Önceki yazımda merhum Erol GÜNGÖR hocamızın Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik kitabından bazı paragraflarını yazmıştım. Millî Eğitimin bugünkü hâlini görseydi kim bilir daha neler yazardı. 1975’lerde yazdığı yazılardı. Devam ediyorum.
Öğretmenin vazifesi öğrencideki kabiliyeti ortaya çıkarmak ve onun işlenmesine yardımcı olmaktır. Bunu yapabilmek için öğretmenin kabiliyetli ve kendi kültürüyle iyi yetişmiş olması şarttır.
Öğretmen kendine olmayan bir şeyi başkasına veremez. Eğer tahsili içinde bilgiyi şahsen araştırıp ortaya çıkarmanın ne demek olduğunu öğrenmemişse öğrenci karşısında sadece spikerlik hizmeti yapar. Spikerler başkasının hazırladığı metni kalabalığa aktarmaktan başka iş yapmazlar.
Öğretmen okulu bitirip mesleğe atıldıktan sonra değişmeleri, yenilikleri hiçbir suretle takip etmez. Taşra kasabalarında öğretmenlerin hayatı şehir kulübünün oyun masalarında geçmektedir. Onu, yeni kalmaya ne bir teşvik ne bir kontrol mekanizması mevcuttur. Öğretmen, eğitim sisteminin bir parçası olduğuna göre sistemin bütünü içinde bir yeri ve yönü vardır.
Öğretmeni değerlendirirken standartları ve değerleri göz önünde tutmak zorundayız. Türkiye’de milli eğitimin temel prensipleri ve hedefleri nelerdir? Nasıl bir insan tipinin veya tiplerinin yetişmesini istiyoruz? Eski eğitimin belli değerleri vardı. Bu eğitim, kıymet sistemi bakımından istikrarlı bir cemiyeti temsil ediyordu.
Dogmatik düşüncenin modern örnekleri olan birtakım doktrinlerin kolayca yerleşmesine yol açmıştır. Hür düşünce denilince öbürüne isyan etmek anlaşılmaktadır. En tartışmalı konu milli eğitim kavramının ifade ettiği değerlerin neler olduğudur. Türk milletine verilen eğitimle onun milli değerlerini mi geliştireceğiz, yoksa ona yeni bir değer sistemi mi aşılayacağız, yoksa her ikisinin bir karışımını mı düşünüyoruz? Sık sık hükümet politikalarına göre yön değiştirildiğine şahit oluyoruz.
Bütün okullardan Türk büyüklerinin resimlerini ve Türk tarihine ait levhaları kaldıran bakanlar bile görülmüştür. Bir ülkede milli eğitimin esasları bir devlet politikası halinde tespit edilmedikçe öğretmen karanlık orman içinde yol bulmaya çalışan bir insan olmaktan kurtulamayacaktır. Yabancı dille tedrisat yapan okullara giriş imtihanlarında ilk okul mezunu çocuklara sorulan soruları öğretilen şeyleri inceleyenler Türkiye’de büyük bir facianın cereyan ettiğini kolayca görebilirler.
Bir parça çocuk psikolojisi bilenler çocuklarımıza resmen zulüm yaptığımızı kabul edeceklerdir. Büyük kısmının üniversite giriş imtihanlarındaki sorularla aynı. Yabancı dilli okullara en iyi hazırlayan ilk okulların hangileri olduğu bellidir. Şöhret kazanmışlardır.
İlkokul çocuğu yetişkin insanın küçültülmüş şekli değildir. İlk okul çağındaki çocuğun zihninin yapısı, işleyiş tarzı yetişkinlerdekinden farklıdır. Bu çağdaki çocuğa yetişkinlere öğrettiğiniz bilgilerin öğretilmesiyle çocuk bakımından sağlanacak hiçbir fayda yoktur. Tersine böyle bir manasız yükleme çocuğun zihin gelişmesini boşuna boşuna engelleyebilir.
Çocuğun ilk okul çağında ihtiyacı sayfalar dolusu bilgi değildir. O bilgileri alabilecek ve hazmedebilecek bir zihin olgunluğuna erişmektir. Zamanında öğrenmek lazım. Fazla bilgi vermekten ziyade zihni kavrayacak seviyeye getirmek. Çocuk zihninin dayandığı prensipler arasında bir uygunluk sağlamakla olur.
Kısacası ilk okul eğitimi ana okulundaki eğitimin daha disiplinli bir uzantısından ibaret olmalıdır. Beş yıllık (şimdi 4 yıl) öğretimin gayesi o beş yılın sonunda çocukta belli birtakım bilgilerin bulunmasını sağlamaksa çocuk beş yıl sonra onları bir çırpıda öğrenebileceğine göre beş yıl müddetle onun kafasını doldurmak için sarfedilen gayretler masum çocuğa zulmetmekten başka mana ifade etmez.
Çevresini tanıması yeter. O halde ilkokulda ne verirsek kardır diye düşünenler ne kadar iyi niyetle hareket ederlerse etsinler elleri boş çıkar. İyi niyet insan tabiatını değiştiremez.
Milli tarih şuuru, basit bir tarih bilgisinden ibaret değildir. Şuur kelimesi, bilgi ile birlikte ve belki ondan daha çok duygu manasında anlaşılmalıdır. Kendi geçmişimiz nasıl bizim şahsiyetimizin temelini teşkil ediyorsa, milletimizin geçmişi de milletimizle birlikte hepimizin malıdır.
Halbuki Türk milleti için asıl tarih, yani eserleriyle ve hatıralarıyla canlı bir şekilde yaşayan tarih Osmanlı Tarihi idi. Türkiye’nin bugünkü problemi modern teknolojinin en kısa zamanda en az paha ile nasıl aktarılacağıdır. Çünkü bizim bugünkü sosyal ve kültürel sıkıntılarımızın, çöküntülerimizin hiçbiri de modern teknolojinin girişinden dolayı meydana gelmiş değildir. Tersine, modern teknoloji gelmediği halde, milli kültürden pek çok şey gidebilmiştir.
Bugün yapılacak iş, Türkiye’de sağlam bir milli kültür kurmanın yollarını araştırmaktır. Batı bu derece yakın ve kesif bir münasebete giriştikten sonra, oradan istenilen şeylerle birlikte istenmeyenlerin de gelmesi kadar tabii bir şey olamaz. Üstelik nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu kararlaştırmaya kalkmak, ister istemez dahi antidemokratik bulunuyor. Önemli olan, yerli kültürün bunlarla kolayca yer değiştirecek şekilde zayıf kalmasını önlemektir.
Batı medeniyetini almak ve benimsemek isteyen bütün ülkelerin ortak özellikleri, kültürlerinin henüz böyle bir medeniyetten gelecek bozucu tesirlere direnecek kadar sağlam olmayışıdır. Türkiye’ye gelince onun asıl talihsizliği bu medeniyet alışverişinde kendi milli kültürünün dıştan ziyade içten tahribata uğraması, böylece batılılaşmanın bozucu tesirlerine tamamen açık bir hale getirilmesidir.
Türkiye’de bugün hâlâ bağımsız bir kültür şahsiyetinden söz ediliyorsa, bunu bizim eski kültürümüzün her türlü hoyratlık karşısında hala direnecek kadar kuvvetli olmasına borçluyuz. Fakat bu direnen kültüre bir hamle gücü kazandırılmazsa, daha fazla ayakta kalmasını bekleyemeyiz.