ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Yorumcular Yormasa…

Yazılarıma çeşitli şekillerde cevabî yorum yazanlara cevap vermek âdetim değildir. Ama ‘duran saat bile doğru olarak iki defa doğruyu gösterir’ sözü hatırıma geldi. Samimi olarak; duygu ve düşüncelerini yazan bütün okuyucularıma teşekkür ederim. Tenkite, ikaza, katkıya… vb.  açığım. Kafa yapılarını mutlak doğru olarak kabullenen, kendi düşüncelerinden başka hiçbir şeyi kabullenmeyen herkesin ıslah ve hidayeti için de dua ederim. Şahsi fikir ve düşüncelerimin kabul ve tasdiki diye bir beklentim yoktur. Ben de zaman zaman hatalar yapabilirim.  Mahfuz ve masum olan yalnız Peygamberlerdir.  Muhalif siyasi görüşlerinden dolayı bize ‘iktidarın yalakası” gibi iftiralar atan; yalan, dedikodu üreten bazılarına acımaktan, onların zavallılığına üzülmekten başka bir şey yapamam. Önce kul olduğunu unutanlar duygu, düşünce, arzu ve isteklerinin esiri olup ‘özgürlük’ diye bağıranların da “özgürlüğün Allah’a kulluk ile başladığını” aklından çıkarmaması gerekir. Peygamberimizin “Kalp kırmak Kâbe’yi yıkmak gibidir” sözü hepimiz için önemlidir.   “Tepedekileri İkaz”, “Cumhurbaşkanının dikkatine”, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlarına hitaben yazdıklarım ortadadır. Kimsenin yalakası ve trolü değilim çok şükür. Doğru bildiğimi destekler yanlış bulduğumu kim olursa olsun eleştiririm. İnanmayanlar yazılarımı tekrar ve dikkatlice okuyabilirler. Üstat Necip Fazıl, Sezai Karakoç’un ikaz ve hitabet yazılarını “dikkat dikkat” diye yazdıklarım da var. Ayrıca Cemil Meriç, Peyami Safa’dan alıntılar yaptığım makalelerim de okunmalı. Bunlarla beraber yurt dışına, Avrupa, ABD’ye gitmek isteyenlerin hiçbiri ülkesinde kalmak istememesi, İslâm ülkelerini tenkit ederken haddi aşıp ‘din etkileyici olsaydı…’ gibi ifadeler kullanması; seviyesizliğin, kendi değerleriyle ilgisizliğin, “dinimizin ilahi olduğunu Hıristiyanlık veya başka inançlar gibi olmadığını tek Hak Din olduğunun (yaşamasa bile kabullenip hiç olmazsa susması küfre düşmemesi) şarttır.  Kemalizm ve Atatürk meselesine gelince:  Hangi düşünce ve inançta olursak olalım; heykele, heykelciliğe, bunların törenlerine, açılış merasimlerine, insanımızın emeğini, parasının yok yere hiçbir faydası olmayan taş yığınlarının şekil verilerek bir araya getirilmesinden ibaret bu verdiğimiz paraların israfının doğru olmadığı kabullenilmeli. Mustafa Kemal ve Atatürk konusunda “Hakaret etmeden üst seviyede samimi olarak konuşalım, birbirimizle kardeşâne tartışalım” ifadesine ağır sözlerle saldırı yapılır mı? 10 Kasımlarda hayat durdurulur mu, arabadan insanlar indirilir mi? Siren sesleri uğultusu dinletilir mi? Tıp, fen, teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin “Her nefis ölümü tadacaktır!” ilahi hükmü değiştirilebilir mi? Hiçbir hatasının olmadığı, en üstün, en zeki, en büyük, vb. denilerek ‘putlaştırma’ya karşı çıktı diye insana hakaret edilir mi?   Seversin sevmezsin, kızarsın kızmazsın ağza alınmayacak sözlerle bir siyasi kişiye hakaret edilir mi, ‘Tayyip düşmanlığı’ gibi bir siyasi figür düşmanlık şeklinde ortak payda olur mu?   Kendi mukaddes/kutsal değerlerimizin, dinimizin eğitimimize girmesi, kültürümüzün dayanağının olması, hükûmetin bu meselelere öncelik tanıması, paganizme, nihilizme, oportünizme, kapitalizme, karşı duruş olarak yeni bir sistemi konuşmak, yazmak gayet tabii ve normal değil mi? 15 Temmuz’u bile derin devlet kalıntıları kullandı. AK Parti Genel Merkezine Binayı tamamen kaplayacak şekilde Atatürk afişi, portresi asıldı. Hiçbir alakasının olup olmadığı bile tartışılmadan kabullenildi, yerleştirildi. Bir kere bile uğradığı yerlerde her sene adeta “kutsama günleri” tertip edildi. Alıştırıla alıştırıla tepkisizlik, hassasiyetimizi kaybettirmeler yapılarak hayatımıza sokuldu/sokturuldu. Sol ve eyyamcı olanlar hiç olmazsa Atilla İlhan’ın Hangi Batı ile Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’nu okusunlar. Tek taraflı okumaya karşı iseler Sezai Karakoç ve Necip Fazıl’ı da okusunlar.   Vahiy (Kur’an-ı Kerim, ayetler) Sünnet-i Seniyye (Hadis-i Şerifler ve Peygamberimizin yaşayışı) ile ilgili olanlarla birlikte siyasi yazılarıma da bakabilirler. Hiç okumadan, bakmadan, araştırmadan yazmaları çirkindir. Kafa yapılarının dışına çıkamadıkları açıktır. Arşivde bütün yazılarım var. Yazılarımdan fikrî, ilmi, dinî olanlar kitaplaştırıldı. (Hayat Rehberi Peygamberimiz, Düşünce Yolculuğum, Cuma Düşüncelerim, Değirmenim Dönerken… Siyer Yayınları.) Öyle okumadan, araştırmadan hakaretle saldırmak yok. Okuyun, tanıyın, ondan sonra sözünüzü söyleyin. Gerek şahısları gerek mekânları gerekse belli gün ve zamanları ‘kutsama hastalığı’ndan kurtulmak gerekiyor. Dini, ilmî, sosyal, kamu, vb. hususlardan, uzamasın çarpıcı bir örnekle ve bitireyim. Hz. Ömer’in şu tevhidî duruşu önemli bir örnektir: Hz. Ömer, Peygamberimizin ashabından beyat aldığı ağaçtan, insanların yarar ve zarar umduğunu görünce kökten kestirmiştir. Ağaç, gelişigüzel bir ormanın ağacı değil, o ismi Fetih sûresinin 18. âyetinde söz konusu edilen ve tarihi öneme sahip olan bir ağaçtır. Buna rağmen Hz. Ömer, insanların onu kutsadığını görünce onun vasıtasıyla işlenebilecek günahların önüne geçmek için kestirmişti. Oğlu Abdullah da aynı faaliyeti devam ettirdi. Abdurrahman b. Avf’ın kabri üzerinde bir çadır görünce kaldırılmasını emretti ve şunu söyledi: “Çadırı bırakın, ameli onu gölgelendirsin.” İslâm “bana ne!” anlayışını reddederek toplumu gemiye benzetir. Gemide gedik açmak toplumu helake götürür. Yahudilik ve Hıristiyanlık ilahî öğretilerin dengesini bozan iki ucu temsil ederken, İslâm itidal anlamında gelen istikametten ibaret olup ifrat ve tefrit arasında dengeyi muhafaza eder. ‘Ölçü ve denge’ olmazsa olmazımızdır. İçi boşaltılmış bir dindarlık olmaz/olamaz. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak’tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara uymak yerine, birtakım keyfi yorumlar ve abartılı eylemlerle kendi inanç ve duruşlarını dinin sınırları dışına taşıyanlar, seküler çevrelerle birleşmekteler. Bir anlamda din dışı dindarlık iddia ve uygulamasında, esasen birbirine zıt olan bu iki grup adeta paydaş hale gelmektedir. Bir başka ifade ile seküler çevreler, “tanrıyı kamusal alandan uzaklaştırmak”, “peygamberi referans almamak” gibi düşünce ve tekliflerinde kendini açık eden “dine rağmen kendilerince bir hayat oluşturmak ve yaşamak” isterken, kimi dindar kişi ve çevreler de “dine uyma” yerine ‘dini kendi hayat tarzına uydurma’ peşine düşmekteler. Bu ilginç çelişki ve birliktelik, netice itibariyle dinin kendi esasları çerçevesinde yaşanma şansını ortadan kaldırmakta, Peygamberimiz tarafından belirlenmiş uygulama biçimleri dışında bir “dindarlık” anlayışı ve gösterisinin paylaşıldığı ve yerleştirildiği de ortadadır. 
Ekleme Tarihi: 13 Temmuz 2023 - Perşembe

Yorumcular Yormasa…

Yazılarıma çeşitli şekillerde cevabî yorum yazanlara cevap vermek âdetim değildir. Ama ‘duran saat bile doğru olarak iki defa doğruyu gösterir’ sözü hatırıma geldi. Samimi olarak; duygu ve düşüncelerini yazan bütün okuyucularıma teşekkür ederim. Tenkite, ikaza, katkıya… vb.  açığım. Kafa yapılarını mutlak doğru olarak kabullenen, kendi düşüncelerinden başka hiçbir şeyi kabullenmeyen herkesin ıslah ve hidayeti için de dua ederim. Şahsi fikir ve düşüncelerimin kabul ve tasdiki diye bir beklentim yoktur. Ben de zaman zaman hatalar yapabilirim. 

Mahfuz ve masum olan yalnız Peygamberlerdir. 

Muhalif siyasi görüşlerinden dolayı bize ‘iktidarın yalakası” gibi iftiralar atan; yalan, dedikodu üreten bazılarına acımaktan, onların zavallılığına üzülmekten başka bir şey yapamam. Önce kul olduğunu unutanlar duygu, düşünce, arzu ve isteklerinin esiri olup ‘özgürlük’ diye bağıranların da “özgürlüğün Allah’a kulluk ile başladığını” aklından çıkarmaması gerekir. Peygamberimizin “Kalp kırmak Kâbe’yi yıkmak gibidir” sözü hepimiz için önemlidir.  

“Tepedekileri İkaz”, “Cumhurbaşkanının dikkatine”, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlarına hitaben yazdıklarım ortadadır. Kimsenin yalakası ve trolü değilim çok şükür. Doğru bildiğimi destekler yanlış bulduğumu kim olursa olsun eleştiririm. İnanmayanlar yazılarımı tekrar ve dikkatlice okuyabilirler. Üstat Necip Fazıl, Sezai Karakoç’un ikaz ve hitabet yazılarını “dikkat dikkat” diye yazdıklarım da var. Ayrıca Cemil Meriç, Peyami Safa’dan alıntılar yaptığım makalelerim de okunmalı. Bunlarla beraber yurt dışına, Avrupa, ABD’ye gitmek isteyenlerin hiçbiri ülkesinde kalmak istememesi, İslâm ülkelerini tenkit ederken haddi aşıp ‘din etkileyici olsaydı…’ gibi ifadeler kullanması; seviyesizliğin, kendi değerleriyle ilgisizliğin, “dinimizin ilahi olduğunu Hıristiyanlık veya başka inançlar gibi olmadığını tek Hak Din olduğunun (yaşamasa bile kabullenip hiç olmazsa susması küfre düşmemesi) şarttır. 

Kemalizm ve Atatürk meselesine gelince: 

Hangi düşünce ve inançta olursak olalım; heykele, heykelciliğe, bunların törenlerine, açılış merasimlerine, insanımızın emeğini, parasının yok yere hiçbir faydası olmayan taş yığınlarının şekil verilerek bir araya getirilmesinden ibaret bu verdiğimiz paraların israfının doğru olmadığı kabullenilmeli. Mustafa Kemal ve Atatürk konusunda “Hakaret etmeden üst seviyede samimi olarak konuşalım, birbirimizle kardeşâne tartışalım” ifadesine ağır sözlerle saldırı yapılır mı? 10 Kasımlarda hayat durdurulur mu, arabadan insanlar indirilir mi? Siren sesleri uğultusu dinletilir mi? Tıp, fen, teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin “Her nefis ölümü tadacaktır!” ilahi hükmü değiştirilebilir mi? Hiçbir hatasının olmadığı, en üstün, en zeki, en büyük, vb. denilerek ‘putlaştırma’ya karşı çıktı diye insana hakaret edilir mi? 

 Seversin sevmezsin, kızarsın kızmazsın ağza alınmayacak sözlerle bir siyasi kişiye hakaret edilir mi, ‘Tayyip düşmanlığı’ gibi bir siyasi figür düşmanlık şeklinde ortak payda olur mu?  

Kendi mukaddes/kutsal değerlerimizin, dinimizin eğitimimize girmesi, kültürümüzün dayanağının olması, hükûmetin bu meselelere öncelik tanıması, paganizme, nihilizme, oportünizme, kapitalizme, karşı duruş olarak yeni bir sistemi konuşmak, yazmak gayet tabii ve normal değil mi? 15 Temmuz’u bile derin devlet kalıntıları kullandı. AK Parti Genel Merkezine Binayı tamamen kaplayacak şekilde Atatürk afişi, portresi asıldı. Hiçbir alakasının olup olmadığı bile tartışılmadan kabullenildi, yerleştirildi. Bir kere bile uğradığı yerlerde her sene adeta “kutsama günleri” tertip edildi. Alıştırıla alıştırıla tepkisizlik, hassasiyetimizi kaybettirmeler yapılarak hayatımıza sokuldu/sokturuldu. Sol ve eyyamcı olanlar hiç olmazsa Atilla İlhan’ın Hangi Batı ile Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’nu okusunlar. Tek taraflı okumaya karşı iseler Sezai Karakoç ve Necip Fazıl’ı da okusunlar.  

Vahiy (Kur’an-ı Kerim, ayetler) Sünnet-i Seniyye (Hadis-i Şerifler ve Peygamberimizin yaşayışı) ile ilgili olanlarla birlikte siyasi yazılarıma da bakabilirler. Hiç okumadan, bakmadan, araştırmadan yazmaları çirkindir. Kafa yapılarının dışına çıkamadıkları açıktır.

Arşivde bütün yazılarım var. Yazılarımdan fikrî, ilmi, dinî olanlar kitaplaştırıldı. (Hayat Rehberi Peygamberimiz, Düşünce Yolculuğum, Cuma Düşüncelerim, Değirmenim Dönerken… Siyer Yayınları.) Öyle okumadan, araştırmadan hakaretle saldırmak yok. Okuyun, tanıyın, ondan sonra sözünüzü söyleyin. Gerek şahısları gerek mekânları gerekse belli gün ve zamanları ‘kutsama hastalığı’ndan kurtulmak gerekiyor. Dini, ilmî, sosyal, kamu, vb. hususlardan, uzamasın çarpıcı bir örnekle ve bitireyim. Hz. Ömer’in şu tevhidî duruşu önemli bir örnektir: Hz. Ömer, Peygamberimizin ashabından beyat aldığı ağaçtan, insanların yarar ve zarar umduğunu görünce kökten kestirmiştir. Ağaç, gelişigüzel bir ormanın ağacı değil, o ismi Fetih sûresinin 18. âyetinde söz konusu edilen ve tarihi öneme sahip olan bir ağaçtır. Buna rağmen Hz. Ömer, insanların onu kutsadığını görünce onun vasıtasıyla işlenebilecek günahların önüne geçmek için kestirmişti. Oğlu Abdullah da aynı faaliyeti devam ettirdi. Abdurrahman b. Avf’ın kabri üzerinde bir çadır görünce kaldırılmasını emretti ve şunu söyledi: “Çadırı bırakın, ameli onu gölgelendirsin.” İslâm “bana ne!” anlayışını reddederek toplumu gemiye benzetir. Gemide gedik açmak toplumu helake götürür. Yahudilik ve Hıristiyanlık ilahî öğretilerin dengesini bozan iki ucu temsil ederken, İslâm itidal anlamında gelen istikametten ibaret olup ifrat ve tefrit arasında dengeyi muhafaza eder. ‘Ölçü ve denge’ olmazsa olmazımızdır. İçi boşaltılmış bir dindarlık olmaz/olamaz. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak’tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara uymak yerine, birtakım keyfi yorumlar ve abartılı eylemlerle kendi inanç ve duruşlarını dinin sınırları dışına taşıyanlar, seküler çevrelerle birleşmekteler. Bir anlamda din dışı dindarlık iddia ve uygulamasında, esasen birbirine zıt olan bu iki grup adeta paydaş hale gelmektedir. Bir başka ifade ile seküler çevreler, “tanrıyı kamusal alandan uzaklaştırmak”, “peygamberi referans almamak” gibi düşünce ve tekliflerinde kendini açık eden “dine rağmen kendilerince bir hayat oluşturmak ve yaşamak” isterken, kimi dindar kişi ve çevreler de “dine uyma” yerine ‘dini kendi hayat tarzına uydurma’ peşine düşmekteler. Bu ilginç çelişki ve birliktelik, netice itibariyle dinin kendi esasları çerçevesinde yaşanma şansını ortadan kaldırmakta, Peygamberimiz tarafından belirlenmiş uygulama biçimleri dışında bir “dindarlık” anlayışı ve gösterisinin paylaşıldığı ve yerleştirildiği de ortadadır. 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.