Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/kâfir mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz. Menfaatler çatıştığında onları tercih edemez, onlara yaranmak ve benimsenmek için müdahanede bulunamaz.
Kur’an-ı Kerim’de tevhid ve şirk bahislerinden sonra üzerinde en çok durulan konu, Mü’minlerin kâfirlerle mesafeli durmaları, bu mesafenin de korunması mecburiyetidir. Hangi mülahaza ile olursa olsun bu hakikat örtülemez. Yaşadığımız çağın bize açtığı problemlerden biri, küfür ehli ile beraberliğimizi sorunsuz, engelsiz duruma getirecek şartlara itilmiş olmamızdır. Kitabımız Kur’an-ı Kerim, kâfirlerle dostluğu, onların mü’minlere karşı oluşlarına rağmen beraber hareket etmelerini önemli bir akide sorunu olarak önümüze koymakta ve iman ile ilgili kavramlarla da uyarı konusu hâline getirmektedir. Küfür cephesinin İslam’a ve Müslüman’a bakışında hiçbir değişiklik yoktur. Onların içlerindeki kin ve imha ruhu değişmemişken hatta daha derin bir şekilde sistemleşip örgütlenmişken, bu plan ve projelerini emperyalist devletlerin himayesinde yürütürken mü’minlerin direkt veya dolaylı bunların emrine girmeleri, aradaki mesafeyi kaldırmaları, menfaatleri uğruna onlarla hemhal olmaları ibretlikdir. Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü’minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslüman’dan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Müslüman’ın imanın şerefini korumakta yanlışa düşebileceği noktalara karşı uyarılmasındaki hikmetlerin kavranması şarttır. İman ve küfrü iki ayrı cephe olarak görmek, bu cepheler arasındaki sürtüşmenin ebediyete kadar süreceğini, sürtüşmenin genellikle savaşlardan çok, kültürler arası sürtüşmeler olarak ortaya çıkacağını idrak etmektir. Kâfirlere karşı imanın vakarını kaybetmenin her çeşidi, mü’min için tehlikedir. Mü’min kendini korumalı, çevresinin mü’min çevre olmaktan uzaklaşmasına karşı hassas olmalıdır. Çünkü mü’min, bir kere erimeye yüz tuttuktan sonra geri dönüşü zor olan bir yola girer. Yanlışını kabul etmez yahut her yanlışına yeni bir mazeret üretir, hikmet arar. Yanlışta hikmet arama! Mü’minlerin karşısında, onların yanında olmaları, büyük bir faciadır. Kâfirlerin zulümlerine yardımcı, sömürülerine âlet olmaları, onları över duruma gelmeleri de bu faciayı gittikçe derinleştirmektedir. Hak ve hakikatin üzerine titremeye mecburuz. Zalimin, bâtılın, yanlışın çirkinin karşısında yer alma bizim olmazsa olmazımız. Gerçekte onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Kim onları dost edinirse onlardandır. Kalplerinde hastalık bulunanlar, onlarla dostluklarını, beraberliklerini tevil ederler. Bunu da gücün onlara geçmesi durumuna karşı bir tedbir olarak yaptıklarını söylerler. Bu çelişkilerin sahipleri, Allah’ın hükmü gerçekleştiği, niyetleri ortaya çıktığında, içlerindeki hıyanetten pişman olacaklardır. Bizim onlarla münasebetlerimizin, onların içindeki küfrü yok sayarak devam etmesinin en önemli sakıncası, onların birbirlerinin dostları olmalarıdır. Onlarla dost olanlar için “onlardandır” deyimi kullanılmıştır. Zira onlar, kendilerinden yapamadıkları kimse için beraberlik zemini oluşturmazlar. Nasıl mü’minlerin hedefi, bir mü’min daha kazanmak ise onların da şeytanlarından aldıkları talimat ‘bir kâfir daha kazanmak’ şeklindedir.
“Müminler ancak kardeştirler. Müslümanlar tek millettir. Zulüm, küfür tek bir millettir”
“Onlar, size fenalık etmekten, ortalık bulandırmaktan, bozgunculuk etmekten geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri düşmanlıkları ise, daha fazladır. Aklınızı kullanırsanız eğer, size karşı azılı düşman olduklarının delillerini açıkladığımızı anlayacaksınız.” (3 Ali İmran 118)
Ülkesini, milletini, devletini, vatanını seven herkesin bu hizmetleri yapanlara sahip çıkması, yanlarında olması, iç ve dış şer güçlere tavır koyması şarttır. Hırs ve ihtirasın sağduyu sahibi insanları ne hale getirdiğini buradan da anlayabiliriz.
Türkiye’yi ve liderini dünyanın konuştuğu, sayılı devletlerden görülür hale geldiği ülkesini devletini düşünenler elbette ki bu hizmeti yapanları bağrına basmaz mı? Vatanı böldürtmeyen, bayrağı indirtmeyen, ezanı susturtmayan verdiği şehitler ve gazilerle bu istikamette yürüyenlere nasıl sahip çıkılmaz? Meşru zeminde, ezberledikleri Batı kavramlarıyla konuşanların kutsal hale getirdikleri ‘demokrasi’ ile iktidar olamayanların Batı uşaklığı yapmalarını sineye çekemeyiz. Milletine, devletine, kutsallarına küfredenlere ev sahipliği yapmalar, görüntü vermeler; içindeki hırs ve ihtirasın yüzünden bu din düşmanlarına tâbi olur hâle gelmedir. Mü’min tavrı; doğrunun, hak ve hakikatin yanında olmak, yanlışın, çirkinin, bâtılın karşısında durmaktır. Siyaseti de araç olarak görmek, amaç olmadığını unutmamaktır.
Bizler, milletimizin, ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızın farkında olmaya devam edelim. Bizi birbirimize düşürmek isteyenlere inat, gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin sımsıkı kenetleyelim. Ahde vefâ hasletinden mahrum olanlar, dostluktan ve dâva adamlığından hiçbir şey anlamaz. Böyleleriyle yola çıkılmaz, böylelerine bilgi - düşünce – duygu - vazife tevdî edilmez; böylelerinden, üstün vazife şuûru ve idealizm hassasiyeti beklenemez. Müslüman zalimler önünde zillete düşmedi. Sabrettiler. Sabır direniş demekti. Alçalmaya, küçülmeye, zillete karşı direndiler ve kazananlar direnenler oldu.
Anasayfa
Yazarlar
Yaşar Değirmenci
Yazı Detayı
Bu yazı 8842+ kez okundu.
Mü’min tavrı; doğrunun, hak ve hakikatin yanında olmaktır!
Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/kâfir mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz. Menfaatler çatıştığında onları tercih edemez, onlara yaranmak ve benimsenmek için müdahanede bulunamaz.
Kur’an-ı Kerim’de tevhid ve şirk bahislerinden sonra üzerinde en çok durulan konu, Mü’minlerin kâfirlerle mesafeli durmaları, bu mesafenin de korunması mecburiyetidir. Hangi mülahaza ile olursa olsun bu hakikat örtülemez. Yaşadığımız çağın bize açtığı problemlerden biri, küfür ehli ile beraberliğimizi sorunsuz, engelsiz duruma getirecek şartlara itilmiş olmamızdır. Kitabımız Kur’an-ı Kerim, kâfirlerle dostluğu, onların mü’minlere karşı oluşlarına rağmen beraber hareket etmelerini önemli bir akide sorunu olarak önümüze koymakta ve iman ile ilgili kavramlarla da uyarı konusu hâline getirmektedir. Küfür cephesinin İslam’a ve Müslüman’a bakışında hiçbir değişiklik yoktur. Onların içlerindeki kin ve imha ruhu değişmemişken hatta daha derin bir şekilde sistemleşip örgütlenmişken, bu plan ve projelerini emperyalist devletlerin himayesinde yürütürken mü’minlerin direkt veya dolaylı bunların emrine girmeleri, aradaki mesafeyi kaldırmaları, menfaatleri uğruna onlarla hemhal olmaları ibretlikdir. Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü’minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslüman’dan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Müslüman’ın imanın şerefini korumakta yanlışa düşebileceği noktalara karşı uyarılmasındaki hikmetlerin kavranması şarttır. İman ve küfrü iki ayrı cephe olarak görmek, bu cepheler arasındaki sürtüşmenin ebediyete kadar süreceğini, sürtüşmenin genellikle savaşlardan çok, kültürler arası sürtüşmeler olarak ortaya çıkacağını idrak etmektir. Kâfirlere karşı imanın vakarını kaybetmenin her çeşidi, mü’min için tehlikedir. Mü’min kendini korumalı, çevresinin mü’min çevre olmaktan uzaklaşmasına karşı hassas olmalıdır. Çünkü mü’min, bir kere erimeye yüz tuttuktan sonra geri dönüşü zor olan bir yola girer. Yanlışını kabul etmez yahut her yanlışına yeni bir mazeret üretir, hikmet arar. Yanlışta hikmet arama! Mü’minlerin karşısında, onların yanında olmaları, büyük bir faciadır. Kâfirlerin zulümlerine yardımcı, sömürülerine âlet olmaları, onları över duruma gelmeleri de bu faciayı gittikçe derinleştirmektedir. Hak ve hakikatin üzerine titremeye mecburuz. Zalimin, bâtılın, yanlışın çirkinin karşısında yer alma bizim olmazsa olmazımız. Gerçekte onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Kim onları dost edinirse onlardandır. Kalplerinde hastalık bulunanlar, onlarla dostluklarını, beraberliklerini tevil ederler. Bunu da gücün onlara geçmesi durumuna karşı bir tedbir olarak yaptıklarını söylerler. Bu çelişkilerin sahipleri, Allah’ın hükmü gerçekleştiği, niyetleri ortaya çıktığında, içlerindeki hıyanetten pişman olacaklardır. Bizim onlarla münasebetlerimizin, onların içindeki küfrü yok sayarak devam etmesinin en önemli sakıncası, onların birbirlerinin dostları olmalarıdır. Onlarla dost olanlar için “onlardandır” deyimi kullanılmıştır. Zira onlar, kendilerinden yapamadıkları kimse için beraberlik zemini oluşturmazlar. Nasıl mü’minlerin hedefi, bir mü’min daha kazanmak ise onların da şeytanlarından aldıkları talimat ‘bir kâfir daha kazanmak’ şeklindedir.
“Müminler ancak kardeştirler. Müslümanlar tek millettir. Zulüm, küfür tek bir millettir”
“Onlar, size fenalık etmekten, ortalık bulandırmaktan, bozgunculuk etmekten geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri düşmanlıkları ise, daha fazladır. Aklınızı kullanırsanız eğer, size karşı azılı düşman olduklarının delillerini açıkladığımızı anlayacaksınız.” (3 Ali İmran 118)
Ülkesini, milletini, devletini, vatanını seven herkesin bu hizmetleri yapanlara sahip çıkması, yanlarında olması, iç ve dış şer güçlere tavır koyması şarttır. Hırs ve ihtirasın sağduyu sahibi insanları ne hale getirdiğini buradan da anlayabiliriz.
Türkiye’yi ve liderini dünyanın konuştuğu, sayılı devletlerden görülür hale geldiği ülkesini devletini düşünenler elbette ki bu hizmeti yapanları bağrına basmaz mı? Vatanı böldürtmeyen, bayrağı indirtmeyen, ezanı susturtmayan verdiği şehitler ve gazilerle bu istikamette yürüyenlere nasıl sahip çıkılmaz? Meşru zeminde, ezberledikleri Batı kavramlarıyla konuşanların kutsal hale getirdikleri ‘demokrasi’ ile iktidar olamayanların Batı uşaklığı yapmalarını sineye çekemeyiz. Milletine, devletine, kutsallarına küfredenlere ev sahipliği yapmalar, görüntü vermeler; içindeki hırs ve ihtirasın yüzünden bu din düşmanlarına tâbi olur hâle gelmedir. Mü’min tavrı; doğrunun, hak ve hakikatin yanında olmak, yanlışın, çirkinin, bâtılın karşısında durmaktır. Siyaseti de araç olarak görmek, amaç olmadığını unutmamaktır.
Bizler, milletimizin, ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızın farkında olmaya devam edelim. Bizi birbirimize düşürmek isteyenlere inat, gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin sımsıkı kenetleyelim. Ahde vefâ hasletinden mahrum olanlar, dostluktan ve dâva adamlığından hiçbir şey anlamaz. Böyleleriyle yola çıkılmaz, böylelerine bilgi - düşünce – duygu - vazife tevdî edilmez; böylelerinden, üstün vazife şuûru ve idealizm hassasiyeti beklenemez. Müslüman zalimler önünde zillete düşmedi. Sabrettiler. Sabır direniş demekti. Alçalmaya, küçülmeye, zillete karşı direndiler ve kazananlar direnenler oldu.
Ekleme
Tarihi: 11 Mart 2023 - Cumartesi
Mü’min tavrı; doğrunun, hak ve hakikatin yanında olmaktır!
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.