Denge sıhhatinin unsurları ve sıhhat dengesinin şartları, ancak vahyin ışığından ve kaynağından beslenen İslâmî düşünceyle, ehl-i sünnet inancıyla gerçekleşir. İslâmî düşünce olmaz ise: ruhçuluk olur, cincilik olur, meditasyonculuk olur, bin bir çeşit iş olur. İslâmî düşünce, İslâm’ın bütünlüğü ile hayatın bütünlüğü arasındaki ayrılmazlığı anlatan değişmez değer ölçülerine ve hükümlerine dayanarak değişen şartlara kendi bütünlüğümüzü sağlayıcı fikrî izahlar getirmektir. Bunun da izahı lazım denilecek.
Doğrudur. Her şeyi basite indiremeyiz. İzah zorluğuna da kavrama zahmetine de katlanmadan tekâmül etmenin yolu yoktur. “Sana göre İslam, bana göre İslam, o kavme göre İslam, şu coğrafyaya göre İslam” diye bir şey olmaz. İslam, asliyetiyle, muayyendir ve mahfuzdur. İslam’ın asliyetini değiştirici düşünce olmaz. İslâm’a yekpare (bütüncül) olarak bakmak, hayat tarzı olarak görmek şarttır. Düşünce adamı, yazar-çizer zümreden, muhafazakâr aydın, bilinip ‘bizim aydınımız’ boşluğu İslâmî hassasiyet olmadan doldurulmaz. Düşünce, o asliyete dayanarak yapılır. “Yorum” da öyledir. İslam, falancanın felsefesi değil, Allah’ın vahy ettiği Hak Din’dir. Hz. Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulü’dür ve İslam’ı tebliğ etmiştir; ayrıca kendi sözleriyle-amelleriyle-halleriyle ve bütün hayatıyla İslam’ı yaşamış, tatbik ve talim etmiştir.
İslâm’ın itikâdî şartları var, amelî şartları vardır. “Bu şartları yerine getiririz, getirmeye çalışırız, Müslüman olmak çerçevesindeki işimiz biter.” Denilmesi hiç doğru değildir. Var oluş, hayatın manası ve gayesi, eşyanın nizamı, toplumun yapısı ve değişimi, bireyin ve toplumun psikolojisi, estetik değerler, sanat, edebiyat, musiki, tarih, ekonomi, sosyal meseleler, vs. Bütün bunların üzerinde İslâm’a dayanarak düşüneceksin! Günlük hayatın küçük meseleleri dahi düşünceyi gerektirir. Asgari mensubiyet ve unvan şartlarıyla yetinerek, “hikmet-inkişaf-tekâmül” icaplarının her devre ve her değişime temelde cevap veren manasından uzak kalarak bir yere varılamaz. Uzak kaldık da böyle olduk zaten.
İslami düşünce, duraklamaya sonra gerilemeye sebep olan, daha sonra, daha da büyüyen boşluğu doldurma, parçalanmışlığı giderip bütünleşme dengesini ikame etme cehdinin ifadesidir. Denge sıhhatinin unsurları ve sıhhat dengesinin şartları, ancak vahyin ışığından ve kaynağından beslenen İslami düşünceyle, ehl-i sünnet inancıyla gerçekleşir. Bu hususta bile Gazali’yi suçladılar. Fikrî yapıyı dondurdu diye. Kendi kafa yapısını, düşündüğü saçmalıkları “dine göre” diye yutturmaya çalıştılar. Kafaya göre, cemaate göre, devlete göre din olmaz! Dine göre kafa, dine göre cemaat, dine göre devlet olur.
İnsanlık, bütün üst bilgileri ve kavramları yenileyen bir İslamlaşma şuuruna muhtaçtır. Dolaylı yolların hepsi tuzak haline döndürülmüştür. Felsefe de çıkmazdadır, bütün sosyal ilimler de metafizik arayış tecrübeleri de. Meselenin meselesi İNSAN meselesidir. İnsan meselesini de İSLAM çözebilir. İslâm’a dayanan düşünceler üreterek hayatı İslâm’a tâbi kılacak ehl-i sünnet inancına sahip olan Müslümanlar çözebilir.
İslam, tüm vahiylerin tâcı Kur’ân vahyine göre “dinlerden bir din”in adı değildir. İnsanın Allah karşısındaki esas duruşunun adıdır. İslam, insanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Üç ayrı vurguya sahiptir: Allah’a nisbetle “teslimiyet”, insanlığa nisbetle “barış”, ahirete nisbetle “kurtuluş”. En geniş manada Allah’ın kâinatı yönettiği sistemin adıdır. Tam açılımı şudur: Allah’ın hakkını teslim etmenin yolunun Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaktan geçtiğini bilmek. Bunu bilene de “Müslüman” denir. İslam insanlıkla yaşıttır. İnsanı unutursanız, meselelerin merkezine insanı koyup düşünce üretmezseniz hercümercden (kaostan) kurtulamazsınız. Bizim devlet anlayışımızda, siyaset anlayışımızda, millet anlayışımızda, insan anlayışımızda arıza var. Hayata bakışımızda, sorumluluk idrakimizde, görev anlayışımızda arıza var. Bu hata ve arızalar, cürüm ve suç haline geliyor, farkında değiliz.
İşlenen suçlardan mücessem bir “suç makinası” oluşuyor, kabullenemiyoruz. Çeşitli tevillerle, niyet okumalarıyla zevahiri kurtarmaya çalışıyoruz. Burada ister istemez Hz. Ömer’in sözünü hatırlıyoruz: "Kötü hâlin iyi niyetine inanamayız!" Bazı şeylere bile bile katlanıldığı fark ediliyor ama, faydası yok. Hatayı-yanlışı boşlukla karşılayamayız. Hataların mahiyetini anlar, hatada ısrar etmezsek, doğrusunu yaparak örnek olursak kendi boşluğumuzu doldururuz. Bunu da aslî zenginliğimize dayanarak yapabiliriz. “İslâm hukuku diye bir şey yoktur, asıl olan pozitif hukuk yani güncel hukuk.” diyenlerden, “İslâm’da devlet yoktur. Değişen şartlara cevap veremez”den ‘Abant Toplontıları” artıklarını hep gündemde tutar veya gündem oluştururlar. Ayet ve hadisleri de kafa yapılarına göre yorumlarlar.
Allah ıslah etsin. Islahları için de tövbe ve istiğfarla başlasınlar. Menfaatleri, konumları, itibarları kaybolunca ne idüğü belirsiz bir hale düştüler. Yenişafak’tan ayrılan kadro, (başta Mehmet Ocaktan, Akif Beki, Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, vs.) Ahmet Taşgetiren, Taha Akyol, Mustafa Çağırıcı gibi zevat da âcilen bir nefs muhasebesi yapsınlar. Hepimiz şu soruyu soralım: Yaşını başını almış insanlar olarak bir sürü amelimiz var. Allah Rızası için yaptıklarımız var mı? Öbür âlemde “müflis” hadis-i şerifinin grubuna girer miyiz?