ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Mübarek gün ve gecelerdeki duygular, düşünceler

Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamdü senalar olsun. Bize iman ve İslam nimetini verdiği için. Bize Hz. Muhammed aleyhisselamı, Kur’an-ı Kerim’i gönderdiği için hamd-ü senalar olsun. Bize nimete erdiklerinin yolunu nasib eylediği için, Yüce Rabbimize hamd ü senalar olsun. Hiçbir Müslüman me’yus ve münkesir olmamalıdır. Muzdarip olabilir, mahzun olabilir, mükedder olabilir. Ama me’yus ve münkesir olmak yok! Şükrünü edaya güç yetiremeyeceğimiz nimetlere sahibiz. Onları düşünerek, kadrini-kıymetini bilmeliyiz. Bu dünyanın gerçek manası imanlı yaşamaktır. Ötesi ona göre derece derece mana payı alır. Gayelerin gayesi imandır, imanın kemalidir, iman selametidir, imanın şuurudur. Allah’ın muhlis kulları olmaktır. Bundan sonra ne varsa ona göre var. Ondan mana ve nasib alabildiği kadar var. Bu dünya bizim için yaratıldı. Bize musahhar kılındı. Biz; iman için kulluk için, o yolda tekâmül için yaratıldık. Nizam budur, hilkatin hikmeti budur. Kim olduğumuza, nerede, niçin bulunduğumuza dikkat edelim, içimizdeki iman ışığı önümüzü aydınlatmaya yetecektir. Hucurât suresindeki şu ayetin mealini düşünelim ve gereğini yerine getirelim. “Bütün mü’minler kesinlikle kardeştirler. Öyleyse kardeşleriniz arasında sulhu, barışı sağlayın, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkilerini düzeltin, geliştirin. Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Ola ki, ilâhî merhamete mazhar olursunuz.” Enfal suresi 73. Ayetin mealini de unutmayalım. “Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenler, kâfirler, aslında birbirlerinin dostu, müttefikidirler, birbirlerinin haklarını menfaatlerini korurlar. Eğer siz de, öyle ittifaklar yapmaz, haklarınızı ve menfaatlerinizi koruyacak teşkilât ve otoriteye sahip olmaz, kamu görevlerini icrada Müslümanlara yetki vermezseniz, ülkede, yeryüzünde temel hak ve özgürlükler tecavüze maruz kalır, baskı, zulüm ve işkence doğar, büyük bir kargaşa ve dengesizlik baş gösterir.” Son yaşadığımız Kur’an-ı Kerim’in yakılması, bu olaya gösterilen tepkileri tahlil ettiğimizde; yapmamız gereken görevlerimizi, “şahsiyetli Müslüman olma” kimliğimizi, kişiliğimizi ortaya koymalıyız. İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milletinin korkusunu taşıyan Batı ve içimizdeki Batı uşaklarını görünce ayetlerin bugün nazil olmuş gibi tazeliğini, canlılığını ve hayat tarzımız olması gerektiğini gösteriyor. Yeryüzünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de “mazlumun yanında, zalimin karşısında” oluşu bütün “şer ittifaklarını da korkutuyor. Korkunun ecele faydası yok. Muvaffakiyet Allah’tandır. Şuayb aleyhisselam kavmine: (Hud suresi 88. Ayet) “Ey kavmim, hiç düşündünüz mü, eğer ben Rabbimden gelen apaçık hak bir delile, kitap ve şeriata dayanarak görevimi yapıyorsam, O bana, helâl ticaret-kazanç yolu göstererek tarafından güzel bir rızık vermişse, bunu haram ile şüpheli hale getirmek bana yakışır mı? Ben, ilahi ilmin-hikmetin gereği sizi men ettiğim şeylerin aksini yapan kimse durumuna düşmek istemem. Ben sadece gücümün yettiği sürece sizi ıslah etmeye çalışacağım. Ancak Allah’ın yardımı ile başaracağım. O’na dayanıp güvendim, işlerimi O’na havale ettim. Sadece O’na sığınır, O’na boyun eğerim” dedi. Tehlikelerle dolu bir dünyada, nasiplere erdirilmişiz. Şaşırabilirdik, rastlamayabilirdik, kapılabilirdik. İmtihanlar ve tuzaklar dünkünden çok daha fazla, çok daha ağır. Maddeten veya manen, zahiren veya ruhen, doğrudan veya dolaylı olarak, maneviyat kahramanlarının tesirleriyle buluşturulmuşuz. Tertib-i İlahi elimizden tutmuş, bizi, rahmet mecralarının bir kenarına götürmüş. Şükürden aciziz, ama bu halin şuurunda olmaya mecburuz. Mazhar kılındığımız nimetlere liyakat yolunda, gayret göstermeye mecburuz. Bunca himaye ve lütuf sonrasında gafletten büyük bela olmaz. Bunu hiç unutmayalım. Mazeretimiz yoktur. Her mümin için bir gayret ve tekâmül vazifesi mutlaka vardır. Ahlakın da, ilmin de tefekkürün de, her şeyin madeni ve cevheri imandır. İyi-güzel-doğru ne varsa, oradan gelir, oraya gider. Mücadelenin başarısı, gafletten tam kurtulmaya bağlıdır. Kurtulmaya ve şuurlanmaya… Gaflet, insanın kendi kendine zulmetmesidir. Kendi kendine zulmeden, başkasının zulmünden nasıl ve ne hakla şikâyet edecek? Sevgili Peygamberimiz zamanımızın imtihanlarını bildirdi. “Mal sevgisi” dedi. Dikkat edelim mal sevgisine! Dünyevileşmemize, refah ve konfor düşkünlüğümüze. Bir derdimiz var burada. “Dikkat edin!” ihbarında hikmet var. “Dünyaperest” olmamaya işaret buyurdu. Bu bir gizli tehlikedir, dikkat edelim. Putperestlik açıktır. Dünyaperestlik gizlidir, sızar, dolanır, hulül eder, nüfuz eder. Bütün gerçek sevgiler, Allah sevgisi ile hasıl olur. Yalan sevgilere, ifrat ve tefritlere dikkat edelim. Tekneyi yüzdürecek olan su, teknenin içine girerse onu batırır. Madde budur işte! Tefrik zor değildir, zorlaştırılmamıştır bizim işimiz. Zorlaştıran kendimiziz. Her şeye rağmen bu zorlukları aşıp, bu imtihanları kazanacağız inşaallah! Manevi meseleyi halletsek, diğer meseleler tıpış-tıpış hal yoluna girer. Her şey oraya bağlı. Maddi meseleler, hangi sistematik çerçeve içinde olursa olsun, insana bağlı. İnsanın ruhuna, ahlakına, vicdanına, seciyesine, seviyesine bağlı. Başkası bize zulmediyor. Ama önce biz kendi kendimize zulmediyoruz. Nesiller heder oldu. İnsanlarımız acılı bedeller ödedi. Umutlar, müjdeler ertelendi, idealler yozlaştı. Bir düğme olsa ve ona basınca istenilen gerçekleşiverse. Ben de “kendin için istediğini başkası için de istemek, kendin için istemediğini başkası için de istememek” kaidesinin yürürlüğe konulacağı düğmeye bassam, ne olur? Sadece bu, sadece bu kaide uygulansa. Ne olur? Ortalık cennete döner! Bu kaideyi sadece inananlar tam olarak uygulasa, yine de kâfi gelir. Fakat olmuyor işte! Niçin olmadığını da anlamak, teşhis etmek pek işimize gelmiyor. Dönüyoruz, koca-koca meselelerin tahliline, münakaşasına. Nasıl kurtulur memleket, nasıl kurtulur inananlar, nasıl kurtulur cihan? Önce kendini bir düzeltsene. Kalbin ne olduğunu bildiğin halde kalp kırmaktan vazgeçsene. Yüksek matematik hesabı yapar gibi mükellefiyetten vâreste hâle gelmenin formüllerini arayacağına şu yanındakinin elinden tutsana. “Hüsnüzan imandandır” ölçüsünü hatırlayıp, etrafına daha bir güzelce bakmayı öğrensene. Kendine hoş gelmeyeni başkasına yapmasana, kendine hoş geleni başkaları için istesene. Bütün bu isteklerimizin gerçekleşeceği Ramazan-ı Şerif’in rahmet ve bereket rüzgârlarını-esintilerini-aydınlıklarını hasret ve hararetle bekliyoruz.
Ekleme Tarihi: 27 Ocak 2023 - Cuma

Mübarek gün ve gecelerdeki duygular, düşünceler

Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamdü senalar olsun. Bize iman ve İslam nimetini verdiği için. Bize Hz. Muhammed aleyhisselamı, Kur’an-ı Kerim’i gönderdiği için hamd-ü senalar olsun. Bize nimete erdiklerinin yolunu nasib eylediği için, Yüce Rabbimize hamd ü senalar olsun. Hiçbir Müslüman me’yus ve münkesir olmamalıdır.

Muzdarip olabilir, mahzun olabilir, mükedder olabilir. Ama me’yus ve münkesir olmak yok! Şükrünü edaya güç yetiremeyeceğimiz nimetlere sahibiz. Onları düşünerek, kadrini-kıymetini bilmeliyiz. Bu dünyanın gerçek manası imanlı yaşamaktır. Ötesi ona göre derece derece mana payı alır. Gayelerin gayesi imandır, imanın kemalidir, iman selametidir, imanın şuurudur. Allah’ın muhlis kulları olmaktır. Bundan sonra ne varsa ona göre var. Ondan mana ve nasib alabildiği kadar var. Bu dünya bizim için yaratıldı. Bize musahhar kılındı. Biz; iman için kulluk için, o yolda tekâmül için yaratıldık. Nizam budur, hilkatin hikmeti budur. Kim olduğumuza, nerede, niçin bulunduğumuza dikkat edelim, içimizdeki iman ışığı önümüzü aydınlatmaya yetecektir. Hucurât suresindeki şu ayetin mealini düşünelim ve gereğini yerine getirelim.

“Bütün mü’minler kesinlikle kardeştirler. Öyleyse kardeşleriniz arasında sulhu, barışı sağlayın, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkilerini düzeltin, geliştirin. Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Ola ki, ilâhî merhamete mazhar olursunuz.” Enfal suresi 73. Ayetin mealini de unutmayalım. “Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenler, kâfirler, aslında birbirlerinin dostu, müttefikidirler, birbirlerinin haklarını menfaatlerini korurlar. Eğer siz de, öyle ittifaklar yapmaz, haklarınızı ve menfaatlerinizi koruyacak teşkilât ve otoriteye sahip olmaz, kamu görevlerini icrada Müslümanlara yetki vermezseniz, ülkede, yeryüzünde temel hak ve özgürlükler tecavüze maruz kalır, baskı, zulüm ve işkence doğar, büyük bir kargaşa ve dengesizlik baş gösterir.” Son yaşadığımız Kur’an-ı Kerim’in yakılması, bu olaya gösterilen tepkileri tahlil ettiğimizde; yapmamız gereken görevlerimizi, “şahsiyetli Müslüman olma” kimliğimizi, kişiliğimizi ortaya koymalıyız.

İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milletinin korkusunu taşıyan Batı ve içimizdeki Batı uşaklarını görünce ayetlerin bugün nazil olmuş gibi tazeliğini, canlılığını ve hayat tarzımız olması gerektiğini gösteriyor. Yeryüzünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de “mazlumun yanında, zalimin karşısında” oluşu bütün “şer ittifaklarını da korkutuyor. Korkunun ecele faydası yok. Muvaffakiyet Allah’tandır. Şuayb aleyhisselam kavmine: (Hud suresi 88. Ayet) “Ey kavmim, hiç düşündünüz mü, eğer ben Rabbimden gelen apaçık hak bir delile, kitap ve şeriata dayanarak görevimi yapıyorsam, O bana, helâl ticaret-kazanç yolu göstererek tarafından güzel bir rızık vermişse, bunu haram ile şüpheli hale getirmek bana yakışır mı? Ben, ilahi ilmin-hikmetin gereği sizi men ettiğim şeylerin aksini yapan kimse durumuna düşmek istemem. Ben sadece gücümün yettiği sürece sizi ıslah etmeye çalışacağım. Ancak Allah’ın yardımı ile başaracağım. O’na dayanıp güvendim, işlerimi O’na havale ettim. Sadece O’na sığınır, O’na boyun eğerim” dedi.

Tehlikelerle dolu bir dünyada, nasiplere erdirilmişiz. Şaşırabilirdik, rastlamayabilirdik, kapılabilirdik. İmtihanlar ve tuzaklar dünkünden çok daha fazla, çok daha ağır. Maddeten veya manen, zahiren veya ruhen, doğrudan veya dolaylı olarak, maneviyat kahramanlarının tesirleriyle buluşturulmuşuz. Tertib-i İlahi elimizden tutmuş, bizi, rahmet mecralarının bir kenarına götürmüş. Şükürden aciziz, ama bu halin şuurunda olmaya mecburuz. Mazhar kılındığımız nimetlere liyakat yolunda, gayret göstermeye mecburuz. Bunca himaye ve lütuf sonrasında gafletten büyük bela olmaz. Bunu hiç unutmayalım. Mazeretimiz yoktur. Her mümin için bir gayret ve tekâmül vazifesi mutlaka vardır. Ahlakın da, ilmin de tefekkürün de, her şeyin madeni ve cevheri imandır. İyi-güzel-doğru ne varsa, oradan gelir, oraya gider. Mücadelenin başarısı, gafletten tam kurtulmaya bağlıdır. Kurtulmaya ve şuurlanmaya… Gaflet, insanın kendi kendine zulmetmesidir. Kendi kendine zulmeden, başkasının zulmünden nasıl ve ne hakla şikâyet edecek?

Sevgili Peygamberimiz zamanımızın imtihanlarını bildirdi. “Mal sevgisi” dedi. Dikkat edelim mal sevgisine! Dünyevileşmemize, refah ve konfor düşkünlüğümüze. Bir derdimiz var burada. “Dikkat edin!” ihbarında hikmet var. “Dünyaperest” olmamaya işaret buyurdu. Bu bir gizli tehlikedir, dikkat edelim. Putperestlik açıktır. Dünyaperestlik gizlidir, sızar, dolanır, hulül eder, nüfuz eder. Bütün gerçek sevgiler, Allah sevgisi ile hasıl olur. Yalan sevgilere, ifrat ve tefritlere dikkat edelim.

Tekneyi yüzdürecek olan su, teknenin içine girerse onu batırır. Madde budur işte! Tefrik zor değildir, zorlaştırılmamıştır bizim işimiz. Zorlaştıran kendimiziz. Her şeye rağmen bu zorlukları aşıp, bu imtihanları kazanacağız inşaallah! Manevi meseleyi halletsek, diğer meseleler tıpış-tıpış hal yoluna girer. Her şey oraya bağlı. Maddi meseleler, hangi sistematik çerçeve içinde olursa olsun, insana bağlı. İnsanın ruhuna, ahlakına, vicdanına, seciyesine, seviyesine bağlı. Başkası bize zulmediyor. Ama önce biz kendi kendimize zulmediyoruz. Nesiller heder oldu. İnsanlarımız acılı bedeller ödedi. Umutlar, müjdeler ertelendi, idealler yozlaştı. Bir düğme olsa ve ona basınca istenilen gerçekleşiverse. Ben de “kendin için istediğini başkası için de istemek, kendin için istemediğini başkası için de istememek” kaidesinin yürürlüğe konulacağı düğmeye bassam, ne olur?

Sadece bu, sadece bu kaide uygulansa. Ne olur? Ortalık cennete döner! Bu kaideyi sadece inananlar tam olarak uygulasa, yine de kâfi gelir. Fakat olmuyor işte! Niçin olmadığını da anlamak, teşhis etmek pek işimize gelmiyor. Dönüyoruz, koca-koca meselelerin tahliline, münakaşasına. Nasıl kurtulur memleket, nasıl kurtulur inananlar, nasıl kurtulur cihan? Önce kendini bir düzeltsene. Kalbin ne olduğunu bildiğin halde kalp kırmaktan vazgeçsene. Yüksek matematik hesabı yapar gibi mükellefiyetten vâreste hâle gelmenin formüllerini arayacağına şu yanındakinin elinden tutsana. “Hüsnüzan imandandır” ölçüsünü hatırlayıp, etrafına daha bir güzelce bakmayı öğrensene. Kendine hoş gelmeyeni başkasına yapmasana, kendine hoş geleni başkaları için istesene. Bütün bu isteklerimizin gerçekleşeceği Ramazan-ı Şerif’in rahmet ve bereket rüzgârlarını-esintilerini-aydınlıklarını hasret ve hararetle bekliyoruz.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.