Hiç gündemden düşmeyen meselemiz; ülkenin bölünmezliği birliği, devletin bölünmezliği ve birliğidir. Milletin birliği ve bütünlüğü güçlü olacaktır ki; ülkenin ve devletin birliği ve bütünlüğü korunabilsin. Esas olan, asıl olan, milletin birliği ve bütünlüğüdür. Asıl ihmal edilen, millet, milleti millet yapan değerlerdir. Milleti millet yapan değerlere önem birinci sırada olmalı. Din olmazsa, devlet de milletin birlik ve beraberliği de olmaz. Sonradan Müslüman olan entelektüel Roger Garaudy diyor ki:
‘Bir halkın millet ve hakiki devlet olabilmesi için büyük bir dine iman etmesi ve o dinin şartları içinde yaşaması şarttır. Milletin ebedîliği dinin azametine ve devlet/millet tarafından benimsenmesine bağlıdır.’
Bu millet, İslâmi esaslar içinde kalarak insanların ırkları, dilleri, renkleri ne olursa olsun adaletten ayrılmadığı, ‘emri bil maruf, nehyi anil münker’ yaptığı, ırkçılığa hiç ülfet etmediği müddetçe yelkenlerimizi İslâm rüzgârıyla aziz devleti ve milleti bina etmeye muvaffak olmuşuz. Elhamdülillah… Son yaşanan esir değişiminde yaşanılan/yaşatılanlar; bütün dünyaya İslâm’ın nasıl bir din, onu yaşayanların nasıl insanlar olduklarını göstermişlerdir. Sadece ilim ve fikir adamları değil, insani, vicdani tarafını kaybetmeyenler, Kur’an-ı Kerimi ve Peygamberimizi bilme ve tanıma gayreti göstererek hidayete kavuşmuşlardır. Tarih yapan, tarih yazan milletimizdir. Buna mâni olan devletlerin aldığı ve uyguladığı kararlar da Osmanlı’yı durdurmakla olmuştur. Baş rolü de İngilizler, Yahudiler ve yanlarındaki Fransızlar, İtalyanlarla Osmanlı’yı paylaşmışlardır. Yerine kurdurdukları Cumhuriyetle de Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’yi fiilen işgal edememiş ama zihnen, fikren işgal etmişlerdir. Yaptırdıkları inkılaplar ve yaptırdıkları Lozan’la da Batı uşaklığına razı etmişlerdir. Yaptıkları zulümleri, canilikleri, katliamları da kullandıkları, istismar ettikleri insan hakları, demokrasi, hukuk, vs. ile de örtmüşlerdir.
Biz Cumhuriyetle beraber kurulan bir devlet değiliz. Kuran da tek lider, tek önder değil. Şahıslar putlaştırılmadan, yapılanlar tenkit süzgecinden geçirilmeden, din/dil ve tarih şuuru verilmeden kendi kültürümüzü bilemeyiz/öğrenemeyiz/öğretemeyiz. Bu ülkede yaşayıp, bu vatan topraklarında büyüyüp, bu milletin evladı iken, vatan, millet, devlet düşmanlarıyla beraber olamayız/olmamalıyız. Zulümleri, katliamları, ‘Batı uygarlığı’ adı altında yutturulan emperyalist zalim devletlerin uşağı gibi hareket edildi. Eğitim sistemimiz kanalıyla.
Vahşetin, katliamın, barbarlığın adı ‘çağdaş uygarlık’ diye yutturuldu. Önce kendimiz olmak-kendimize dönmek-kendimiz kalmak! İslâm ile. Bilerek, yaşayarak, yaşatarak.
Milletin, ümmetin, insanlığın ümidi biziz. Biz millet olarak insanın haysiyetini, şerefini korumakla mesul ve mükellefiz. Batı korkuyor. Tarihin hakiki olarak yazılmasından, medenilik/uygarlık adı altında yaptıkları vahşetin bilinip öğrenilmesinden korkuyor.
Milletleri, toplumları, ümmetleri, insanları ve insanlığı biz yaşatırız. İnsanlık, Batı’nın gücüne maruz kaldı. Gücün ahlakı, ahlakın gücünün yerini aldı. Mukaddesliğin, kutsiyetin, kaynağı ve aslî konusu; sadece imandır, dindir, İslâm’dır. Buradaki hassas sınır şudur: Vasıtaları gaye yerine koymayacağız. İnsan hakları, demokrasi, özgürlük benzeri kavramlar, hiçbir zaman esas olmaz. Onlar, esasa muhtaçtır. Yaşama beraberlikleri, paylaşmalar “din” mayası ile kıvamlanmalıdır. Yahya Kemal’in dediği gibi ‘milletlerin mayası kan değil, dindir.’ Batı’da da öyledir. Ateizmden başka hiçbir düşünce bu hakikati inkâr edemez.
İslam, temeli, çekirdeği iman olan insanlığın medeniyeti, hakikatin medeniyetidir. Bir medeniyet olarak, İslam’ın tarihi-sosyolojik, sosyo-kültürel yapısı, toplumun ruhuna işlemiştir. Dinimizi yaşayalım. Dinimize uyalım, dinimizi kendimize uydurmayalım. İslam’a teslim olalım ve onu en güzel (üsveyi hasene) ile temsil edelim. Peygamberimizi hayatın dışına çekmeyelim. O’nun sahte kutsallarla savaştığını, putları yıktığını unutmayalım. Oryantalistlerle, sekülerleşme ile, paganizmle, putlaşmalarla, sahte kutsallarla mücadele, Peygamberimizin izini sürmektir. Bu izi sürme yolculuğu başlamıştır. Geç de olsa.
Tarih, bir ibretler aynasıdır. Bugün, hâlâ benzer sancılar içindeyiz. O aynaya bakınca kaderimizi de, çehreleri de tanımakta zorluk çekmeyiz. Bir kültür erozyonu, küreselleşme adı altında bir kültür yozlaşması içindeyiz. Bizim bir millî-manevi zâfiyet meselemiz vardır.
Bu milletin sosyal dokusunun hiçbir bünyesi ile bağdaşmaz ‘Laiklik’ dayatması bu milletin ‘iman yüreği’ni hançerlemektir. Dine toplumsal hayatın kapılarını (laiklik, demokrasi, vs. toplumsal hangi isim altında olursa olsun) kapatırsanız dinin zayıflaması devlet için tehlikedir. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. Siyaset bir araçtır. Onu amaç edinmemek şartıyla, insanın kendi amacı için kullanması zorunluluğu vardır. Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, ‘olan’a kendini uydurmak, elbet tasvip edilir bir davranış olamaz. Batı’nın kavramlarıyla, onlara ait değerlerle biz düşünemeyiz. Hiç kimse başkasının ağzıyla yemek yiyemez. Ülkemize, milletimize, devletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimizdir.
Türkiye’nin yaratıcı ruhunun da kurucu iradesinin de kaynağı İslâm’dır. Türkiye’nin yok olması, dünyanın ruhunu yitirmesidir. Çünkü Türkiye dünyanın ruhu, mazlumların umudu, zalimlerin kâbusudur.