Ramazan’ın Kurân ayı olduğunu kabul etmekle beraber ona karşı tavrımızı bir türlü netleştiremiyoruz. Hâlâ şöyle sorulara muhatap olabiliyoruz: Mukabele dinlerken hatim yapmış olur muyum? Kurân okumasını bilmiyorum, her satıra bir İhlas okusam hatim etmiş olur muyum? Oysa ‘hatim’ diye bir ibadet yok. Hatmetmek, hitamına ermek yani bitirmek demek. Kurân-ı Kerim’i sürekli okursunuz, sonuna ulaşır ve baştan yeniden okumaya başlarsınız. Kur’an-ı Kerim’in söylediklerini öğrenip hayatınızda uygulamak için okumamız gerekiyor. Bununla birlikte Allah’ın kelamının okunması bile bir ibadettir. Anlamadan okumanın hiçbir faydası olmaz gibi sözler de doğru değildir. Resulullah Efendimiz “Kur’an okuyana onun her harfine karşılık on sevap verilir. Kurân-ı Kerim okumak da sadece mukabeleye indirgenmemeli. Ramazan ayı; iyilik yarışı, sabır ve nefs eğitimidir.
Vahyin yani Kurân-ı Kerim’in yanlışsız uygulanmasına da Sünnet diyoruz. Sünnet vahyin, Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş halidir. Sünnet dinin bütününü ifade eder. Din Allah’ın gönderdiği vahiydir. Yani aslı itibariyle dinin tek kaynağı vardır o da Allah’tır. Resulullah’ın görevi ise onu olduğu gibi uygulamaktır. Bu onun peygamberlik özelliği sebebiyledir. Din Hz. Âdem’den Resulullah Muhammed aleyhisselama hiç değişmeden gelen iman esasları bütünüdür ve “Allah katında din İslam’dır”. Bu esaslar hep aynı kalmıştır yani sabitedir, ancak doğru anlaşılmaları da belli özellikleri ve belli bir çabayı gerektirir.
Orucun en önemli yaptırımlarından biri nefsimizin arzularını gemlemeyi öğrenerek ahlakımızı eğitmemizdir. Bir Kur’an kavramı olan nefis tezkiyesi, yani arzuları kötü isteklerinden kurtarıp arındırma, kısaca Müslümanlaştırma, yemekle yakından ilişkilidir. Allah için aç kalma insanın ruhuyla alakasını geliştirir. Meleklerin yiyip içmemeleri melek olmalarının önemli bir özelliğidir. İnsan da sayılı günlerde de olsa, yiyip içmesini kontrol ederek meleklik özellikleri kazanabilir. Yiyip içme, hayvanlarda da bulunan şehvet yani arzu ve iştiha gücüyle alakalıdır. İnsan bu gücünü meşru ölçülerde kontrol edemezse hayvanlaşır. Kontrol ederse melekleşir ve Allah’a yaklaşır. İnsanda şehvet/arzu gücü dışındaki diğer temel güçler akıl gücü ve öfke gücüdür. İnsanın bütün görevi bu üç temel gücünü dengede tutup itidali yani adaleti sağlamaktır. O zaman önce insan olur, sonra melekliğe doğru yükselir. Şu anlamdaki hadisi şerifi duymayanımız yoktur:
“Ramazan gelince cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincirlere vurulur…” Duyarız fakat bunun ne anlama geldiği konusunda düşünme ihtiyacı duymayız. Öyle ya, mademki Ramazan’da şeytanlar bağlanıyor o halde hiçbir kötülüğün olmaması gerekmez mi? Alimler bu hadisi şerifi şöyle açıklıyor:
“Ramazan’da cennet kapılarının açılması, cennete götürecek amellerin çoğalması ve bir de Ramazan sebebiyle bu amellere, diğer zamanlara nispetle kat kat ecir verileceği için cennete girmenin çok daha kolay hale gelmesi demektir. Cehennem kapılarının kapanması da Ramazan’da günahların azalması sebebiyle o kapılardan girenlerin azalması demektir, kimse girmeyince kapılar adeta kapanmış olur. Şeytanların zincirlere vurulması ise Ramazan’da müminlerin dua, yardım ve ibadetle daha çok meşgul olmaları sebebiyle şeytanların onlara vesvese vermede zorlanmalarını anlatır, sanki kulun bu yaptığı güzel ameller şeytan için birer zincir hükmünde olur.
Oruç İslam’ın, yani Hz. Adem’den Resulullah’a kadar gönderilen tek dinin temel ibadetlerden biridir ve Kurân-ı Kerim ifadesiyle gayesi kulun onun sayesinde ‘takvalı olmasıdır’. Takva kelime anlamıyla tehlikeli şeylerden bir siperle korunma demektir. En tehlikeli şey ebedi cehennemdir. Orucun sağlığa faydalarını da hesaba katarsak, demek ki takva hastalıklardan korunmayı da anlatıyor olabilir. Ama oruç bir ibadet olarak bu yan faydaları için değil, Allah için tutulur. Takvanın terim olarak anlamı ise; Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek suretiyle kötü akıbetten korunmadır.
Ramazan’ın Kur’an ayı olduğunu herkes duyuyor, biliyor. O halde onu gerçekten Kur’an ayı yapmak gerekir. Elbette Kurân-ı Kerim’in okunması da buna dahildir ama onu okumanın önemli olması, okurken ne dediğini öğrenip öğrendiklerini yapma fırsatı verdiği içindir. Belli sureleri, ya da ayetleri anlamıyla birlikte ezberlemeyi görev edinen din kardeşlerimiz bu ayı iyi değerlendirenlerden. Bu sevindirici ve güzel bir gelişme. Kurân-ı Kerim’i anlayıp yaşamak için çok daha faydalı teknikler de bulunabilir.
Kurân-ı Kerim ayı olması yanında Ramazan’ın en önemli faydalarından biri de sabır eğitimi vermesi, sabır ayı olmasıdır. Kurân-ı Kerim’de sabırla ilgili bunca ayeti kerime varken, Allah sabretmemizi istiyor, hadi sabredelim deyip sabrettiğimiz hususlar var mıdır? “Allah sabredenlerle beraberdir”, “Allah sabredenleri sever”, “Sabredenlere ancak, ücretleri eksiksiz ve hesapsız verilir” gibi onlarca ayeti kerime bize neyi hatırlatır? Kendi hesabıma ben bu emri bir ibadet olarak özellikle yerine getirdiğimi söyleyemem. Ama gayret ediyorum. Sabır okumakla yazmakla değil, yaşamakla olur. Sabır, tahammül, dayanma ve direnme demektir. Sabır konularını genellikle üçe ayırırlar: 1.Yapılacak işleri yapmayı sürdürmedeki direnç, 2.Yapılmayacak şeyleri yapmamadaki direnç, 3.Başa gelen bela ve musibetlere rıza ve tahammül. “Oruç sabrın yarısıdır”, sabır da imanın yarısıdır.
Ramazan’ı, hatalarımızı gözden geçirme mevsimi olarak da değerlendirebiliriz. Yemede içmede, ibadetlerde, insani ilişkilerde yaptığımız hataları gözden geçirip, en azından bir kısmını artık bırakabiliriz. Alışmamız gereken şeylerin belki de en önemlisi, ihtiyacı olan kardeşlerimizle ilgilenmektir. Ramazan’da yapılan iyiliklerin ecrinin katlanarak veriliyor olması da belki bunu teşvik içindir. Şu anda hep beraber söz ve karar vermeliyiz; bu Ramazan’da bazı kardeşlerimizin imdadına yetişmeliyiz. Resulullah’ın en cömert olduğu ay Ramazan’dı. (Devam edeceğim İnşallah.)