ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Tarihimizi tek adam-tek kahraman anlayışından kurtaralım!

Şeyh Said’in idamı münasebetiyle yapılan konuşmalar, doğruyu söyleyen milletvekilinin istifa ettirilip gerçekleri söylemesine tahammülsüzlük beni “mâzi-hâl-istikbal” köprüsünden geçmeye mecbur etti. Buyurun beraber tarihi hakikatlere göz atalım.  Cumhuriyet tarihini, İstiklâl Harbi öncesini, sonrasını, son dönemi (yapılan/yaptırılan inkılapları) ilmi, objektif, peşin hükümsüz öğrenmeden, bilmeden yakın tarihten bahsedilemez. Ümmeti başsız bırakan hilafetin kaldırılması. Erzurum Kongresini, Kâzım Karabekir Paşanın emrine girmeye gelen M. Kemal’in, Kâzım Karabekir Paşa’nın kendisine selam çakmasıyla komutan olduğu, en büyük kahramanlardan olan, Kâzım Karabekir Paşanın İstiklal Mahkemeleri’nde idamla yargılanması, yazdığı ‘İstiklal Harbimiz’ kitabının nasıl toplattırılıp yaktırıldığı, Ali Şükrü Bey’in nasıl öldürtüldüğü, öldüren Topal Osman’ın konuşmaması için vurdurtulduğu. Hiç mi düşünülmeyecek? Hiçbir önemli harbin (hele İstiklal Harbi gibi) tek adamla kazanılmadığı/kazanılmayacağı, tek parti/tek şef dönemi seviyeli, kaliteli adamlara yakışır şekilde konuşulup tartışılamaz mı?     23 Nisan 1920’de Kur’an-ı Kerim’lerle, dualarla Cuma günü açılan meclis, bu birinci meclisin kapatılıp, ‘emir kulları’dan ibaret ikinci meclisin açılması, sonrasında başlayan bazı inkılapların verdiği zararlara hiç değinilmeyecek mi?    1932’de Süleymaniye camiinde smokinle hutbe okutulmasını, sarıksız, cübbesiz, fraklı, Cuma hutbesi. Namazlarda Fatiha’nın meallerle okunması. Dinde reform/Türkçe ibadet meselesi, dine uyma yerine dini kendi görüşüne uydurmaların yanlışlığı konuşulmasın mı? Cenaze namazı kıldıracak adam bırakmayan, İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya’yı camilikten çıkarıp müzeye çeviren, ezanı yasaklayan, hafıza kaybına sebep olan harf inkılabını yapan/yaptıran, kadınımızın hürriyete kavuşturulması adı altında iffet ve hayâ perdesinden sıyrılıp teşhir metaı haline getirilmesine varıncaya kadar yapılanlar, yaptıranlar (saklansa bile) bilinmeyecek mi?    Mutedil ve müstakim olmak zorundayız. Sizi vicdana, insafa, âdalete, her türlü zulme karşı olmaya dâvet ederken çok mu şey istiyorum?  Ezberlediğiniz ve ezberlettiğiniz sloganları bırakmadan da bunları (belki) yapabilirsiniz! Denemeye değmez mi?   Kemalizm bu milletin içinden büyük bir kesimi başkalaştırmış ve dini, dili, hayat tarzı ile başka bir kavim haline getirmiştir. Mustafa Kemal’in her dediği doğru, her tesbit ve teşhisi tartışılmaz, kabul edilir. Kahramanları ve hainleri o belirler. Böyle bir yapı milletvekilini dahi bu yüzden istifa ettiriyor. 1923’te değil 2023’te yapılıyor. Gerçek tarih sahte tarih ile yüzleşmeli. Bu yapılmadığı müddetçe iflah olmayız.    Biz tarihteki en büyük devlet ve medeniyet tecrübelerinin sahibi olan bir milletin çocuklarıyız. Bu çağı bizden başkası yorumlayamaz, değerlendiremez. Batı’nın gözünde Doğu’lusun, Müslümansın, dünün Osmanlı’sısın. Seni kabullenmez. Batı; senin Batılı olamayacağını, sadece kendinden uzaklaşacağını, bir gün bunun tersinin de olabileceğini bilir. Yanlışları ağır ifadelerle konuşan Bahçeli, üniversite çevresinden geldiğine göre resmî, uydurulan tarih şablonundan çıkmalı.  Şeyh Said isyanında koparılan konuşmalara cevap niteliğindeki şu mesajla bitireyim: “Tek gayesi İslam olan, şeriat-i garra için ayağa kalkan Şeyh Said’dir. Madem Şeyh Said hain, İstiklal mahkemesi tutanaklarını neden açmıyorsunuz? Dönemin başbakanı İsmet İnönü bile isyanın İslami olduğunu, İngilizlerle bir bağlantısı bulunmadığını söylemesine rağmen Kemalist resmi tarih kitaplara ve kayıtlara Kürt isyanı olarak geçirmiştir. Halbuki Şeyh Said’i yargılayan mahkeme üyelerinden Mazhar Lütfi Kansu, Şeyh Said’in mahkemede Kürt kelimesini hiç kullanmadığını söylemiştir. Zaten yargılama o kadar haksız yapılmıştır ki, sanıkların avukat tutmasına dahi izin verilmemiştir.  Türkçe bilmeyen sanıklar kendi müdafaalarını Kürtçe ve Arapça yapmak zorunda bırakılmış, Mahkeme heyeti anlamadığı için de varsayımla karar vermiştir. Hatta mahkeme heyeti üyelerinden Avni Doğan, Türkçe bilmeyen çok genç bir tutuklunun kendisini savunamadığı için iddialara itiraz edemediğinden dolayı idam edildiğini söyler. 81 sanıktan Şeyh Said ile birlikte 47’sine idam cezası verildi. Ancak daha hüküm açıklanmadan günler öncesinde Darkapı’da 47 idam sehpası hazırlanmıştı. Şeyh Said hücrede iken idam edileceği kendisine bildirilince namaz kılmak istediğini söyler. Namaz bittikten sonra Akşam gazetesi muhabirinin ne hissediyorsun sorusuna “idamım için bana acıma. Zira idamım Allah ve din içindir” demiştir.  İdam sehpasına gelirken başı dimdik gelir. Başına urgan geçirildiğinde dönemin Diyarbakır valisi Mürsel Bey ve mahkeme heyeti üyesi Saib Bey’e son sözü, “Mahşerde hesaplaşacağız” olur.   
Ekleme Tarihi: 23 Aralık 2023 - Cumartesi

Tarihimizi tek adam-tek kahraman anlayışından kurtaralım!

Şeyh Said’in idamı münasebetiyle yapılan konuşmalar, doğruyu söyleyen milletvekilinin istifa ettirilip gerçekleri söylemesine tahammülsüzlük beni “mâzi-hâl-istikbal” köprüsünden geçmeye mecbur etti. Buyurun beraber tarihi hakikatlere göz atalım. 

Cumhuriyet tarihini, İstiklâl Harbi öncesini, sonrasını, son dönemi (yapılan/yaptırılan inkılapları) ilmi, objektif, peşin hükümsüz öğrenmeden, bilmeden yakın tarihten bahsedilemez. Ümmeti başsız bırakan hilafetin kaldırılması. Erzurum Kongresini, Kâzım Karabekir Paşanın emrine girmeye gelen M. Kemal’in, Kâzım Karabekir Paşa’nın kendisine selam çakmasıyla komutan olduğu, en büyük kahramanlardan olan, Kâzım Karabekir Paşanın İstiklal Mahkemeleri’nde idamla yargılanması, yazdığı ‘İstiklal Harbimiz’ kitabının nasıl toplattırılıp yaktırıldığı, Ali Şükrü Bey’in nasıl öldürtüldüğü, öldüren Topal Osman’ın konuşmaması için vurdurtulduğu. Hiç mi düşünülmeyecek? Hiçbir önemli harbin (hele İstiklal Harbi gibi) tek adamla kazanılmadığı/kazanılmayacağı, tek parti/tek şef dönemi seviyeli, kaliteli adamlara yakışır şekilde konuşulup tartışılamaz mı?    

23 Nisan 1920’de Kur’an-ı Kerim’lerle, dualarla Cuma günü açılan meclis, bu birinci meclisin kapatılıp, ‘emir kulları’dan ibaret ikinci meclisin açılması, sonrasında başlayan bazı inkılapların verdiği zararlara hiç değinilmeyecek mi?   

1932’de Süleymaniye camiinde smokinle hutbe okutulmasını, sarıksız, cübbesiz, fraklı, Cuma hutbesi. Namazlarda Fatiha’nın meallerle okunması. Dinde reform/Türkçe ibadet meselesi, dine uyma yerine dini kendi görüşüne uydurmaların yanlışlığı konuşulmasın mı? Cenaze namazı kıldıracak adam bırakmayan, İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya’yı camilikten çıkarıp müzeye çeviren, ezanı yasaklayan, hafıza kaybına sebep olan harf inkılabını yapan/yaptıran, kadınımızın hürriyete kavuşturulması adı altında iffet ve hayâ perdesinden sıyrılıp teşhir metaı haline getirilmesine varıncaya kadar yapılanlar, yaptıranlar (saklansa bile) bilinmeyecek mi?   

Mutedil ve müstakim olmak zorundayız. Sizi vicdana, insafa, âdalete, her türlü zulme karşı olmaya dâvet ederken çok mu şey istiyorum? 

Ezberlediğiniz ve ezberlettiğiniz sloganları bırakmadan da bunları (belki) yapabilirsiniz! Denemeye değmez mi?  

Kemalizm bu milletin içinden büyük bir kesimi başkalaştırmış ve dini, dili, hayat tarzı ile başka bir kavim haline getirmiştir. Mustafa Kemal’in her dediği doğru, her tesbit ve teşhisi tartışılmaz, kabul edilir. Kahramanları ve hainleri o belirler. Böyle bir yapı milletvekilini dahi bu yüzden istifa ettiriyor. 1923’te değil 2023’te yapılıyor. Gerçek tarih sahte tarih ile yüzleşmeli. Bu yapılmadığı müddetçe iflah olmayız.   

Biz tarihteki en büyük devlet ve medeniyet tecrübelerinin sahibi olan bir milletin çocuklarıyız. Bu çağı bizden başkası yorumlayamaz, değerlendiremez. Batı’nın gözünde Doğu’lusun, Müslümansın, dünün Osmanlı’sısın. Seni kabullenmez. Batı; senin Batılı olamayacağını, sadece kendinden uzaklaşacağını, bir gün bunun tersinin de olabileceğini bilir. Yanlışları ağır ifadelerle konuşan Bahçeli, üniversite çevresinden geldiğine göre resmî, uydurulan tarih şablonundan çıkmalı. 

Şeyh Said isyanında koparılan konuşmalara cevap niteliğindeki şu mesajla bitireyim: “Tek gayesi İslam olan, şeriat-i garra için ayağa kalkan Şeyh Said’dir. Madem Şeyh Said hain, İstiklal mahkemesi tutanaklarını neden açmıyorsunuz? Dönemin başbakanı İsmet İnönü bile isyanın İslami olduğunu, İngilizlerle bir bağlantısı bulunmadığını söylemesine rağmen Kemalist resmi tarih kitaplara ve kayıtlara Kürt isyanı olarak geçirmiştir. Halbuki Şeyh Said’i yargılayan mahkeme üyelerinden Mazhar Lütfi Kansu, Şeyh Said’in mahkemede Kürt kelimesini hiç kullanmadığını söylemiştir. Zaten yargılama o kadar haksız yapılmıştır ki, sanıkların avukat tutmasına dahi izin verilmemiştir. 

Türkçe bilmeyen sanıklar kendi müdafaalarını Kürtçe ve Arapça yapmak zorunda bırakılmış, Mahkeme heyeti anlamadığı için de varsayımla karar vermiştir. Hatta mahkeme heyeti üyelerinden Avni Doğan, Türkçe bilmeyen çok genç bir tutuklunun kendisini savunamadığı için iddialara itiraz edemediğinden dolayı idam edildiğini söyler. 81 sanıktan Şeyh Said ile birlikte 47’sine idam cezası verildi. Ancak daha hüküm açıklanmadan günler öncesinde Darkapı’da 47 idam sehpası hazırlanmıştı. Şeyh Said hücrede iken idam edileceği kendisine bildirilince namaz kılmak istediğini söyler. Namaz bittikten sonra Akşam gazetesi muhabirinin ne hissediyorsun sorusuna “idamım için bana acıma. Zira idamım Allah ve din içindir” demiştir. 

İdam sehpasına gelirken başı dimdik gelir. Başına urgan geçirildiğinde dönemin Diyarbakır valisi Mürsel Bey ve mahkeme heyeti üyesi Saib Bey’e son sözü, “Mahşerde hesaplaşacağız” olur.   

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.