın, İbrahim Karataş, Mustafa Çelik’in Eğitim ile ilgili yazılarını okuyabilirsiniz.)