Dini şuur ve hassasiyetin zayıflayıp örselendiği toplumlarda müşahede edilen ahlaki çöküşün, bireysel ve toplumsal sorumlulukların unutulduğu günlerdeyiz. Vasıtaların gâye, gayenin vasıta olduğu günler. Dünyevi ve uhrevi sorumlulukların âcilen ihya edilmesi gereken günler. İyiliklerin, güzelliklerin, yardımlaşmanın yayılmasıyla seküler düşüncelerin toplumda oluşturduğu ağır tahribatı gidermemiz gereken günler…
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın sevgisini, rızasını, rahmetini, mağfiretini kazanmaya çalış” buyurulmuştur. Bütün gerçek sevgileri, Allah sevgisi (muhabbetullah) halis kılar. Allah sevgisi olmazsa, diğer sevgilerin doğru-dürüst yaşanması, yaşatılması, anlamlı hale gelmesi mümkün değildir. Temel, sabit değerlerimizdir. Fikir ve düşünceden ziyade, olaylar konuşulduğu için konuşulanlar; tefekkür meseleleri değil, basit günlük olaylardır. Değer ölçülerine ve hükümlerine bağlılık samimiyeti kalktığı için, tefekkürün ve uzlaşmanın yolları tıkanır, nefsani iddialaşmanın ve kavgaların ilkel hırçınlıkları yaşanır. Şahıslarla değil; fikirlerle-düşüncelerle uğraşarak, nefsaniyete açılan kapıları kapatalım. Sevgi-saygı, şefkat ve merhamet duygularıyla bezenmeyen her sosyal münasebet, toplumun bir tarafını mutlaka sızlatacak, acıtacak, kanatacaktır. Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Hatasız tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu unutmadan okuyalım, düşünelim, dikkat ve hassasiyetimizi kaybetmeyelim. Ülkemizin, milletimizin, ümmetin ve insanlığın; siyasi, sosyal, itikadî, ahlaki, ekonomik meselelerine ilgi duyan, bunları önemseyen Mümin Kimliğimiz ve şahsiyetimizle aidiyetimizle çözelim, çözülmeyelim. Her zaman söylediğim, yazdığım iddialı bir ifadem var. “Dinimizi bilelim, yaşayalım, yaşatalım. İçinde bulunduğumuz problemler, sıkıntılar, üzücü hadiseler, keşmekeş ve hercümerç içindeki insanımız da toplumumuz da kurtulur.” Malcolm X’sin kişiliğinde gördüğümüz “hakikate teslim olma” özelliği, hakikati bir defa yakalayınca onun gereklerini sonuna kadar götürme, bu yolda yılgınlığa düşmeme özelliği. Diğer husus da topluma yanlışlar aşılanınca o yanlıştan kolay dönülemeyeceği gerçeği. İslam’ın hakikatiyle karşılaşınca, o andan sonraki hayatını bütünüyle İslâm’a göre düzenler. İçinde bulunduğu kâfir düzenin hiçbir değer yargısını kaale almadan Müslümanca yaşar. Kendi bireyselliği içinde inanılmaz bir inkılap gerçekleştirir. Bugünkü Müslümanların durumu, sanki Malcolm X’in hacca gitmeden önceki hayatını yaşar gibidir. Yeniden Müslüman olmanın, imanımızı gözden geçirmemizin gereğini söylerken Malcolm X örneğine dikkatle bakmalıyız. İslâmi sandığımız, aslında İslâm dışı olan hususların cesaretle reddedilebilmesi için. Sahabe çocuğa “Amentü billahi ve kefertü tâgutî. Allah’a iman ettim, Tâgutu reddettim” diye öğretiyorlardı. (Allah’ın hükümlerine karşı olan insanlar, yönetim ve yöneticiler. Allah’a ait sıfatlarla vasıflananlar, putlar, putlaştırılmış insanlar. Haddin aşılması) Bizler de amentümüz’ü gözden geçirelim.
Son yaşanan önce sevinip sonra üzüldüğümüz Millî maçımız, Kayseri’de yaşanan olaylar, haber bültenlerine yansıyan ölmeler öldürmeler. Olayların tahlilini yapalım, düşünelim.
Ay yıldızlı Türk Bayrağımız altında toplanmamız; eğitim sistemimizde verilmeyen milleti millet yapan değerlerin hasretini çektiğimiz birlikteliği sağladı. Sırf milletimizin değil, insanlığın ümidi olan lider Türkiye’nin yanında olan, maçı kazanması için dualar eden, tezahüratta bulunan insanları görünce verilmeyen “ümmet bilinci” hasretini çeken insanları da gördük. Türkçülük maskesi altında Türklüğe, Türkiye’ye saldırıyorlar. PKK tarafından zorla askere alınmasın diye ailesi el Naif’i Türkiye’ye göndermiş. Naif Suriye’de kalsa, PKK/YPG tarafından zorla silah altına alınacak, Türkiye’ye karşı çocuk asker olarak savaştırılacak. Ailesi, terör örgütlerinin eline düşmesin, Türk askerini öldürmesin diyerek çocuklarını Türkiye’ye göndermişler. Türkiye’de, ırkçılar tarafından katledildi. Hem de 17 yaşındayken, sokakta, ne olduğunu dahi anlamadan hayata gözlerini yumdu. Cinayetin katillerinin üçü de çocuk. Katil üç çocuğa ırkçılık virüsü bulaştıran, kalplerini karartan, vicdanlarını körelten bu çocukları kışkırtıp birer vahşi katile çeviren “ırkçılık fitnesini/virüsü”nü görmezden gelmeye devam mı edeceğiz? Eğitim sistemimizde “Müminler ancak kardeştir” verilemez miydi? “Vatan sevgisi imandandır” denilemez miydi? “Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur, üstünlük takva iledir” hatırlatılamaz mıydı? Yaptığı inkılaplarla bu milleti hafıza kaybına uğratanları, Batı uşağı yapanları, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni 1923’te kurulmuş, öncesi olmayan bir devlet konumuna getiren, millî ve manevi dinamiklerimizi dinamitleyen güruh hâlâ baş tacı edilmeye devam mı edilecek? Müfredata, öğretmene, Millî eğitimin en önemli meselelerine el atılınca feveran edenlere bu suskunluk olmaz. Sığınmacılara, mazlumlara, mağdurlara (şimdiye kadar yapılmayan) alevlendirilen düşmanlığı gösteren, ırkçılara millet olarak da devlet olarak da cevap vermeliyiz. Gazze’ye kör, mazluma lakayt, komşusuna düşman, zayıfa kahraman, güçlüye kul köle insanların kurumuş kalplerinde şefkat-merhamet-insanlık aranmaz. Kayseri’deki bu olaylar, dikkatlice tahlil edilmeli. Türkiye’nin Arap dünyasında yıllardır işlediği gönül köprülerine kastedildi. Sadece bu görüntüler yüzünden on binlerce Körfez turisti Türkiye’ye seferlerini iptal etti. Yine Körfez’den çok sayıda ciddi yatırımcı Türkiye’deki yatırımlarını çekerek başka yerlere kaydırmaya başlamış durumda.