ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Kendimize dönelim, kendimiz kalalım, kendimiz olalım

Refahın verdiği şımarıklık sonucu o kavim, Hûd peygamberi dinlemedi ve helake uğradı. Maddi refah ve imkanların şımarttığı bu kavim, dünya nimetlerinden istifade adına her türlü gayreti ortaya koyuyordu. Onlar dünyevi rahatları için her türlü vesileyi meşru görüyordu. Ahlaki değerlerini kaybetmiş bu kavmin bireyleri, kendi rahatları için fakirleri köle gibi çalıştırmaktan ve onlara zulmetmekten çekinmiyorlardı. Her türlü ‘sosyal dengesizlik’ topluma hâkim olmuştu. Mutlu ve putlu bir azınlık yüksek binalarda, havuzlu evlerde, bağlar-bahçeler içinde yaşarken fakir ve zayıflar eziliyordu. Ad kavminin bina yapmak maksadıyla dağları oymaları, saraylar inşa etmeleri, muhkem şekilde yükseltmeleri hususunda o kadar ileri gitmişlerdi ki o kavmin zihinlerinde bu binaların onları ölüme, hava tesirlerine (âfetlere) karşı koruyacağı düşüncesi yerleşmişti. Hz. Hud azap gelene kadar kavmini binalar konusunda ikaz etmişti. “Sizler ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye yüksek yerlere koca binalar kondurarak devamlı yaşayacağınızı mı zannediyorsunuz? Elinize her fırsat geçirdiğinizde, hukuka tecavüz edip zorbalık mı yapacaksınız?” (26 Şuara 128-130) Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar yaptıkları yüksek binalarla övünürken, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler. Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu. Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları sağlam ve yüksek binaların, evlerin, evlatların onlara bir faydası olmamıştı. Alın terinin, göz nurunun önemi azalırken, birdenbire gayrimeşru yollardan başarıya ulaşma özendirildi. Alın teri ve çalışma enayilik sayılmaya başladı. Bu bir yozlaşmadır; Toplumu ayakta tutan manevî değerler kaybedildi. Etiket, kariyer ve diploma için okunur hale getirildi. Çabuk tarafından köşeyi dönme ideal haline geldi. Ahlâk dokuları çürüyor. Lüks tüketim artıyor. Hâkimiyet rantını ellerinde tutanlar bunu ezici, imrendirici, güdücü bir kuvvet olarak kullanıyor. Aynı durumda olmayanlar, eğiliyor küçülüyor. İnsan kendine, dostlarına, öz değerlerine yabancılaşıyor. Fesad ve azgınlığa karşı Hz. Salih’in verdiği mücadele anlatılır Kur’an’da. Serveti Allah’a yakınlığın ölçüsü olarak, yoksulluğu da Allah’a uzaklığın ölçüsü olarak gören bir zihniyetle mücadele etti Kutsalı yok eden veya yok sayan bir yapı. Bu yapıdaki insan, aslında kendisini, kendi ruhunu öldürdüğünü de fark etmedi. Bazen, maddi farklılık (onun da dış görünüşü) dikkate alınarak, “Müslümanlar güçlendi” deniliyor. Müslümanlar güçlendi de (yaşanan) İslam güçlendi mi? İslam her ortamda yaşanır. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevazılığın, sade hayatın unutulduğu, hayru hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlaka davet, makul görülmez. Bunu yapanlar, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. Böylece ‘ahlaka davet’ boğulmaya çalışılır, ahlaksızlar rahat eder. Bu ikazı ve daveti yapanlar, lüks ve israf içinde, konfor ve refaha gömülmüşlerin huzurunu bozar, rahatlarını kaçırırlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle! Peygamberimiz de bugünleri görürcesine, “Dikkat ediniz, gün gelecek insanlar yüksek bina yapmakta birbiriyle yarış edecekler.” Kıyamet alametleri sorulduğunda da: “Binalar yükselip heva-i hevese uyulduğunda, binalar ve zinalar çoğaldığında…” buyurmuşlar. Kıyamet hesabı yapıp ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapmalı, ‘Peygamberler Tarihi’ ile ‘Toplumların helak sebebi’ düşünceleri ihmal edilmemeli. İrademizi kullanmamız ve tevekkül meselesinde de “dindar kesim” dikkatli davranmıyor. Tembelliğini, pasifliğini, malayani içinde bulunmayı “Kaderim böyle” diyerek mazeretlere sığınıyor. Bu konudaki âyetler, Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarıyla İslâm’ın bu iki temel kaynağını en iyi anlayıp uygulayan sahâbîlerin hayatları bir bütün olarak değerlendirilecek olursa, tevekkülün “hareket ve faaliyeti bırakmak, tedbiri ihmal etmek” şeklinde yorumlanmasının İslâm diniyle ilgisi bulunmadığı kolayca anlaşılır. Nitekim bir âyette “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder” (Necm 53/39) buyurulmuştur. Hz. Peygamber de kuşların bile sabahın erken saatlerinde yuvalarından ayrılarak akşamın karanlığına kadar Allah’ın kendileri için yarattığı rızıklarını aradıklarını hatırlatarak Allah’a gerçek anlamda tevekkül etmenin “esbaba tevessül”ü (sebeplere sarılmayı) gerektirdiğini anlatmak istemiştir. Devesini bağladıktan sonra mı yoksa onu salarak mı tevekkül etmiş olacağını soran bedevîye hitaben de “Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et” buyurarak İslâm’ın tevekkül anlayışını somut örneklerle açıklamıştır. Tevekkülü itici bir güç olarak değerlendiren ashâb-ı kirâm ise bu anlayış sayesinde daha İslâm’ın ilk yüzyılı bitmeden İslâm dinini bir dünya ve milletler dini haline getirmeyi ve kıtaları fethetmeyi başarabilmişlerdir. Tevekkül yoksulluk, uyuşukluk ve durgunluğun mazereti değil bir irade ve iman gücüdür. 3 T’yi de unutmayalım:  Tedbir-takdir-tevekkül.  Tevekkül halinin önemli bir faydası da gerekeni yaptıktan sonra kişinin kararlı, güvenli, huzurlu olmasını sağlamasıdır; çünkü tevekkülün kavram çerçevesi içinde Allah’ın âdet ve kanunlarına güvenmek de vardır. Kafamızı Batı’ya kaptırınca; kavramlarımızla düşünemeyiz. Tevekkül, terim olarak “bir taraftan meşrû hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O’na bırakmak” bunu dahi bilemez hale getirildik. Rabbim kendimize dönmeyi, kendimiz olmayı, kendimiz kalmayı nasip etsin.
Ekleme Tarihi: 27 Aralık 2022 - Salı

Kendimize dönelim, kendimiz kalalım, kendimiz olalım

Refahın verdiği şımarıklık sonucu o kavim, Hûd peygamberi dinlemedi ve helake uğradı. Maddi refah ve imkanların şımarttığı bu kavim, dünya nimetlerinden istifade adına her türlü gayreti ortaya koyuyordu. Onlar dünyevi rahatları için her türlü vesileyi meşru görüyordu. Ahlaki değerlerini kaybetmiş bu kavmin bireyleri, kendi rahatları için fakirleri köle gibi çalıştırmaktan ve onlara zulmetmekten çekinmiyorlardı.

Her türlü ‘sosyal dengesizlik’ topluma hâkim olmuştu. Mutlu ve putlu bir azınlık yüksek binalarda, havuzlu evlerde, bağlar-bahçeler içinde yaşarken fakir ve zayıflar eziliyordu. Ad kavminin bina yapmak maksadıyla dağları oymaları, saraylar inşa etmeleri, muhkem şekilde yükseltmeleri hususunda o kadar ileri gitmişlerdi ki o kavmin zihinlerinde bu binaların onları ölüme, hava tesirlerine (âfetlere) karşı koruyacağı düşüncesi yerleşmişti. Hz. Hud azap gelene kadar kavmini binalar konusunda ikaz etmişti. “Sizler ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye yüksek yerlere koca binalar kondurarak devamlı yaşayacağınızı mı zannediyorsunuz?

Elinize her fırsat geçirdiğinizde, hukuka tecavüz edip zorbalık mı yapacaksınız?” (26 Şuara 128-130) Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar yaptıkları yüksek binalarla övünürken, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler. Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu. Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları sağlam ve yüksek binaların, evlerin, evlatların onlara bir faydası olmamıştı. Alın terinin, göz nurunun önemi azalırken, birdenbire gayrimeşru yollardan başarıya ulaşma özendirildi. Alın teri ve çalışma enayilik sayılmaya başladı. Bu bir yozlaşmadır; Toplumu ayakta tutan manevî değerler kaybedildi. Etiket, kariyer ve diploma için okunur hale getirildi. Çabuk tarafından köşeyi dönme ideal haline geldi. Ahlâk dokuları çürüyor. Lüks tüketim artıyor. Hâkimiyet rantını ellerinde tutanlar bunu ezici, imrendirici, güdücü bir kuvvet olarak kullanıyor. Aynı durumda olmayanlar, eğiliyor küçülüyor. İnsan kendine, dostlarına, öz değerlerine yabancılaşıyor.

Fesad ve azgınlığa karşı Hz. Salih’in verdiği mücadele anlatılır Kur’an’da. Serveti Allah’a yakınlığın ölçüsü olarak, yoksulluğu da Allah’a uzaklığın ölçüsü olarak gören bir zihniyetle mücadele etti Kutsalı yok eden veya yok sayan bir yapı. Bu yapıdaki insan, aslında kendisini, kendi ruhunu öldürdüğünü de fark etmedi. Bazen, maddi farklılık (onun da dış görünüşü) dikkate alınarak, “Müslümanlar güçlendi” deniliyor. Müslümanlar güçlendi de (yaşanan) İslam güçlendi mi? İslam her ortamda yaşanır. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevazılığın, sade hayatın unutulduğu, hayru hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlaka davet, makul görülmez. Bunu yapanlar, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. Böylece ‘ahlaka davet’ boğulmaya çalışılır, ahlaksızlar rahat eder. Bu ikazı ve daveti yapanlar, lüks ve israf içinde, konfor ve refaha gömülmüşlerin huzurunu bozar, rahatlarını kaçırırlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle! Peygamberimiz de bugünleri görürcesine, “Dikkat ediniz, gün gelecek insanlar yüksek bina yapmakta birbiriyle yarış edecekler.” Kıyamet alametleri sorulduğunda da: “Binalar yükselip heva-i hevese uyulduğunda, binalar ve zinalar çoğaldığında…” buyurmuşlar. Kıyamet hesabı yapıp ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapmalı, ‘Peygamberler Tarihi’ ile ‘Toplumların helak sebebi’ düşünceleri ihmal edilmemeli. İrademizi kullanmamız ve tevekkül meselesinde de “dindar kesim” dikkatli davranmıyor. Tembelliğini, pasifliğini, malayani içinde bulunmayı “Kaderim böyle” diyerek mazeretlere sığınıyor.

Bu konudaki âyetler, Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarıyla İslâm’ın bu iki temel kaynağını en iyi anlayıp uygulayan sahâbîlerin hayatları bir bütün olarak değerlendirilecek olursa, tevekkülün “hareket ve faaliyeti bırakmak, tedbiri ihmal etmek” şeklinde yorumlanmasının İslâm diniyle ilgisi bulunmadığı kolayca anlaşılır. Nitekim bir âyette “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder” (Necm 53/39) buyurulmuştur. Hz. Peygamber de kuşların bile sabahın erken saatlerinde yuvalarından ayrılarak akşamın karanlığına kadar Allah’ın kendileri için yarattığı rızıklarını aradıklarını hatırlatarak Allah’a gerçek anlamda tevekkül etmenin “esbaba tevessül”ü (sebeplere sarılmayı) gerektirdiğini anlatmak istemiştir. Devesini bağladıktan sonra mı yoksa onu salarak mı tevekkül etmiş olacağını soran bedevîye hitaben de “Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et” buyurarak İslâm’ın tevekkül anlayışını somut örneklerle açıklamıştır. Tevekkülü itici bir güç olarak değerlendiren ashâb-ı kirâm ise bu anlayış sayesinde daha İslâm’ın ilk yüzyılı bitmeden İslâm dinini bir dünya ve milletler dini haline getirmeyi ve kıtaları fethetmeyi başarabilmişlerdir. Tevekkül yoksulluk, uyuşukluk ve durgunluğun mazereti değil bir irade ve iman gücüdür. 3 T’yi de unutmayalım: 

Tedbir-takdir-tevekkül. 

Tevekkül halinin önemli bir faydası da gerekeni yaptıktan sonra kişinin kararlı, güvenli, huzurlu olmasını sağlamasıdır; çünkü tevekkülün kavram çerçevesi içinde Allah’ın âdet ve kanunlarına güvenmek de vardır. Kafamızı Batı’ya kaptırınca; kavramlarımızla düşünemeyiz. Tevekkül, terim olarak “bir taraftan meşrû hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O’na bırakmak” bunu dahi bilemez hale getirildik. Rabbim kendimize dönmeyi, kendimiz olmayı, kendimiz kalmayı nasip etsin.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.