Önce ayetlere bakalım. Allah ne buyuruyordu: “Biz her insanı sıkıntılara göğüs germek üzere yaratmışızdır. Ey insan, sen rabbine kavuşuncaya dek çalışıp didinmek durumundasın. İnsan için sa’yu gayretinden başka bir şey olamaz, onun bu gayreti görülecektir.”
Diğer yönden şöyle de buyuruyordu: “İnsan aceleci bir varlıktır. Ey insanlar! Siz peşin olanı istiyorsunuz, sonrakini bırakıyorsunuz. Dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa Ahiret daha iyi ve daha kalıcıdır.”
Dikkat edilirse bu ve benzeri ayetlerin hiçbirinde dünyayı terk edin anlamına gelecek bir ifade yoktur. Sadece kalıcılık, iyilik ve rahat açısından öbür dünya ile bir kıyaslama vardır. O halde her birine ederi kadar değer vermek aklın gereğidir. Ama asıl ve kalıcı olanı da ancak bu dünya ile ve bu dünyada kazanabilirsiniz. Onun için Allah şöyle de buyurmuştur: “servetinizi sefih insanlara bırakmayın, onu Allah sizin kıyamınız için yaratmıştır.”
Kıyam, ayağa kalkabilme ve ayakta durabilme demektir. Demek ki, sizi önce ayağa kaldıracak sonra da ayakta durmanızı sürdürecek olan şey dünyadır, dünyalıktır, mal ve servettir. Ancak şu ince noktayı da görmek gerekir; siz dünyayı esir alacaksınız, o sizi esir almayacak. Hem dünyayı başkalarına bırakmayacaksınız hem de kendinizi dünyaya bırakmayacaksınız, hedefiniz dünya olmayacak, dünyayı bir araç olarak göreceksiniz.
Resulullah’ın şu duası bu açıdan muhteşemdir: “Ya Rab! Bizi en büyük derdi dünya olanlardan ve ondan başka bir şey bilmeyenlerden eyleme.”
Dünya insanı alırsa dünyevileşme başlar. İlk bozulma Müslümanların dünya-ahiret dengesini kaybetmeleriyle başladı. Bunun diğer adı, dünyevileşme ve rahatına düşkün olmadır. Müslüman konformist olursa ikinci nesil çürümeye başlar. Bunu günümüzde de müşahede edebiliriz. Allah için canını bile feda etmeye hazır, her hal ve şartta dinini yaşayan Müslümanlarından öylelerini tanırız ki, bilahare para kazanınca cenneti dünyada yaşamaya başladılar ve heyecanları kaybolunca da bırakın başkalarını, kendi çocuklarıyla dahi ilgilenemediler, onları modern kültürün kucağına terk ettiler. Masa-Kasa-Nisa üçgenindeki sınavı kaybettiler. Dünyayı aldılar ama sonra heyecanlarını kaybettiler. Dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünya da ne ekersek ahirette onu biçeceğiz. Dünya-ahiret dengesi.
Gücün artışı hem iyilik hem kötülük imkânını artırır. Grafiği ise, insanın gönlü ve kafası çizer. İnsan evrendeki yerinin, hayat sınavında bir gün vereceği hesabın bilincinde değilse, niçin görevi benimsesin? Sonsuzluk coşkusuyla beslenmiyorsa kalbi, bencillik bir ahtapot gibi ruhunu kuşatmışsa insanı niçin sevsin? Saygıyı, sevgiyi, sırayı niçin bilsin? Sorumluluk ruhuyla ürpermiyorsa; arabayı sürerken, niçin dikkat kesilsin? Bir duygu, insanı içinden itmiyorsa, niçin fedakârlık yapsın? Niçin dürüst yaşasın? Hayatı boş, mânâsızsa, niçin sorumluluğunun idraki içinde olsun? Sağlam bir inançla beslenmiyorsa, itikadı bozuksa, dininin koyduğu ölçülere uymuyorsa, iç dünyası, kafa yapısı nasıl iyiye yönlendirsin? Şehvetin, kıskançlığın, hırsın pençelerine, bu zayıf haliyle insan nasıl dirensin? Bozulmuş, şerrin yuvası olmuş kalpte “erdem” nasıl barınsın? Parçalanan insan kendi özünün gerçeğini bu bölünüş içinde nasıl bulsun? Nasıl başını elleri arasına alıp, hayatının anlamlı muhasebesini yapsın? Nefsinin, arzu ve isteklerinin esaretinden kurtulamamışsa nasıl bir çıkış noktası bulsun?
Konan ilahi ölçülere uyma yerine kendi koyduğu ölçülere uyma insanı nereye götürür. “Dünyada sizden üstün olana bakmayın ki, gözünüzde Allah’ın nimeti küçülmesin” tavsiyesini düşünüp insanın özüne-ruhuna yabancı kalan her ilginin, bir boş çaba, çırpınış olduğu hatırınıza geldi mi? Bu şartlardan, maddi manevi çekilen sıkıntılardan kurtulmanın tek çaresi Allah ve Resulünün ölçüleriyle hareket etmektir. Hep İslâm ülkeleri örnek verilir. Olmayan İslâm ülkeleri! Dindar bilinenlerin yaptıkları yanlışlıkları dine mal edip dinden soğuma yerine Dinimizi, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i ve onun uygulayıcısı ‘iki ayaklı Kur’an’ olarak vasıflandırılan Peygamberimizi sahih kaynaklardan öğrenmeden, öğrendiklerimizle amel etmeden kurtulamayız. Eğer mümin olarak hayatımızda, ibadetlerimize rağmen, bir sıradanlaşma, heyecansızlık, olup bitenlere karşı duyarsızlık varsa o halde ilim (bilgi), amel (eylem) ve tefekkürde eksikliğimiz var demektir. Bunu gidermek için dijital işgalden kurtulmamız gerekiyor.
Eğer bir toplumun bütün kaygıları, endişeleri ve hedefleri dünya olmuşsa o toplumda krizler kaçınılmazdır. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Kimin bütün hedefi dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.” Eğer bir toplum siyasette, ekonomide, ailede, ahlakta, uluslararası ilişkilerde, sosyal hayatta Kur’an ve sünnetin emirlerini terk ederse krizler durmak bilmez, çünkü Rabbimiz buyuruyor ki: “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’ımdan) yüz çevirirse (hevasına/nefsine hoş gelene uyarsa), mutlaka ona dar bir geçim/sıkıntılı bir hayat vardır.” (Sadece ekonomik daralma değil, zaman ve mekân başta olmak üzere hayatın her alanındaki daralmayı ifade eder. Dünyada huzursuzluk, fakirlik korkusu, gönül darlığı ve psikolojik sıkıntı içinde bunalmaktır.) (20 Taha 124)
Ayrıca düşünelim. Bir toplum Allah’ın her türlü nimetine karşı nankörlük ederse, Allah’ın verdiği mal, makam, mevki, güç, kalabalık, sağlık, aile gibi nimetlere hakkıyla şükredip bütün bunları Allah yolunda kullanmazlarsa krizler kaçınılmazdır. Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki. “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” Amele/eyleme dönüşmeyen bir bilgi için Resulullah “faydasız ilimden Allah’a sığınırım” buyuruyor. Demek ki, insanda fiili bir değişiklik yapmayan bir bilgi sadece faydasız değil, aynı zamanda zararlıdır. Yani eylemsizlik akideye ve imana etki eder. Ayrıca yenilenme için müminlerin kardeşlerini uyarmaları da gerekir. “Müminler birbirlerinin velisidirler; iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar”. Demek ki, yenilenmenin yollarından biri, emr bilmaruftur. Bu yapılmazsa müminler sadece kardeşlerini uyarma görevlerini yapmamış olmakla kalmaz, kendileri de gittikçe duyarsızlaşırlar. Artık hiç kimse onları ilgilendirmez olur, bireyselleşirler, yani modern bir insan olurlar. Biz de her seferinde kendimizi Allah’ın huzuruna çekip getirebilir ve düşünerek kılma kalitesini sürekli yükseltebiliriz. “Sizin hayırlınız, ne ahireti için dünyayı terk edeniniz, ne de dünyası için ahireti terk edeninizdir. Aksine her birine gerektiği kadar değer vereninizdir. Sizin hayırlınız hanginiz, şerliniz hanginizdir söyleyeyim mi? Buyur, ey Allah’ın Resulü dediler. Sizin hayırlınız kendisinden hep hayır umulan ve şerrinden emin olunanızdır. Sizin şerliniz de kendisinden hayır umulmayan ve şerrinden emin olunmayanınızdır.”
(Devam edeceğim İnşallah)