Türkiye; dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve zorbaların kâbusudur. Bizim altı asır barış yurduna çevirdiğimiz üç kıtayı Batılılar bir asırda cehenneme çevirmeyi başardılar! O yüzden biz gelince, onlar gidecekler. Yurt dışında uzun müddet kalmış, Batı’yı çok iyi bilen Yusuf Kaplan hocamızın Millî Eğitim ve Kültür Bakanlarımıza önemli çağrısına önceki yazımızda kaldığımız yerden devam edelim.
“… Bunu yine Toynbee, çok enfes bir şekilde şöyle dile getirmişti: ‘Osmanlı durduruldu, dev uyutuldu. Dev uyanırsa, kimse duramaz karşısında.’ Dev’in uyanmasının tek şartı var: Dışarda her bakımdan güçlenmek ama içerde de toplumu ortak medeniyet iddialarımız etrafında kenetlemek, bütünleştirmek için süratle eğitim, kültür, düşünce ve sanat hayatında devrim niteliğinde adımlar atmak. 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekmek. İçerde zorlu bir süreç yaşıyoruz.
Bu zorlukları aşacağız inşallah. Yeter ki, umudumuzu yitirmeyelim, geleceğimizi doğru adımlarla inşa edecek bir diriliş yolculuğuna soyunalım. Batı uygarlığını kuran ve temsil eden güçler; Türkiye’yi, uyuyan bir dev olarak görüyorlar. Uyutulan bir dev. Uyandığında bütün dengeleri altüst edecek, Batılıların emperyalist, çıkarperest, ruhsuz dünyalarını, küresel sömürü sistemlerini yerle bir edecek bir dev.
Türkiye, Batı’yla zorlu imtihanını, medeniyet iddiasını hayata geçirdiği zaman başarıyla vermiş olacak. Bunun yolu, Türkiye’nin her alanda güçlenmesinden ama özellikle de köhneyen eğitim sistemini, yozlaşan kültürü, çürüyen değerleri, savrulan genç kuşağı, can çekişen şehirlerimizi bizim medeniyet dinamiklerimiz ekseninde yeniden diriltmekten geçiyor. Türkiye’nin Batı’yla imtihanını kazanabilmesi, maddî ve askerî güce ulaşmaktan değil, manevî güce (güçlü, köklü düşünce, eğitim, kültür, sanat hayatına) kavuşmaktan geçiyor. Türkiye'de çocuklarımızın ruhunu, zihnini, özgüvenini silindir gibi ezen köksüz, ruhsuz ve ufuksuz bir eğitim sistemi var. Çocuklarımızı sistemin kölesi hâline getiren pozitivist, ezberci, sömürgeci bir eğitim sistemi bu. Sömürgeleştirilemeyen bir ülke ancak böyle bir eğitim sistemiyle sömürgeleştirilebilirdi! Kendi masallarını, ninnilerini, manilerini, çocuk edebiyatını, hayallerini değil, Batı kültürünün duygu, düşünce ve inanç dünyasının ürünleri ve hayal dünyasını çocuklarımıza zerk ediyor. Önce bizim medeniyetimizin duygu, düşünce, ruh ve hayal dünyasının yok sayıldığı ruhsuz, köksüz ve ufuksuz bu sömürgeci eğitim sisteminin yıkılması gerekiyor. Bu eğitim sistemini kendi medeniyet dinamiklerimiz üzerinden yeniden kuramazsak geleceğimizi kurtaramayız; aksine geleceğimizi kendi ellerimizle karartmaktan başka bir iş yapmış olmayız. Çağrı, çağını kurmak için vardır. Çağını kuramayan bir çağrının varlığından söz edilemez. Çağını kuramayan bir çağrının bağlılarının yaşadıklarından, yaşattıklarından söz edilemez.
Çağrı yoksa, çağrı, çağını kuramayacaksa, o zaman devasa ağların içinde debeleniyoruz demektir. İçinde olduğumuz çağı tanıyacağız. Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket, başına ne geldiğini bilememesidir. Başkalarının kavramlarıyla kendi cümlenizi kuramazsınız. Kendi kavramlarımızdan yola çıkarak dünyamızı kuracağız. Geç kalındı ama bundan sonra köklü, kucaklayıcı adımlar atılırsa, geleceğimizi kurtaracak ve kuracak bir yola girmiş oluruz yine de. Bu toprakların kurucu ve koruyucu ruhunu inşa eden öncüler yetiştirecek, yok edici değil diriltici, dışlayıcı değil kucaklayıcı medeniyet dinamiklerimizden beslenecek köklü bir eğitim, kültür ve medya sistemi, bu zihnî işgali püskürtür. Bir ülkenin eğitim sistemi, çocuklarına, sadece kuru bilgi vermez. Bir ülkenin eğitim sistemi, çocuklarına ruh vermekle, ideal, kişilik ve ahlâk kazandırmakla yükümlüdür. Unutmayalım: Başkalarının kavramlarıyla, bakış açılarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız! Kültür, sanat ve fikir hayatı, yalnızca Batı’da üretilenleri buraya aktarmakla ya da burada tepe tepe tüketmekle, bu ülkenin önünü açamaz; bu ülkenin çocuklarının ufkunu genişletemez, aksine, bu ülkenin çocuklarını hem zihnen felçleştirir hem de fiilen köleleştirir. Bu ülkede hâkim olan sığ pozitivist / seküler eğitim sistemi, çocuklarımızın zihnini, ruhunu ve aklını körleştiriyor, yok ediyor! Eğitim sistemi de kültür-sanat hayatı da medya rejimi de çocuklarımızı mankurtlaştırıyor. Kendi değerlerimize yabancılaşmış, metamorfoz yemiş kimliksiz, ruhsuz, entelektüel melekeleri donmuş, Batı’ya aşağılık kompleksiyle bakan, zihni felçleşmiş, ruhunu yitirmiş, kaygan zeminlerde patinaj yapan, şizofren kuşaklar yetiştiriyor sadece. Çocuklarımızı kaybediyoruz. Genç kuşaklar, gözümüzün içine baka baka yok oluyor. Elimizden kayıp gidiyor. Genç kuşaklarımızın da ailelerinin de yöneticilerimizin de şu soruları sormaları gerekiyor kendilerine: Hangi kültürü yaşıyoruz?
Hangi rüyaları görüyoruz? Hangi idealleri taşıyoruz? Hangi iddiaları hayata geçirme mücadelesi veriyoruz? Bu sorular üzerinde düşünelim. Ruhunu koruyamayan bir ülkenin varlığını koruyabilmesi hayaldir! Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler, hayalleri olmayanlar başkalarının hayalleriyle yaşarlar! Eğitim sistemi; genç kuşaklara, 5 şeyi vermiyorsa, toplumun mezarını kazıyor demektir: 1-Ruh 2-İdeal 3-Ahlâk 4-Özgüven 5-Tevazu/Başkasına Saygı. Bu toplum, eğitim sistemini, kültür, sanat ve medya hayatını, insanlığın şiddetle ihtiyaç hissettiği bizim evrensel medeniyet değerlerimiz, ruh köklerimiz ekseninde sil baştan yeniden inşa edemezse, bırakınız insanlığa bir şeyler sunabilmeyi, varlığımızı sürdürebilmemiz bile tehlikeye girer. Medeniyet fikrimizi, perspektifimizi, ruhumuzu, dinamiklerimizi, zihin setlerimizi, eğitim, düşünce, kültür, sanat, medya hayatımıza nakşetmenin, gergef gibi işlemenin yollarını bulamazsak, yok olmaktan kurtulamayız. Ruhunu koruyamayan bir ülkenin, varlığını korumasını beklemek olmayacak duaya âmin demektir. Eğitimde, kültürde kazanılamayan bir istiklal ve istikbal mücadelesi, kaybedilmeye mahkûmdur. O yüzden, bu ülkenin eğitim, kültür, gençlik sorunu, terörden de ekonomik krizlerden de önemlidir ve millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir! Eğitim, kültür, medya, şehircilik, gençlik ve aile sorunları bu ülkenin güvenlik meselesi olan en hayatî sorunlarıdır. Bütün bu alanlarda medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda bir gelecek inşa etmemizi sağlayacak köklü, donanımlı, uzun soluklu ve çaplı adımlar atamazsak, Batılılar tarafından fiilen işgal edilmeyen bu ülkenin zihnen işgal edilmesinin önüne geçemeyeceğimizi iyi bilelim. Köksüz ağaç meyve vermez. Bir ülke köklerini inkâr ederse, başkalarının hizmetine girer, gönüllü acentasına ve kölesine dönüşür. Ne yapıp edip ruhumuza, ruh köklerimize gözümüz gibi sahip çıkacağız. Ne yapıp edip bu ülkenin çocuklarına diriltici ruh aşısı yapacağız. Ve şunu aslâ unutmayacağız: Maddî gelişme geçicidir; asıl gelişme fikir, sanat, ilim, irfan, hikmet ve elbette ki ahlâk güzergâhlarında elde edilecek manevî gelişmedir. Manevî açıdan gelişmiş, sâbitelerine, ruh köklerine yürekten sahip çıkan bir ülkenin çocuklarını hiçbir maddî güç yok edemez. Fikrî birikimi güçlü, ruh kökleri muhkem, istikameti sağlam bir toplum, kaybetse de kazanır mutlaka sonunda.
Kendini inkâr, önce aşağılık kompleksine sürükler genç kuşakları; sonra da entelektüel melekelerin iflas etmesine, zihnî felçleşme ve nihayet zihnî köleleşme yaşanmasına yol açar. İnsanlığın önünü açacak hem kendini hem de dünyayı iyi tanıyan; bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan; insanlığın yükünü omuzlarında taşıma şuuruyla nefes alıp veren; aldığı nefesi hakikatin sesine, hakikatin sesini insanlığın nefesine dönüştürebilecek diriltici bir ruha sahip öncü kuşakları yetiştirecek, dünyaya dünya çapında fikir adamı, sanatçı, bilim insanı armağan edecek köklü ve güçlü bir eğitim sistemi acilen kurulmalı. Üç beş çaplı okula, birkaç çığır açıcı üniversiteye ihtiyacı var. O kadar.
Dünya bizi bekliyor. Türkiye beklenendir. Türkiye özlenendir.”