Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Kendimiz olalım, kendi dilimizle konuşalım, kendi kavramlarımızı öğrenelim

Sıkıntımız kendi değerlerimizi bilmeyip öğrenmeyip başkasının kavramlarıyla konuşmamız. Bu şaşkınlığın başı, Tanzimat’tır. Kendimiz olmaktan çıkmaya başladığımız dönem. Son yüz yıl da başımıza gelenlerden de habersiziz. Aslî kavramlarımızı Batılı kavramlar ile eş görme kompleksi Cumhuriyet döneminde teslimiyete döndü. Tek parti sadece devleti tasfiye etmedi. Sadece vakıflar, medrese ve tekke gibi toplumun ilim, ihlas ve ahlâkını inşa eden kurumları yıkmadı. Aslî kavramlara saldırdı ve onları devre dışı bıraktı. Israrla ümmet yerine milleti (sonra da ulus yaptı.) ahlak yerine etiki ikame etti. Dile yapılan saldırıyla yetinilmedi. Temelinde tevhid diline karşı açılan savaş vardı. O yüzden rejim tevhid dilini de yasakladı. Kavramlarımız kurumlar ile beraber hayattan çıkarıldı.  Bu tasfiyeye karşı dindarlar, ulemâ ve ârifler mücadelelerine devam ettiler. Muhafazakâr dediğimiz kesim ise ‘köprüyü geçene kadar’ mantığıyla bütün bu yanlışları meşrulaştırdılar. ‘Batı’da ne varsa bizde de var’ kompleksiyle bu tasfiyeye gönüllü omuz verdiler. O yüzden Kemalistler kadar muhafazakârlar da kendisi olmaktan çıktılar. Asliyetimize, özümüze dönmeden olmaz. Aslî kavramlar, tevhid kavramları bilinmeden olmaz. Bir anlama bağlıdır. Anlamlar ise insanları, toplumları inşa eden unsurlardır.  Tevhidden, imandan bu kadar çok bahsetmemizin sebebi tevhid bilincinin eksik olmasından.  Allah’ı, Resulünü, imanı, itikadı, ahlâkı, çok kolay unutabiliyorlar. Müslümanlar Müslümanlığı hafif bir şey sanıyorlar. Bir aksesuar, bir ayrıntı zannediyorlar. Dinimizin bir hayat tarzımız olduğunu da kaale almıyorlar. Bu yüzden öncelikle tevhidin değerini, eşsizliğini; sonra da tarifini, hayata nasıl yansıdığını, kulların düşünceden sanata kadar her işinde nasıl tevhid renginin sindiğini göstermeye çalışıyoruz.  Tevhid; Rabbimizin yaratan, yöneten ve takdir eden olarak her gerçekliğin esası, sebebi ve yaratıcısı olduğunu bilmek, buna uygun yaşamak ve yaşatmaktır. Tevhid; Allah için, Allah’a göre, Allah ile yaşamaktır. Her şeyi, her oluşu, her işi Allah’a bağlamaktır. Camide de sokakta da, biriyle konuşurken, ticaret veya siyaset yaparken, yemek yerken yatarken kalkarken, kısacası kul hayatın her anında, her mekânda, her devirde bu bilinç ile yaşamalıdır. Hedefi bu olmalıdır. Gaflete düşüp unutabilir ama Allah’ı hatırlayıp tekrar düşüncesini, zevkini, işini, eserini Allah’a bağlamalıdır. Kişi bu bağlamada sürekli uyanık (müteyakkız) olursa işte o vakit Allah’ın dostu olur. Agahlık kişiyi, Allah’ın onu yarattığı murada uygun kul haline getirir. Gaflet ise insanı Allah’ın bize verdiği şerefli ve büyük makamdan uzaklaştırır. Kişinin her şeyi Allah’ın rızasının önüne geçirmesiyle olur.  Tevhid; üç temel esası doğurur. Selam-eman ve vahdet. Selam; selamet, barış, huzur demektir. Dinimizin adı da budur. Hem selam yani esenlik, hem de teslim olmak demektir. Çünkü ancak Allah’a teslim olan selamet bulur. İçinde, dışında, kişisel hayatında toplum hayatında bu olmalıdır. Eman, güven, sağlamlık, dürüstlük demektir. İman ve emanet kavramlarıyla aynı köktendir. Kul; güvenilirdir, emindir. Sadece diğer kullar için değil, bütün canlı cansız varlıklar için emniyet telkin eder. Sadece müminler için değil, mümin olmayanlar için de emin olan insandır.  Her toplumda kötüler ve kötülükler, sapkınlar ve sapkınlıklar olabilir. Mesele doğrunun ve iyinin nasıl tanımlandığıdır. Bir mümin toplumda şerri şer olarak, hayrı hayır olarak tanıdıktan sonra yanlışın neden yanlış olduğunu bilir. Yasaklar Allah ve Resulü ’nün koyduğu yasaklara dayanmalıdır. Mesela faiz haram ise ona müsaade edilmez. Halbuki faiz; inanmayanlara göre mantıklı, mâkul bir iştir. Hatta mecburi gördükleri bir uygulamadır. O zaman kanunları, âdetleri, düşünceleri, işleri de buna göre şekillenir. Bir mümin sırf içinde yaşadığı halkın çoğu bir şeyi hoş ve gerekli görüyorlar diye o şeyi meşru kabul etmez edemez. Müminler toplumları, insanları, işleri, uygulamaları, kanunları, sistemleri kurumları, âdetleri değerlendirirken tevhide dayanan ölçüler ve ölçütler kullanır. O yüzden İslâm toplumlarında istisnâi zamanlar hariç eksiklerin, yanlışların, kötülüklerin meşrulaştırıldığı, kural gibi görüldüğü zamanlar nisbeten istisnaidir.  İşin esası tevhid olunca yanlış bir iş, söz veya âdet beyaz bir sayfada siyah bir lekenin göründüğü gibi hemen göze çarpar. Bir kişinin tevhid ehli olmayı ne kadar hak ettiği; sözlerinden, yazdığı satırlardan, attığı nutuklardan ziyade “kulluk nitelikleri”nden belli olur.  Tevhid; birlik demek olduğu için sadece sözde, kelamda, kitapta kalan bir şey değildir. Tevhid kulu şeffaflaştırır. Onu nefsinin elinde samimiyetsiz riyakâr olmaktan kurtarır. Ayrıca kendileri söz söylemekten, sözü çoğaltmaktan, hele hakikatini bilmedikleri konularda söz söylemekten kaçınmışlardır. Zaten Rabbimiz uyarır: “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü işitme görme duyusu ve gönül, bunların hepsi ondan (ardına düştüğün şeyden) sorumludur, sorguya çekilecektir.” (17 İsrâ 36) Allah’ı ve onun hikmetini unutmamaya çalışırlar. O yüzden önsözler daima şu sözle biter: “Gayret bizden, tevfik Allah’tan.” Bu haddini bilen insanın ahlâkıdır. Bu ahlak mümin olmayan filozoflarda ve bilim insanlarında bulunmaz. Onlar nefislerinin esiri oldukları, kendilerini her şeyin merkezi yaptıkları için işi getirip Mevla’mıza asla bağlamazlar. Allah’a kul olamadıkları için heva heveslerine, arzu ve isteklerinin kuludurlar. Özgürlük diye bağırırken de esir olduklarının farkında değildirler.  (Devam edeceğim İnşallah…)
Ekleme Tarihi: 16 Ağustos 2024 - Cuma

Kendimiz olalım, kendi dilimizle konuşalım, kendi kavramlarımızı öğrenelim

Sıkıntımız kendi değerlerimizi bilmeyip öğrenmeyip başkasının kavramlarıyla konuşmamız. Bu şaşkınlığın başı, Tanzimat’tır. Kendimiz olmaktan çıkmaya başladığımız dönem. Son yüz yıl da başımıza gelenlerden de habersiziz. Aslî kavramlarımızı Batılı kavramlar ile eş görme kompleksi Cumhuriyet döneminde teslimiyete döndü. Tek parti sadece devleti tasfiye etmedi. Sadece vakıflar, medrese ve tekke gibi toplumun ilim, ihlas ve ahlâkını inşa eden kurumları yıkmadı. Aslî kavramlara saldırdı ve onları devre dışı bıraktı. Israrla ümmet yerine milleti (sonra da ulus yaptı.) ahlak yerine etiki ikame etti. Dile yapılan saldırıyla yetinilmedi. Temelinde tevhid diline karşı açılan savaş vardı. O yüzden rejim tevhid dilini de yasakladı. Kavramlarımız kurumlar ile beraber hayattan çıkarıldı. 

Bu tasfiyeye karşı dindarlar, ulemâ ve ârifler mücadelelerine devam ettiler. Muhafazakâr dediğimiz kesim ise ‘köprüyü geçene kadar’ mantığıyla bütün bu yanlışları meşrulaştırdılar. ‘Batı’da ne varsa bizde de var’ kompleksiyle bu tasfiyeye gönüllü omuz verdiler. O yüzden Kemalistler kadar muhafazakârlar da kendisi olmaktan çıktılar. Asliyetimize, özümüze dönmeden olmaz. Aslî kavramlar, tevhid kavramları bilinmeden olmaz. Bir anlama bağlıdır. Anlamlar ise insanları, toplumları inşa eden unsurlardır. 
Tevhidden, imandan bu kadar çok bahsetmemizin sebebi tevhid bilincinin eksik olmasından. 
Allah’ı, Resulünü, imanı, itikadı, ahlâkı, çok kolay unutabiliyorlar. Müslümanlar Müslümanlığı hafif bir şey sanıyorlar. Bir aksesuar, bir ayrıntı zannediyorlar. Dinimizin bir hayat tarzımız olduğunu da kaale almıyorlar. Bu yüzden öncelikle tevhidin değerini, eşsizliğini; sonra da tarifini, hayata nasıl yansıdığını, kulların düşünceden sanata kadar her işinde nasıl tevhid renginin sindiğini göstermeye çalışıyoruz. 
Tevhid; Rabbimizin yaratan, yöneten ve takdir eden olarak her gerçekliğin esası, sebebi ve yaratıcısı olduğunu bilmek, buna uygun yaşamak ve yaşatmaktır. Tevhid; Allah için, Allah’a göre, Allah ile yaşamaktır. Her şeyi, her oluşu, her işi Allah’a bağlamaktır. Camide de sokakta da, biriyle konuşurken, ticaret veya siyaset yaparken, yemek yerken yatarken kalkarken, kısacası kul hayatın her anında, her mekânda, her devirde bu bilinç ile yaşamalıdır. Hedefi bu olmalıdır. Gaflete düşüp unutabilir ama Allah’ı hatırlayıp tekrar düşüncesini, zevkini, işini, eserini Allah’a bağlamalıdır. Kişi bu bağlamada sürekli uyanık (müteyakkız) olursa işte o vakit Allah’ın dostu olur. Agahlık kişiyi, Allah’ın onu yarattığı murada uygun kul haline getirir. Gaflet ise insanı Allah’ın bize verdiği şerefli ve büyük makamdan uzaklaştırır. Kişinin her şeyi Allah’ın rızasının önüne geçirmesiyle olur. 
Tevhid; üç temel esası doğurur. Selam-eman ve vahdet.
Selam; selamet, barış, huzur demektir. Dinimizin adı da budur. Hem selam yani esenlik, hem de teslim olmak demektir. Çünkü ancak Allah’a teslim olan selamet bulur. İçinde, dışında, kişisel hayatında toplum hayatında bu olmalıdır. Eman, güven, sağlamlık, dürüstlük demektir. İman ve emanet kavramlarıyla aynı köktendir. Kul; güvenilirdir, emindir. Sadece diğer kullar için değil, bütün canlı cansız varlıklar için emniyet telkin eder. Sadece müminler için değil, mümin olmayanlar için de emin olan insandır. 
Her toplumda kötüler ve kötülükler, sapkınlar ve sapkınlıklar olabilir. Mesele doğrunun ve iyinin nasıl tanımlandığıdır. Bir mümin toplumda şerri şer olarak, hayrı hayır olarak tanıdıktan sonra yanlışın neden yanlış olduğunu bilir. Yasaklar Allah ve Resulü ’nün koyduğu yasaklara dayanmalıdır. Mesela faiz haram ise ona müsaade edilmez. Halbuki faiz; inanmayanlara göre mantıklı, mâkul bir iştir. Hatta mecburi gördükleri bir uygulamadır. O zaman kanunları, âdetleri, düşünceleri, işleri de buna göre şekillenir. Bir mümin sırf içinde yaşadığı halkın çoğu bir şeyi hoş ve gerekli görüyorlar diye o şeyi meşru kabul etmez edemez. Müminler toplumları, insanları, işleri, uygulamaları, kanunları, sistemleri kurumları, âdetleri değerlendirirken tevhide dayanan ölçüler ve ölçütler kullanır. O yüzden İslâm toplumlarında istisnâi zamanlar hariç eksiklerin, yanlışların, kötülüklerin meşrulaştırıldığı, kural gibi görüldüğü zamanlar nisbeten istisnaidir. 
İşin esası tevhid olunca yanlış bir iş, söz veya âdet beyaz bir sayfada siyah bir lekenin göründüğü gibi hemen göze çarpar. Bir kişinin tevhid ehli olmayı ne kadar hak ettiği; sözlerinden, yazdığı satırlardan, attığı nutuklardan ziyade “kulluk nitelikleri”nden belli olur. 
Tevhid; birlik demek olduğu için sadece sözde, kelamda, kitapta kalan bir şey değildir. Tevhid kulu şeffaflaştırır. Onu nefsinin elinde samimiyetsiz riyakâr olmaktan kurtarır. Ayrıca kendileri söz söylemekten, sözü çoğaltmaktan, hele hakikatini bilmedikleri konularda söz söylemekten kaçınmışlardır. Zaten Rabbimiz uyarır: “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü işitme görme duyusu ve gönül, bunların hepsi ondan (ardına düştüğün şeyden) sorumludur, sorguya çekilecektir.” (17 İsrâ 36)
Allah’ı ve onun hikmetini unutmamaya çalışırlar. O yüzden önsözler daima şu sözle biter: “Gayret bizden, tevfik Allah’tan.” Bu haddini bilen insanın ahlâkıdır. Bu ahlak mümin olmayan filozoflarda ve bilim insanlarında bulunmaz. Onlar nefislerinin esiri oldukları, kendilerini her şeyin merkezi yaptıkları için işi getirip Mevla’mıza asla bağlamazlar. Allah’a kul olamadıkları için heva heveslerine, arzu ve isteklerinin kuludurlar. Özgürlük diye bağırırken de esir olduklarının farkında değildirler. 
(Devam edeceğim İnşallah…)

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.