Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Peygamber Efendimiz bilinmeden tanınmadan yaşanmadan olmaz!

Peygamberimizin veladet/doğum ayı Rebîul Evvel ayı girince her kafadan bir ses çıkıyor, hep mesajlar gönderiliyor. Bir Mümin ve Müslüman olarak beraber düşünüp değerlendirelim. İslâm; belli gün ve gecelerde kutlanan bir din değildir. Peygamber Efendimiz de kandillerde, mevlitlerde hatırlanan bir Peygamber değildir. Hayat nizamı ve hayat tarzı olarak gönderilen Kitabımız Kur’an-ı Kerim de yüzünden okunup geçilen bir kitap değildir. Ölüleri ilgilendiren değil, diriler için gönderilen, ölü hayatı dirilten, yaşanan/yaşatılan hayat kitabımızdır. Karanlık ve karartılmış dünyayı aydınlatmak için gönderilen Peygamberimiz de “Ey peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” (33 Ahzâb 45, 46) Ahirette “uyarılmadığı, bilgi verilmediği yolunda” mazeret ileri sürecek olanlara da Allah Teâlâ peygamberleri ve hepsine birden son peygamberini tanık gösteriyor. Hz. Peygamber’in bu niteliği, onun rabbi nezdindeki değerini gösterir. Çünkü şahitler önce tezkiye edilir, onları tanıyan erdemli kişiler tarafından tanık olabilecekleri ifade edilir. Hz. Peygamber’i tezkiye eden ise bizzat Allah’tır. Hz. Peygamber hem Kur’an âyetlerini tebliğ etmekle hem de bunları açıklayan, canlandıran ifadeleriyle yeteri kadar müjdeci ve uyarıcı olmuştur. Onun tebliği ve açıklamaları itaat edenler için ebedî mutlulukların müjdesi, inkâr ve isyan edenler için ise felâketlerin haberidir. Peygamber efendimiz insanları Allah’a çağırmaktadır; yani O’na iman, ibadet ve itaat etmeye davet etmektedir. Burada dikkat çeken bir kayıt, Peygamber’in bunu Allah’ın izniyle yapmakta olduğudur. Allah bir kuluna insanları kendine çağırma izni, yani bilgisi ve yetkisi vermedikçe kimse bu vazifeyi üstlenemez. Bu konuda ümmete düşen görev, Hz. Peygamber’den öğrendiği şekilde insanları Allah’a çağırmaktır. Öğrenmenin yolu ise her mümine açık olan din ilmini tahsil etmektir. Aslı Kur’an’da ve sahih hadislerde bulunan ve tahsille elde edilen din ilmine uymayan bilgi, sezgi, keşif vb. bilgi yolları, insanları Allah’a çağırmak için yeterli ve geçerli değildir. Beşer bilgisi Allah, varlık, başlangıç ve son, ruh, âhiret, iman, ibadetler, helâller ve haramlar gibi konularda yetersizdir. Bu konularda aydınlığa kavuşmanın, doğru bilgi sahibi olmanın geçerli yolu vahiydir, Peygamber’i dinlemektir. Şu hâlde Peygamber bir ışıktır, insanoğlunun en önemli bilinemezlerine Allah’ın lutfu ve izniyle onun tuttuğu ışık ortalığı aydınlatmaktadır. İslam, hayatı kuşatan bir dindir. Camiden çarşıya, devletin başından dağdaki çobana, imamdan cemaate kadar herkese söyleyeceği sözü olan bir din. Medeniyetler yaptı, şehirler kurdu. Ordular yönetti, ülkeler fethetti. Nerede insan varsa, orada bulunmayı kendine uygun gördü. İslam, önceki dinlerin hepsinin kuşatıcısı, hayatın her alanını dolduran bir din olarak akidesini getirdiği kadar, Şeriat’ını da getirdi. İnsanları ikinci bir sisteme muhtaç bırakmadı. Bu dinin uygulayıcısı, dünyamız ve ahiretimizi kuşatan hayat anlayışımız için tartışmasız önderimiz ve örneğimiz Resûlullah Efendimiz oldu. O, Allah’ın bize ‘üsve-i hasene’ güzel bir örnek olması için gönderdiği Peygamberidir. O’nu sevmemiz; beraberinde örneğimizin, rehberimizin de Peygamberimiz olmasını gerektirir. Toplumumuzdaki çöküş-çürüme ve çözülmenin önüne geçelim. Peygamberimizden başka lider/önder arayarak olmaz. Peygamberimizin dizi dibinde yetişen Ashabı kiram da insanlığın hayrı için çıkarılmış bir ümmetin dine ilk hizmet eden adamları olduklarının farkına vararak bizlere örnek oldular. Ashabı kiram, imandan kaynaklanan kardeşlikleriyle, bâtıla karşı tek vücut olarak cemaat ruhuyla yaşadılar. Fitnelere karşı müteyakkız oldular. Fitneyle karşılaştıklarında da ona teslim olmadılar. Her türlü olumsuzluklarda bile ‘Kur’an ve Sünnet merkezli nasıl yaşanır?’ bize öğrettiler. Melek değillerdi. Onlar, dağların yüklenemediği ‘kulluk yükü’nü taşırken yaptıkları hataları bile ecre dönüştürmeyi bildiler. Bize hayatlarıyla ders verdiler.   Ümmete ilim yolunda hizmet etmiş âlimler, meydanlarda kıvılcımlar saçmış mücahitler de böyledir. İlme düşkünlüklerini, yiğitliklerini kendimize örnek alırız. Taklit edip, yakaladıkları fazileti yakalamaya çalışırız. Ancak, Resûlullah Efendimize uymayan yönlerini de kendimize örnek alamayız. Arı gibi, o çiçekten bu çiçeğe koşar, bal olandan balı alır, gerisini bırakırız. Sadece Resûlullah hariç! O, Allah’ın bize sunduğu olmazsa olmaz örneğimizdir. İslâm’ın nasıl yaşanacağının en güzel ve mükemmel örneği, Resulullah Efendimizdir. Bu hususta ölçü şudur: İslâm’a uymayan beyanlar ve tavırlar, kimden gelirse gelsin reddedilir. İsterse o kişi havada uçsun, denizde yürüsün! Düşünmeye, kıyaslamaya, sorgulamaya, özeleştiriye, beşerî zaaflarımızı ve şuuraltımızı bir denge noktasında kıvamlandırıp fazilet ve güzellikler hâline dönüştürmeye o kadar ihtiyacımız var ki… Allah Rasulü’nün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Rasulüllah Efendimiz’in hayatı hep ifrat ve tefritten uzak, ‘itidal hayatı’dır. Bir tek tavrını,  sözünü, işaretini gösteremezsiniz ki itidal güzelliği taşımasın. Peki nasıl oluyor da Müslümanlar itidal’i, ölçü ve dengeyi bırakıp, ‘aşırılıkları/abartıları’ önemseniyor, hatta benimseniyor. Peygamberimiz: “Din’de ifrat (aşırılık) helake sebeptir” buyuruyor. Çünkü itidalden uzaklaşmak, dinin özünden/esasından sapmadır. Niyeti ne olursa olsun her ifrat, yoldan uzaklaştırır. Abartmanın da ötesine gidip, ideal gördüklerimizin hatalarını görmeyen, hatta o hatalarda dahi hikmetler arar halimiz, ölçüyü ve dengeyi kaçırdığımızın da ibret belgesidir. Zorlama te’viller, uydurma kılıflar, bulunduğumuz hale meşrûiyet kazandırmaz. İlmîlikten uzaklaşmalar, şifahi kültürün, hissiyatın dinin yerine ikameye çalışılması, toplumsal âdetler, gelenekler, İslamî anlayışın dışındaki telâkkiler, bizi ‘örnek mü’min’ şahsiyetinden uzaklaştırır. İman zayıflığı, menfaat ve şöhret olmaya götüren söylemler, ‘yaşayan örnek’ eksiklikleri, çelişkiler veya çelişki görüntüsünün verilmesi ve benzeri davranışlar güzel örnekleri gölgeler. Ayrıca riyaya düşme tehlikesi veya benzeri bir endişeden ötürü, iyi örneklerin kendilerini gizlemeleri, örnek durumdakilerin şahsi menfaatlerinin etkisinde hareket etmeleri de iyi örneklere ulaşmada engel teşkil etmektedir.  Temel ölçümüz şudur: Doğruyu insanlara göre ölçerek bulamayız. İnsanları doğruya göre ölçüp sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz. Bu ise asgari seviyede de olsa temel bilgilere vâkıf olmamızı gerektirmektedir. Özellikle Kur’an ve hadis ilimlerinde mesafe kat edenler, örnek olarak bilinecekleri için, bir kenara çekilme, emekli olma gibi haklara sahip değildirler. Peygamberlik makamına vekâlet anlamı taşıyan noktalarda bulunanlar, mübahları bile diledikleri şekilde kullanamayacakları bir titizliği göstermek ve kollamak zorundadırlar. Peygamberimizin varisi olmakla şereflendirilenlerin, Rasulüllahın izini sürüp ‘sünnetini ihya’ için çalışanların, sade hayat yaşayıp, dünyevîleşme hastalığından uzak durmaları şarttır. Her hal ve şartta yaşanan bir dinin, her hal ve şartta dinini yaşayıp örnek olması gereken mü’min şahsiyetine bu Ümmetin de bu milletin de ihtiyacı vardır.
Ekleme Tarihi: 05 Eylül 2024 - Perşembe

Peygamber Efendimiz bilinmeden tanınmadan yaşanmadan olmaz!

Peygamberimizin veladet/doğum ayı Rebîul Evvel ayı girince her kafadan bir ses çıkıyor, hep mesajlar gönderiliyor. Bir Mümin ve Müslüman olarak beraber düşünüp değerlendirelim. İslâm; belli gün ve gecelerde kutlanan bir din değildir. Peygamber Efendimiz de kandillerde, mevlitlerde hatırlanan bir Peygamber değildir. Hayat nizamı ve hayat tarzı olarak gönderilen Kitabımız Kur’an-ı Kerim de yüzünden okunup geçilen bir kitap değildir. Ölüleri ilgilendiren değil, diriler için gönderilen, ölü hayatı dirilten, yaşanan/yaşatılan hayat kitabımızdır. Karanlık ve karartılmış dünyayı aydınlatmak için gönderilen Peygamberimiz de “Ey peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” (33 Ahzâb 45, 46)
Ahirette “uyarılmadığı, bilgi verilmediği yolunda” mazeret ileri sürecek olanlara da Allah Teâlâ peygamberleri ve hepsine birden son peygamberini tanık gösteriyor. Hz. Peygamber’in bu niteliği, onun rabbi nezdindeki değerini gösterir. Çünkü şahitler önce tezkiye edilir, onları tanıyan erdemli kişiler tarafından tanık olabilecekleri ifade edilir. Hz. Peygamber’i tezkiye eden ise bizzat Allah’tır.
Hz. Peygamber hem Kur’an âyetlerini tebliğ etmekle hem de bunları açıklayan, canlandıran ifadeleriyle yeteri kadar müjdeci ve uyarıcı olmuştur. Onun tebliği ve açıklamaları itaat edenler için ebedî mutlulukların müjdesi, inkâr ve isyan edenler için ise felâketlerin haberidir. Peygamber efendimiz insanları Allah’a çağırmaktadır; yani O’na iman, ibadet ve itaat etmeye davet etmektedir. Burada dikkat çeken bir kayıt, Peygamber’in bunu Allah’ın izniyle yapmakta olduğudur. Allah bir kuluna insanları kendine çağırma izni, yani bilgisi ve yetkisi vermedikçe kimse bu vazifeyi üstlenemez. Bu konuda ümmete düşen görev, Hz. Peygamber’den öğrendiği şekilde insanları Allah’a çağırmaktır. Öğrenmenin yolu ise her mümine açık olan din ilmini tahsil etmektir. Aslı Kur’an’da ve sahih hadislerde bulunan ve tahsille elde edilen din ilmine uymayan bilgi, sezgi, keşif vb. bilgi yolları, insanları Allah’a çağırmak için yeterli ve geçerli değildir.
Beşer bilgisi Allah, varlık, başlangıç ve son, ruh, âhiret, iman, ibadetler, helâller ve haramlar gibi konularda yetersizdir. Bu konularda aydınlığa kavuşmanın, doğru bilgi sahibi olmanın geçerli yolu vahiydir, Peygamber’i dinlemektir. Şu hâlde Peygamber bir ışıktır, insanoğlunun en önemli bilinemezlerine Allah’ın lutfu ve izniyle onun tuttuğu ışık ortalığı aydınlatmaktadır.
İslam, hayatı kuşatan bir dindir. Camiden çarşıya, devletin başından dağdaki çobana, imamdan cemaate kadar herkese söyleyeceği sözü olan bir din. Medeniyetler yaptı, şehirler kurdu. Ordular yönetti, ülkeler fethetti. Nerede insan varsa, orada bulunmayı kendine uygun gördü. İslam, önceki dinlerin hepsinin kuşatıcısı, hayatın her alanını dolduran bir din olarak akidesini getirdiği kadar, Şeriat’ını da getirdi. İnsanları ikinci bir sisteme muhtaç bırakmadı. Bu dinin uygulayıcısı, dünyamız ve ahiretimizi kuşatan hayat anlayışımız için tartışmasız önderimiz ve örneğimiz Resûlullah Efendimiz oldu. O, Allah’ın bize ‘üsve-i hasene’ güzel bir örnek olması için gönderdiği Peygamberidir. O’nu sevmemiz; beraberinde örneğimizin, rehberimizin de Peygamberimiz olmasını gerektirir. Toplumumuzdaki çöküş-çürüme ve çözülmenin önüne geçelim. Peygamberimizden başka lider/önder arayarak olmaz.
Peygamberimizin dizi dibinde yetişen Ashabı kiram da insanlığın hayrı için çıkarılmış bir ümmetin dine ilk hizmet eden adamları olduklarının farkına vararak bizlere örnek oldular. Ashabı kiram, imandan kaynaklanan kardeşlikleriyle, bâtıla karşı tek vücut olarak cemaat ruhuyla yaşadılar. Fitnelere karşı müteyakkız oldular. Fitneyle karşılaştıklarında da ona teslim olmadılar. Her türlü olumsuzluklarda bile ‘Kur’an ve Sünnet merkezli nasıl yaşanır?’ bize öğrettiler. Melek değillerdi. Onlar, dağların yüklenemediği ‘kulluk yükü’nü taşırken yaptıkları hataları bile ecre dönüştürmeyi bildiler. Bize hayatlarıyla ders verdiler.  
Ümmete ilim yolunda hizmet etmiş âlimler, meydanlarda kıvılcımlar saçmış mücahitler de böyledir. İlme düşkünlüklerini, yiğitliklerini kendimize örnek alırız. Taklit edip, yakaladıkları fazileti yakalamaya çalışırız. Ancak, Resûlullah Efendimize uymayan yönlerini de kendimize örnek alamayız. Arı gibi, o çiçekten bu çiçeğe koşar, bal olandan balı alır, gerisini bırakırız. Sadece Resûlullah hariç! O, Allah’ın bize sunduğu olmazsa olmaz örneğimizdir. İslâm’ın nasıl yaşanacağının en güzel ve mükemmel örneği, Resulullah Efendimizdir. Bu hususta ölçü şudur: İslâm’a uymayan beyanlar ve tavırlar, kimden gelirse gelsin reddedilir. İsterse o kişi havada uçsun, denizde yürüsün! Düşünmeye, kıyaslamaya, sorgulamaya, özeleştiriye, beşerî zaaflarımızı ve şuuraltımızı bir denge noktasında kıvamlandırıp fazilet ve güzellikler hâline dönüştürmeye o kadar ihtiyacımız var ki… Allah Rasulü’nün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Rasulüllah Efendimiz’in hayatı hep ifrat ve tefritten uzak, ‘itidal hayatı’dır. Bir tek tavrını,  sözünü, işaretini gösteremezsiniz ki itidal güzelliği taşımasın. Peki nasıl oluyor da Müslümanlar itidal’i, ölçü ve dengeyi bırakıp, ‘aşırılıkları/abartıları’ önemseniyor, hatta benimseniyor. Peygamberimiz: “Din’de ifrat (aşırılık) helake sebeptir” buyuruyor. Çünkü itidalden uzaklaşmak, dinin özünden/esasından sapmadır. Niyeti ne olursa olsun her ifrat, yoldan uzaklaştırır. Abartmanın da ötesine gidip, ideal gördüklerimizin hatalarını görmeyen, hatta o hatalarda dahi hikmetler arar halimiz, ölçüyü ve dengeyi kaçırdığımızın da ibret belgesidir. Zorlama te’viller, uydurma kılıflar, bulunduğumuz hale meşrûiyet kazandırmaz. İlmîlikten uzaklaşmalar, şifahi kültürün, hissiyatın dinin yerine ikameye çalışılması, toplumsal âdetler, gelenekler, İslamî anlayışın dışındaki telâkkiler, bizi ‘örnek mü’min’ şahsiyetinden uzaklaştırır. İman zayıflığı, menfaat ve şöhret olmaya götüren söylemler, ‘yaşayan örnek’ eksiklikleri, çelişkiler veya çelişki görüntüsünün verilmesi ve benzeri davranışlar güzel örnekleri gölgeler. Ayrıca riyaya düşme tehlikesi veya benzeri bir endişeden ötürü, iyi örneklerin kendilerini gizlemeleri, örnek durumdakilerin şahsi menfaatlerinin etkisinde hareket etmeleri de iyi örneklere ulaşmada engel teşkil etmektedir. 
Temel ölçümüz şudur: Doğruyu insanlara göre ölçerek bulamayız. İnsanları doğruya göre ölçüp sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz. Bu ise asgari seviyede de olsa temel bilgilere vâkıf olmamızı gerektirmektedir. Özellikle Kur’an ve hadis ilimlerinde mesafe kat edenler, örnek olarak bilinecekleri için, bir kenara çekilme, emekli olma gibi haklara sahip değildirler. Peygamberlik makamına vekâlet anlamı taşıyan noktalarda bulunanlar, mübahları bile diledikleri şekilde kullanamayacakları bir titizliği göstermek ve kollamak zorundadırlar. Peygamberimizin varisi olmakla şereflendirilenlerin, Rasulüllahın izini sürüp ‘sünnetini ihya’ için çalışanların, sade hayat yaşayıp, dünyevîleşme hastalığından uzak durmaları şarttır. Her hal ve şartta yaşanan bir dinin, her hal ve şartta dinini yaşayıp örnek olması gereken mü’min şahsiyetine bu Ümmetin de bu milletin de ihtiyacı vardır.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.