ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Menemen, cuntacının cenazesi, sözde aydınlar ve düşündürdükleri

Günlük, aktüel olayları kısa bir makale olarak yazmanın zorluğunu hep yaşıyorum. Üç olayı fikir zemininde tahlil etme mecburiyeti hasıl oluyor. Cezaevinde ölen 28 Şubat mahkûmu kahraman bir komutan imiş. Sözde ‘irtica’ ile mücadele kapsamında düzenlenen ‘Batı Çalışma Eylemi’ vazifesi de irticayı durdurma ve geriletme. ‘Refahyol hükümetinin değişimi gerekli’ diyerek darbe isteyen, dindar insanları ‘öncelikli düşman’ ilan eden, PKK ve Yunanistan’dan daha tehlikeli gösteren TSK’daki mütedeyyin insanları YAŞ kararlarıyla atılmasını sağlayan adamın cenazesinde yaşananlar. Bu ülke, böyle bir ihanet görmedi. Hem irtica diyerek İslâmî kimlik, hassasiyetler (duyarlıklar) bastırıldı. Bu topraklardan İslâm’ın izini silecek her tür ihanet güvenlik meselesi olarak konumlandırıldı; hem de etnik kimlikler kaşınarak ülke bölünmenin eşiğine fırlatıldı! İşte 28 Şubat’ın iki büyük ihaneti! Eğer bu iki büyük ihanet bütün yönleriyle derinleşmesine sorgulanmazsa, bu ülke, bu tür ihanetlerden hiçbir zaman kurtulamaz. Türkiye’de etkili ve yetkili çevrelere göre, “irtica ile mücadele” Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren ve o yüzden de asla ihmale, savsaklamaya gelmeyen en hayati mesele. “İrtica /fundamentalizm meselesi” artık sadece “Türkiye’nin meselesi” olmaktan çıkarıldı. Küresel güçlerin de temel “güvenlik meselesi” olarak ilan edildi. İslâm dünyasını da işgal ettiler, talan ettiler, paramparça ettiler ve fiilen / siyaseten köleleştirdiler! Hedefleri; birincisi, tarih yapan bir aktör olarak İslâm’ı (yani İslâm medeniyetini) tarihten uzaklaştırmak. İkincisi, Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak. 28 Şubat postmodern darbesiyle de Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırma projesini uyguladılar. Türkiye’nin İslâmî kimliğinin yok edilmesi ihanetini de içimizdeki Batı’nın uşaklarına yaptırdılar.   İlkokul öğrencilerinin camiye götürülmesini ‘Laik eğitim yine hiçe sayıldı’ manşetiyle veren, en küçük bir dinî faaliyeti ‘irtica hortladı’ yaygarasını koparan gazete olarak bilinen paçavralar ve yazılarının başlığını “İrticayı ve Kubilay’ın kesik başını unutmayın!” koyanlar. Yalan ve talan krallığının resmi tarihi de en az kendisi kadar yalan. 23 Aralık 1930 tarihinde Menemen’de olanları anlayabilmek için dönemin siyasal şartlarını iyi bilmek gerek. Suçu muhalefeti destekleyip devlet partisini kovalamak olan Menemen halkı, her şeyiyle sırıtan bir provokasyona kurban edilir. Bu öyle bir provokasyondur ki, yukarılarda yazılan senaryonun başrol oyunculuğuna bölgenin tanınmış esrarkeşleri, eski çete üyeleri seçilmiştir. Haritada Menemen’in yerini dahi gösteremeyen insanlar, Menemen’de sıra sıra kurulan darağacında ipe çekilmiştir. Menemen’de idam edilenler arasında ilçede bakkal dükkânı işleten bir Yahudi de bulunmaktadır: Hayim oğlu Josef. Yahudi vatandaşın asılma gerekçesi Menemen adaletinin mostrasıdır. Provokasyonun başoyuncusu esrarkeş Mehmet, sancağı bağlamak için onun bakkalından ip almıştır; Josef’in tüm suçu budur. Ülkede, bu provokasyon fırsat bilinerek korkunç bir siyasi muhalif avı gerçekleştirilmiş, bu arada memleketin tanınmış alim, fazıl ve arifleri de bu sürek avından canlarını kurtaramamışlardır. Hikâyesi uzun. Takdir siz değerli okuyucularımızın.   “İrtica” meselesinin neden Türkiye gibi Müslüman ülkelerde hayati bir sorun olarak algılandığını anlayabilmek için, soruna doğrudan “irtica” meselesinden değil, laiklik / sekülarizm sorunu açısından bakılması şarttır. Batı’da dine yapıldığı gibi Müslüman toplumlarda Müslümanlığın protestanlaştırılması / sekülerleştirilmesi ve siyasi, toplumsal ve kültürel iddialarından uzaklaştırılarak bireysel alana hapsedilmesidir. Bizim Müslüman kesim alıştırılıp kendi mukaddeslerinden uzaklaştırılarak ‘paganizm/sekülerizm’ denilen yapay kutsallar yerleştiriliyor. Son dönemde hem de bu iktidar döneminde bizlere, gençlerimize yaşatan/yaşatılan ve eleştirel yaklaşımdan uzak tutulan da bu! Kemalizm-laiklik-demokrasi. Toplumun bütün müşterekleri, ortak değerleri hızla yok oluyor. Toplum, toplumun geleceği demek olan gençlerimiz, bu toplumu bin yıl ayakta tutan ve bu toprakları bize vatan yapan ruhunu yani İslâmî iddialarını ve rüyalarını yitiriyor. Kimliksiz, kişiliksiz, ruhsuz, ülkesiz, idealsiz bir kuşakla tam bir çıkmaz sokağa doğru sürükleniyor. “Bu toplum, eğitim sistemini, kültür, sanat ve medya hayatını, insanlığın şiddetle ihtiyaç hissettiği bizim evrensel medeniyet değerlerimiz, ruh köklerimiz ekseninde yeniden inşa edemezse, varlığımızı sürdürebilmemiz bile tehlikeye girer. O yüzden, bu ülkenin eğitim, kültür, gençlik sorunu, terörden de, ekonomik krizlerden de önemlidir ve millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir!” Bu meseleye kafa yormak, çare bulmak, bu milletin derdiyle dertlenmek şarttır. Türkiye’nin en önemli sorunu; sözüm ona aydınları, okumuş-yazmışları! Zihnî felç geçiren hem de bu sebeple Türkiye’yi felç eden aydınlarının acınası durumlarının farkında olmadan hiçbir meselemiz çözülemez. Kendini de, dünyayı da tanıyamayan bir aydın tipi, yalnızca uşaklığını yaptıkları emperyalist güçlerin sözcülüğünü ve gözcülüğünü yaparlar. Bizim aydınımız olamazlar. Bize, içinde yaşadığı, havasını soluduğu, suyunu içtiği, ekmeğini yediği, varlığını borçlu olduğu toplumu aşağılayan, toplumun bin yıllık birikimini yok sayan hatta bu birikimi yıkmaktan kaçınmayan hilkat garibeleri, bir şey söyleyemezler. Aksine, söylenebilecek güzel sözlerin, yapılabilecek güzel işlerin önünü tıkarlar. Putlaştırılan laik devrimler, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etti. Bizi bizden, bizi biz kılan ruh köklerimizden uzaklaştırdı. Bu ülke Batılılar tarafından fiilen işgal edilemedi ama zihnen işgal edildi. Bu zihnî işgal sürüyor. İslâm medeniyetini uygulayan Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Cumhuriyet tarihi; mutlaka bağırıp çığırmadan seviyeli ilim ve fikir adamlarıyla incelenip tahlili yapılmalı. Tabii ezberletilen, slogan hale getirilerek kutsallaştırılan kavramlardan kurtularak. Savrulmanın, yolunu şaşırmanın, yoldan çıkmanın ve itilip-kakılmanın sebep ve sonuçları araştırılarak. Şu aydın bozuntuların sesi kesilerek. Bizim aydınımız olabilmenin ilk şartı, kendi değerleriyle toplumunu buluşturmak. Dinimizin aslî unsurlarını ihya etmek. Hayat tarzımızın dinimiz İSLÂM, bizi bitiren ve bitecek olan “Batı uygarlığı”nın yerine kendi medeniyetimize dönme olduğunun şuurunu yaşamak/yaşatmak. 
Ekleme Tarihi: 28 Aralık 2022 - Çarşamba

Menemen, cuntacının cenazesi, sözde aydınlar ve düşündürdükleri

Günlük, aktüel olayları kısa bir makale olarak yazmanın zorluğunu hep yaşıyorum. Üç olayı fikir zemininde tahlil etme mecburiyeti hasıl oluyor. Cezaevinde ölen 28 Şubat mahkûmu kahraman bir komutan imiş. Sözde ‘irtica’ ile mücadele kapsamında düzenlenen ‘Batı Çalışma Eylemi’ vazifesi de irticayı durdurma ve geriletme. ‘Refahyol hükümetinin değişimi gerekli’ diyerek darbe isteyen, dindar insanları ‘öncelikli düşman’ ilan eden, PKK ve Yunanistan’dan daha tehlikeli gösteren TSK’daki mütedeyyin insanları YAŞ kararlarıyla atılmasını sağlayan adamın cenazesinde yaşananlar. Bu ülke, böyle bir ihanet görmedi. Hem irtica diyerek İslâmî kimlik, hassasiyetler (duyarlıklar) bastırıldı. Bu topraklardan İslâm’ın izini silecek her tür ihanet güvenlik meselesi olarak konumlandırıldı; hem de etnik kimlikler kaşınarak ülke bölünmenin eşiğine fırlatıldı! İşte 28 Şubat’ın iki büyük ihaneti! Eğer bu iki büyük ihanet bütün yönleriyle derinleşmesine sorgulanmazsa, bu ülke, bu tür ihanetlerden hiçbir zaman kurtulamaz. Türkiye’de etkili ve yetkili çevrelere göre, “irtica ile mücadele” Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren ve o yüzden de asla ihmale, savsaklamaya gelmeyen en hayati mesele. “İrtica /fundamentalizm meselesi” artık sadece “Türkiye’nin meselesi” olmaktan çıkarıldı. Küresel güçlerin de temel “güvenlik meselesi” olarak ilan edildi. İslâm dünyasını da işgal ettiler, talan ettiler, paramparça ettiler ve fiilen / siyaseten köleleştirdiler! Hedefleri; birincisi, tarih yapan bir aktör olarak İslâm’ı (yani İslâm medeniyetini) tarihten uzaklaştırmak. İkincisi, Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak. 28 Şubat postmodern darbesiyle de Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırma projesini uyguladılar. Türkiye’nin İslâmî kimliğinin yok edilmesi ihanetini de içimizdeki Batı’nın uşaklarına yaptırdılar. 

 İlkokul öğrencilerinin camiye götürülmesini ‘Laik eğitim yine hiçe sayıldı’ manşetiyle veren, en küçük bir dinî faaliyeti ‘irtica hortladı’ yaygarasını koparan gazete olarak bilinen paçavralar ve yazılarının başlığını “İrticayı ve Kubilay’ın kesik başını unutmayın!” koyanlar. Yalan ve talan krallığının resmi tarihi de en az kendisi kadar yalan. 23 Aralık 1930 tarihinde Menemen’de olanları anlayabilmek için dönemin siyasal şartlarını iyi bilmek gerek. Suçu muhalefeti destekleyip devlet partisini kovalamak olan Menemen halkı, her şeyiyle sırıtan bir provokasyona kurban edilir. Bu öyle bir provokasyondur ki, yukarılarda yazılan senaryonun başrol oyunculuğuna bölgenin tanınmış esrarkeşleri, eski çete üyeleri seçilmiştir. Haritada Menemen’in yerini dahi gösteremeyen insanlar, Menemen’de sıra sıra kurulan darağacında ipe çekilmiştir. Menemen’de idam edilenler arasında ilçede bakkal dükkânı işleten bir Yahudi de bulunmaktadır: Hayim oğlu Josef. Yahudi vatandaşın asılma gerekçesi Menemen adaletinin mostrasıdır. Provokasyonun başoyuncusu esrarkeş Mehmet, sancağı bağlamak için onun bakkalından ip almıştır; Josef’in tüm suçu budur. Ülkede, bu provokasyon fırsat bilinerek korkunç bir siyasi muhalif avı gerçekleştirilmiş, bu arada memleketin tanınmış alim, fazıl ve arifleri de bu sürek avından canlarını kurtaramamışlardır. Hikâyesi uzun. Takdir siz değerli okuyucularımızın.  

“İrtica” meselesinin neden Türkiye gibi Müslüman ülkelerde hayati bir sorun olarak algılandığını anlayabilmek için, soruna doğrudan “irtica” meselesinden değil, laiklik / sekülarizm sorunu açısından bakılması şarttır. Batı’da dine yapıldığı gibi Müslüman toplumlarda Müslümanlığın protestanlaştırılması / sekülerleştirilmesi ve siyasi, toplumsal ve kültürel iddialarından uzaklaştırılarak bireysel alana hapsedilmesidir. Bizim Müslüman kesim alıştırılıp kendi mukaddeslerinden uzaklaştırılarak ‘paganizm/sekülerizm’ denilen yapay kutsallar yerleştiriliyor. Son dönemde hem de bu iktidar döneminde bizlere, gençlerimize yaşatan/yaşatılan ve eleştirel yaklaşımdan uzak tutulan da bu! Kemalizm-laiklik-demokrasi. Toplumun bütün müşterekleri, ortak değerleri hızla yok oluyor. Toplum, toplumun geleceği demek olan gençlerimiz, bu toplumu bin yıl ayakta tutan ve bu toprakları bize vatan yapan ruhunu yani İslâmî iddialarını ve rüyalarını yitiriyor. Kimliksiz, kişiliksiz, ruhsuz, ülkesiz, idealsiz bir kuşakla tam bir çıkmaz sokağa doğru sürükleniyor. “Bu toplum, eğitim sistemini, kültür, sanat ve medya hayatını, insanlığın şiddetle ihtiyaç hissettiği bizim evrensel medeniyet değerlerimiz, ruh köklerimiz ekseninde yeniden inşa edemezse, varlığımızı sürdürebilmemiz bile tehlikeye girer. O yüzden, bu ülkenin eğitim, kültür, gençlik sorunu, terörden de, ekonomik krizlerden de önemlidir ve millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir!” Bu meseleye kafa yormak, çare bulmak, bu milletin derdiyle dertlenmek şarttır. Türkiye’nin en önemli sorunu; sözüm ona aydınları, okumuş-yazmışları! Zihnî felç geçiren hem de bu sebeple Türkiye’yi felç eden aydınlarının acınası durumlarının farkında olmadan hiçbir meselemiz çözülemez. Kendini de, dünyayı da tanıyamayan bir aydın tipi, yalnızca uşaklığını yaptıkları emperyalist güçlerin sözcülüğünü ve gözcülüğünü yaparlar. Bizim aydınımız olamazlar. Bize, içinde yaşadığı, havasını soluduğu, suyunu içtiği, ekmeğini yediği, varlığını borçlu olduğu toplumu aşağılayan, toplumun bin yıllık birikimini yok sayan hatta bu birikimi yıkmaktan kaçınmayan hilkat garibeleri, bir şey söyleyemezler. Aksine, söylenebilecek güzel sözlerin, yapılabilecek güzel işlerin önünü tıkarlar. Putlaştırılan laik devrimler, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etti. Bizi bizden, bizi biz kılan ruh köklerimizden uzaklaştırdı. Bu ülke Batılılar tarafından fiilen işgal edilemedi ama zihnen işgal edildi. Bu zihnî işgal sürüyor. İslâm medeniyetini uygulayan Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Cumhuriyet tarihi; mutlaka bağırıp çığırmadan seviyeli ilim ve fikir adamlarıyla incelenip tahlili yapılmalı. Tabii ezberletilen, slogan hale getirilerek kutsallaştırılan kavramlardan kurtularak. Savrulmanın, yolunu şaşırmanın, yoldan çıkmanın ve itilip-kakılmanın sebep ve sonuçları araştırılarak. Şu aydın bozuntuların sesi kesilerek. Bizim aydınımız olabilmenin ilk şartı, kendi değerleriyle toplumunu buluşturmak. Dinimizin aslî unsurlarını ihya etmek. Hayat tarzımızın dinimiz İSLÂM, bizi bitiren ve bitecek olan “Batı uygarlığı”nın yerine kendi medeniyetimize dönme olduğunun şuurunu yaşamak/yaşatmak. 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.