Âidiyet duygusuna sahip, ‘değişerek biz kalan. Biz kalarak değişen’ bir yapıya ne kadar muhtacız? Aşağılık kompleksine kapılmadan, taşıdığı milli ve mânevi değerleri bir kambur gibi değil, gururla ve şerefle taşıyarak ‘örnek insan’ olmanın gayreti içerisinde hareket eden bir toplumu Ramazan bereketi, rahmeti, mağfireti ile inşasına başlar devam ettiririz. Çünkü dinimiz İslâm; belli gün, ay ve gecelerde yaşanan bir din değil, her zamanda yaşanan yaşatılan bir dindir. Müslümanlar olarak Ramazan ayında yeniden hatırlayacağımız en önemli sünnetlerden birisi de hakka, adalete ve tevhide dayalı bir dünya kurma vazifemizdir.
Müslümanlar olarak Ramazan ayında yapacağımız en önemli sünnetlerden birisi de başta “el âlem ne der” diyerek çevreye uyma yerine, çevreyi dinimize uydurmaktır. Bizi Allah’a kulluktan alıkoyan her şeyi (güç ve makamı, servet, şehvet ve şöhreti, konfor ve lüks yaşama hastalığını, mazeretler uydurup yapmamız gereken vazifeleri yapamama zafiyetleri) ortadan kaldırmalıyız. Ramazan Mü’min kimliğimizin yerleştiği aydır. Kur’an ile birlikteliğimizin alıp verdiğimiz nefesimiz olduğu ay.
Kitaplardaki değil, hayattaki haliyle “Müslüman, kendini yitirmiş bir değerdir” denilse yeridir. En büyük hastalığı, “dünya hayatına fazla rağbet etmek” diye özetlenebilir.
Ekonomik, siyasal ve mensubiyet çıkarlarını dini görevlerine ve din kardeşliğine tercih ediyor. Kimi Müslümanlar artık bir anlamda kendilerinin yokluğuna alışmışlar, batılda, seküler ortamda yeni bir kişilik kazanmışlardır. Anormalleri normal görme ve karşılama eğilimini giderek daha büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. Oysa her Müslüman, gücü yettiğince İslam esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Çünkü Müslüman “İslam’ı yaşama” azim, irade ve sorumluluğuna sahiptir. Bir başka ifade ile din ve dindarlık, gösteriye kaçmadan samimiyetle ve dürüstçe yaşanıp örneklendirilse kendisinden beklenen etkiyi gösterir.
Din, sadece iman değil, ameldir de. Anlamlı ve sağlıklı bir dindarlık için başkalarının dünyacı anlayış, uygulama ve telkinlerine kapılmadan, hayatı bize bahşeden Rabbimizin emirleri, uyarıları ve “alemlere rahmet” olan örnek kul son Resul Peygamber Efendimizin sünneti çerçevesinde yaşamak gerekmektedir. İslam, insanlık dinidir. İnsanlığın olmadığı yerde İslamlıktan bahsedilemez. Bu ay Kur’an ayı olduğuna, bin aydan daha hayırlı bir geceyi de içinde bulundurduğuna göre bize düşen her ayet bugün nazil olmuş gibi okumak dinlemek ve uygulayarak yaşamaktır.
Müslüman, din kardeşleri yanı başında dururken onları bırakıp başka din mensuplarını ve dinsizleri dost edinemez. Çünkü Müslümanın dostu ancak Müslümandır. Müslüman, öteki Müslüman kardeşlerine buğz etmez, kin tutamaz, sırt çeviremez. Araya bir takım sun’î üstünlük ölçüleri koyamaz. Çünkü İslam’da üstünlük sadece ve sadece takva iledir.
Yaşanmayan, hayata intikal etmeyen, vicdanlara hapsedilmiş bir din ve iman sadece bir iddiadır. Dindarlık ise iddia ile olmaz. Dindarlık ve dine saygı, dini olanı, dinde olanı yaşamakla ve kullanmakla ispat edilebilir. Gerek fert gerek millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinden yana kullanmak zorundadır. Günümüz dünyasında beynelmilel platformlarda Müslümanların birbirlerine arka çıkmaları, dünyadaki güç dengeleri bakımından fevkalade ehemmiyet arz etmektedir. Müslümana hayat hakkı tanınmayan bir dünyada yaşıyoruz. Müslümanın onuruyla, şahsiyet ve şerefiyle oynandığı bir devirdeyiz.
İnsanlık onuruna müdahale suçu, basit bir suç değil, “Allah yolundan alıkoymak” suçudur.
Genelde insanları, özelde inananları Allah yolundan alıkoymak fitnenin bir türü olarak adam öldürmekten çok daha büyük, ağır bir vebal ve günahtır. Allah yolundan alıkoymanın temel niteliği/mahiyeti işte budur. Allah’a kulluk, insanın hem yaratılış sebebi hem hayat gayesidir.
Her yönüyle değerlendirip istifade etmemiz gereken Ramazan’ın on beş gününü geride bırakırken kalan günlere dikkat edelim. Evlerimizi “dijital işgal”den kurtaralım. Televizyon, internet sosyal medya ve telefona işgali bizi rabbimizle buluşturacak Salih ameller işlemekten alı koymasın. Gözümüzü haramdan, vaktimizi gafletten, kalbimizi kasvetten kurtaramayız. Gündemimizi Kur’an ve içinde bulunduğumuz Ramazan belirlesin.
Peygamber ahlâkını bu vesile ile hayata hâkim kılma gayretinde olalım. Yumuşak huyluluk, kolaylaştırıcılık, bağışlayıcılık. Zamanımızı (bilhassa bu ayda) dünya işlerine az, ahiret işleri için bolca vakit ayıralım. Bağışlayıcılık, başlı başına bir Ramazan ahlakıdır.
Kalp kırmaktan, ayıp araştırmaktan, kul hakkına girmekten kaçınalım. Çünkü kalp kırmak evin huzurunu, ayıp araştırmak kalbin huzurunu, kul hakkına girmek ise dünya ve ahiret huzurunu kaçırır. Helalleşmeyi, özür dilemeyi, teşekkür etmeyi canlı tutalım. Akrabalarla, komşularla ve gariplerle irtibatımızı koparmayalım. Çünkü akrabayla münasebet; rızkın ve ömrün bereketidir. Komşularla güzel geçim, ahlakımızın gereğidir. Gariplerle münasebet rahmetin vesilesidir. Helal haram hassasiyetimizi hep canlı tutup gevşemeyeceğiz.
Faizi, haksız kazanç ve haram meselesine dikkat edeceğiz. Haksız kazanç; huzuru ve bereketi kaçırır. Haram lokma dualarımızın kabulüne engel olur. Dualaşmaya (dua alma ve dua etmeye) gayret edeceğiz: Ana-babalarımızın duası, gariplerin duası, salihlerin duası. Huzurlu bir Ramazan için bulunmaz bir fırsattır. Gariplerin ve ihtiyaç sahiplerinin duası, bela ve musibetlere karşı kalkandır. Salihlerin duası evimiz, rızkımız ve ömrümüz için berekettir. (Devam edeceğim İnşallah)