ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Maliyecilerin, ekonomistlerin dikkatine…

Üstat Sezai Karakoç’un İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü kitabını tekrar okurken siz değerli okuyucularımı haberdar etmek istiyorum. 60 sayfalık ince hemen okunması gereken bir ebatta. Muhtevası, derinliği, ekonomiye İslâmi bakışı, Batı’nın iflas etmiş ekonomisiyle kıyası, değerlendirmeleri bizim ekonomistlerin, iktidardakiler de dahil düşünerek notlar alarak okuması gerekir.  Sezai Karakoç, diğer bütün çalışmalarında dirilişi ve ona bağlı olarak farklı konulara yaklaşımında olduğu gibi İslam ekonomisini de medeniyet ve toplum ekseninde incelemektedir.   “İslam ve Müslümanlara ait bir ekonomik yapının mevcudiyetinden söz edilebilir. Fakat bu yapının varlığını ortaya koymada önemli bir meselemiz mevcuttur. İslam toplumuna ait ekonomik strüktürü kendi temel kaynaklarımıza dayanmadığı için Batı ekonomik bakışına bağlı olarak ifade edilmekte, bu da özgün İslam ekonomisinin ortaya konulmasını engellemektedir. Başka bir ifadeyle İslam düşüncesinin altın döneminde İslam toplumuna özgü iktisadi yapı hakkında yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne dahil edemedik. Bundan dolayı günümüzde İslam ülkelerinde üzerinde durulan iktisat ilmi, doğrudan doğruya Batı iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan öteye gitmemektedir.   Bu yöntem veya yaklaşım, Karakoç’un perspektifinde sosyal hayatın diğer alan ve görüşleriyle ekonomik yaşayış arasındaki bağları hiçe saymakta ve Batı’nın tecrübesinden çıkmış kavramları Doğu ve İslam tecrübesine tahmil etme gibi içinden çıkılmaz bir kavram ve realite kopuşuna sebep olmaktadır. İktisat realitesi tespit edilmeden değer hükmü alanına geçilmekte ve birkaç ekonomik doktrin alternatifinden birini seçmeye zorlanmaktayız. Batı düşünürleri ile onların İslam ülkelerindeki takipçileri, şu yanlışlardan kendilerini kurtaramamaktadırlar: Birincisi İslam’ın teklif ettiği iktisat düzenini sırf teorik, hatta ütopik bir sistem gibi görüp inceleme, ikincisi bugünkü İslam ülkelerindeki iktisat yapısını birkaç tesir ve şartın kurduğu soyut bir şema çerçevesinde ele alma, üçüncüsü ise söz konusu iki yapı arasında peşin hükümler dışında bir ilgi aramama.   Halbuki İslam’ın ortaya koyduğu iktisadî perspektif, Medine'de İslam devletinin kuruluşundan başlayarak bugüne kadar gelmiş olan İslam toplumlarına uygulanmış ve iktisadî olaylar akışı içine yerleşerek belli başlı bir iktisadî strüktürün, yani yapının doğmasını sağlamıştır. İktisadî yapının İslam dışı sistemlere kaydırılmak istendiği ve bir miktar da gerçekleştirildiği bugün bile İslam ülkelerinde iktisadi hayat tamamen İslam’ın etkisinden sıyrılmış değildir. O halde İslam’ın iktisat tarihi, sadece iktisadî düşünce tarihi olarak ele alındıkça hem gerçeği tespitten uzakta kalınmış hem de İslam’a karşı ilim ahlâkı ve düşünce namusuyla bağdaşmaz bir cinayet işlenmiş olur.   İslam’ın iktisat tarihi, iktisadî düşünce tarihi olduğu kadar iktisadî olaylar tarihi olarak da incelenmeli ve bu ikisi arasındaki bağlar araştırılmalıdır. İslam dininin gerçek iktisat sisteminin görülebilmesi ve değerlendirilebilmesi buna bağlıdır. İslam ekonomisini tabiatı gereği Batı medeniyeti ve ekonomisi esas alınarak, Batı ekonomisinin değer, kavram, ideoloji ve akımları eksene konularak değil, İslam medeniyet esasları merkeze alınarak değerlendirmek gerekir. Aksi halde doğru değerlendirme mümkün olmaz. İslam, Batı medeniyetinden ayrı bir medeniyet olarak ele alınmadıkça hakikatine erişilemeyecek bir gerçekliktir. Kavramları, tanımları, deneyleri, anlamları yine kendinden, kendisi esas alınarak, kendi içinden çıkarılabilir. Komünizmde fert toplum için, kapitalizmde de toplum fert için feda edilmiştir. İslâm fert ile toplum arasındaki dengeyi hedef alarak ferdi topluma karşı korumak için öbür haklarının yanında ona mülkiyet hakkını da tanımıştır. Buna karşılık toplumu korumak için de bu hakkı edinme ve kullanma noktasında birçok kayıt, şart ve sınırlar koymuş, toplumu da büsbütün pasif bir konumda bırakmamıştır. İslam’ın toplum, insan, fert ve ekonomi sisteminde toplum, ferdi ezemez. Miras ve mülkiyet hakkı, gerekirse toplumu boykot edebileceği bir asgarî gücü ona sağlamıştır.   Öte yandan haram ve helâl ölçüleri, kazancın temelde emeğe dayanması kuralı, paranın sırf para olduğu için para getirmesinin yasak oluşu (faiz yasağı), kazancın belli bir nispetinin bir sosyal adalet vergisi gibi devlet eliyle alınarak fakir sınıflara aktarımı (zekât), bir Müslümanın öbür Müslümanların durumundan tam anlamıyla sorumlu oluşu, israf yasağı, parayı bir işte kullanmayacak şekilde biriktirme, yani parayı iş dışına çıkarma yasağı, diğer bir deyişle yatırım yapmak mecburiyeti ve bütün bunlarla birlikte ve bütün bunlara hâkim, insanın, kendisini de, çocuklarını da, bütün mallarını da İslam yolunun bir mülkü ve hakkı sayma gibi sınırlar, mülkiyet hakkına İslam’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlarla insanın bu hakkı kötüye kullanıp toplumu, öbür insanları ve eşyayı ezmesinin önüne geçilir, insanın bu ve öteki dünyada mutluluğunun tamam olması sağlanır. Şahsi teşebbüs hakkı, insanın İslam’daki değeriyle doğrudan ilgilidir. İslam’da insan en üstün yaratık, Allah’ın Her insan, İslam düzenini, İslam toplumunun yaşama şartlarını sarsmamak şartıyla kendi geçimini sağlamak, dünyadaki tasarruf gücünü ve hakkını kullanmak için birtakım çalışmalara hür olarak girişebilir.   Bu teşebbüs hakkı mülkiyet hakkının dinamiğidir. Öldürücü bir rekabet yerine hayırlı bir yarışma halinde, diğer insanlara en faydalı, en iyi, en sağlam, en güzel, en elverişli, en kullanışlı eşyayı yapmak, o eşyayı en ucuz şekilde elde etmek ve piyasaya sürmek, onu en seri bir araçla ulaştırmak için alın teri dökmek, çalışmalar yapmak, serbestçe kararlar almak, bilgiler edinip yeni buluşlar yapmak, bir Müslüman için barış zamanının gereklerindendir. Çalışma kutsaldır. Emek kutsaldır. Bu çalışma yoluyla insan, Allah’ın halifeliğini yerine getirir. İnsan bu şekilde çalışarak zekâtını verir, yani malî ibadetini yapabilir. Bu çalışmayla kendine bağışlanan nimetlerin değerini bilir, kendisine bağışlanan gücün boşa akmamasını sağlar, bu çalışmayla nefsine hâkim olur, bedenini faydalı bir yolda kullanmış olur, Müslümanlara yardımcı olur, çocuklarına ve ailesine olan ödevlerini yerine getirir. Demek ki bu çalışma hakkı da öbür haklar gibi yalnız maddî bir yanı olan bir hak değil, gözle görünmese de o madde akımıyla birlikte insanüstünden gelip ona eklenmiş olan birçok ebedîlik unsuruyla kaplı bir hak ve ödevler bütünüdür. İslâm’ın hak anlayışıyla Batının hak anlayışı arasında temelli bir fark vardır. Batılı hak anlayışı tek taraflıdır ve insana sadece sağlanan fayda demektir. Halbuki İslam’da, Allah’ın bir isminin de Hak olduğu ve hak kelimesinin etimolojik anlamında gerçek anlamının bulunduğu düşünülürse, hak, fayda, ödev ve sorumluluk demektir.
Ekleme Tarihi: 29 Ağustos 2023 - Salı

Maliyecilerin, ekonomistlerin dikkatine…

Üstat Sezai Karakoç’un İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü kitabını tekrar okurken siz değerli okuyucularımı haberdar etmek istiyorum. 60 sayfalık ince hemen okunması gereken bir ebatta. Muhtevası, derinliği, ekonomiye İslâmi bakışı, Batı’nın iflas etmiş ekonomisiyle kıyası, değerlendirmeleri bizim ekonomistlerin, iktidardakiler de dahil düşünerek notlar alarak okuması gerekir.  Sezai Karakoç, diğer bütün çalışmalarında dirilişi ve ona bağlı olarak farklı konulara yaklaşımında olduğu gibi İslam ekonomisini de medeniyet ve toplum ekseninde incelemektedir.
 
“İslam ve Müslümanlara ait bir ekonomik yapının mevcudiyetinden söz edilebilir. Fakat bu yapının varlığını ortaya koymada önemli bir meselemiz mevcuttur. İslam toplumuna ait ekonomik strüktürü kendi temel kaynaklarımıza dayanmadığı için Batı ekonomik bakışına bağlı olarak ifade edilmekte, bu da özgün İslam ekonomisinin ortaya konulmasını engellemektedir. Başka bir ifadeyle İslam düşüncesinin altın döneminde İslam toplumuna özgü iktisadi yapı hakkında yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne dahil edemedik. Bundan dolayı günümüzde İslam ülkelerinde üzerinde durulan iktisat ilmi, doğrudan doğruya Batı iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan öteye gitmemektedir.
 
Bu yöntem veya yaklaşım, Karakoç’un perspektifinde sosyal hayatın diğer alan ve görüşleriyle ekonomik yaşayış arasındaki bağları hiçe saymakta ve Batı’nın tecrübesinden çıkmış kavramları Doğu ve İslam tecrübesine tahmil etme gibi içinden çıkılmaz bir kavram ve realite kopuşuna sebep olmaktadır. İktisat realitesi tespit edilmeden değer hükmü alanına geçilmekte ve birkaç ekonomik doktrin alternatifinden birini seçmeye zorlanmaktayız. Batı düşünürleri ile onların İslam ülkelerindeki takipçileri, şu yanlışlardan kendilerini kurtaramamaktadırlar: Birincisi İslam’ın teklif ettiği iktisat düzenini sırf teorik, hatta ütopik bir sistem gibi görüp inceleme, ikincisi bugünkü İslam ülkelerindeki iktisat yapısını birkaç tesir ve şartın kurduğu soyut bir şema çerçevesinde ele alma, üçüncüsü ise söz konusu iki yapı arasında peşin hükümler dışında bir ilgi aramama.
 
Halbuki İslam’ın ortaya koyduğu iktisadî perspektif, Medine'de İslam devletinin kuruluşundan başlayarak bugüne kadar gelmiş olan İslam toplumlarına uygulanmış ve iktisadî olaylar akışı içine yerleşerek belli başlı bir iktisadî strüktürün, yani yapının doğmasını sağlamıştır. İktisadî yapının İslam dışı sistemlere kaydırılmak istendiği ve bir miktar da gerçekleştirildiği bugün bile İslam ülkelerinde iktisadi hayat tamamen İslam’ın etkisinden sıyrılmış değildir. O halde İslam’ın iktisat tarihi, sadece iktisadî düşünce tarihi olarak ele alındıkça hem gerçeği tespitten uzakta kalınmış hem de İslam’a karşı ilim ahlâkı ve düşünce namusuyla bağdaşmaz bir cinayet işlenmiş olur.
 
İslam’ın iktisat tarihi, iktisadî düşünce tarihi olduğu kadar iktisadî olaylar tarihi olarak da incelenmeli ve bu ikisi arasındaki bağlar araştırılmalıdır. İslam dininin gerçek iktisat sisteminin görülebilmesi ve değerlendirilebilmesi buna bağlıdır. İslam ekonomisini tabiatı gereği Batı medeniyeti ve ekonomisi esas alınarak, Batı ekonomisinin değer, kavram, ideoloji ve akımları eksene konularak değil, İslam medeniyet esasları merkeze alınarak değerlendirmek gerekir. Aksi halde doğru değerlendirme mümkün olmaz. İslam, Batı medeniyetinden ayrı bir medeniyet olarak ele alınmadıkça hakikatine erişilemeyecek bir gerçekliktir. Kavramları, tanımları, deneyleri, anlamları yine kendinden, kendisi esas alınarak, kendi içinden çıkarılabilir. Komünizmde fert toplum için, kapitalizmde de toplum fert için feda edilmiştir. İslâm fert ile toplum arasındaki dengeyi hedef alarak ferdi topluma karşı korumak için öbür haklarının yanında ona mülkiyet hakkını da tanımıştır. Buna karşılık toplumu korumak için de bu hakkı edinme ve kullanma noktasında birçok kayıt, şart ve sınırlar koymuş, toplumu da büsbütün pasif bir konumda bırakmamıştır. İslam’ın toplum, insan, fert ve ekonomi sisteminde toplum, ferdi ezemez. Miras ve mülkiyet hakkı, gerekirse toplumu boykot edebileceği bir asgarî gücü ona sağlamıştır.
 
Öte yandan haram ve helâl ölçüleri, kazancın temelde emeğe dayanması kuralı, paranın sırf para olduğu için para getirmesinin yasak oluşu (faiz yasağı), kazancın belli bir nispetinin bir sosyal adalet vergisi gibi devlet eliyle alınarak fakir sınıflara aktarımı (zekât), bir Müslümanın öbür Müslümanların durumundan tam anlamıyla sorumlu oluşu, israf yasağı, parayı bir işte kullanmayacak şekilde biriktirme, yani parayı iş dışına çıkarma yasağı, diğer bir deyişle yatırım yapmak mecburiyeti ve bütün bunlarla birlikte ve bütün bunlara hâkim, insanın, kendisini de, çocuklarını da, bütün mallarını da İslam yolunun bir mülkü ve hakkı sayma gibi sınırlar, mülkiyet hakkına İslam’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlarla insanın bu hakkı kötüye kullanıp toplumu, öbür insanları ve eşyayı ezmesinin önüne geçilir, insanın bu ve öteki dünyada mutluluğunun tamam olması sağlanır. Şahsi teşebbüs hakkı, insanın İslam’daki değeriyle doğrudan ilgilidir. İslam’da insan en üstün yaratık, Allah’ın Her insan, İslam düzenini, İslam toplumunun yaşama şartlarını sarsmamak şartıyla kendi geçimini sağlamak, dünyadaki tasarruf gücünü ve hakkını kullanmak için birtakım çalışmalara hür olarak girişebilir.
 
Bu teşebbüs hakkı mülkiyet hakkının dinamiğidir. Öldürücü bir rekabet yerine hayırlı bir yarışma halinde, diğer insanlara en faydalı, en iyi, en sağlam, en güzel, en elverişli, en kullanışlı eşyayı yapmak, o eşyayı en ucuz şekilde elde etmek ve piyasaya sürmek, onu en seri bir araçla ulaştırmak için alın teri dökmek, çalışmalar yapmak, serbestçe kararlar almak, bilgiler edinip yeni buluşlar yapmak, bir Müslüman için barış zamanının gereklerindendir. Çalışma kutsaldır. Emek kutsaldır. Bu çalışma yoluyla insan, Allah’ın halifeliğini yerine getirir. İnsan bu şekilde çalışarak zekâtını verir, yani malî ibadetini yapabilir. Bu çalışmayla kendine bağışlanan nimetlerin değerini bilir, kendisine bağışlanan gücün boşa akmamasını sağlar, bu çalışmayla nefsine hâkim olur, bedenini faydalı bir yolda kullanmış olur, Müslümanlara yardımcı olur, çocuklarına ve ailesine olan ödevlerini yerine getirir. Demek ki bu çalışma hakkı da öbür haklar gibi yalnız maddî bir yanı olan bir hak değil, gözle görünmese de o madde akımıyla birlikte insanüstünden gelip ona eklenmiş olan birçok ebedîlik unsuruyla kaplı bir hak ve ödevler bütünüdür. İslâm’ın hak anlayışıyla Batının hak anlayışı arasında temelli bir fark vardır. Batılı hak anlayışı tek taraflıdır ve insana sadece sağlanan fayda demektir. Halbuki İslam’da, Allah’ın bir isminin de Hak olduğu ve hak kelimesinin etimolojik anlamında gerçek anlamının bulunduğu düşünülürse, hak, fayda, ödev ve sorumluluk demektir.
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.